İYİ Kİ
Değer verdiklerimiz değişiyor bir gün, hiç gitmez sandıklarımız gidiyor, asla olmaz dediklerimiz bal gibi oluveriyor. Tek bir şey var korumamızın mümkün olduğu; kendimiz olan o insan. Onu her koşulda vicdanlı, iyi bir insan yapmamız, zor zamanlarda onun gücüne yaslanmamız mümkün. Savrulup giderken hırpalanıyor, zamanın vurduğu tokatlar onu sersemletiyor olsa da.
Bir uzun hikayeyiz her birimiz. Uzun ince bir yolda ardımızda bıraktıklarımızın her biri türlü duyguya, pişmanlığa, utanca, gurura, sevince tercüme ediliyor. Kendi hikayemizin kahramanları olarak ne badireler atlattığımızı, kalbimizim sonsuz kez acımış olduğunu, hayatın bize reva gördüklerini iyi biliyoruz. Dışarıdan nasıl görünürsek görülelim kendi içimizdeki o kırılgan, ürkek çocuğu, onu bugünlere taşıyan kimsenin bilmediği detayları biliyoruz.
Fiziksel, ruhsal bir değişim yolculuğu olmuş hep hayat. Anne karnından bugünlere gelmişiz. Mucizevi, muhteşem bir şey bu biraz durup düşünsek. Hayattayız işte, içinde her türlü sevinç ve keder bulunan bir dünyadayız. Kimi kez karanlık bir labirente denk geliyor yolumuz, içimizin ışıklarını söndürmüş oluyor birileri… Hayat sürüyor oysa ve gelecekte güneş altında yemyeşil, çiçekli bahçeler var belki…
Hayatın hır gürüne dalmış kişisel ya da ülkeye dair gündemin detayları içinde boğulmuşken zaman zaman durup kendi varoluşumuzun anlamını düşünmekte yarar var belki. Kriz dönemleri bunu getiriyor biraz da…
Varlıklarını bir gürültüye dönüştürmüş, başkalarıyla didişmek, kötülüğü bir zafer hazzıyla taçlandırmak isteyen insanları düşünüyorum ve aklıma ne kadar mutsuz oldukları geliyor hemen. Böylelerinin iyiliği nasıl küçümsediğini onu aptallara özgü bir saflık, bir güçsüzlük hali olarak gördüklerini biliyorum. Kötülük hep bir iktidar aracı olmuş çünkü… Komplolar yapan, korku salan, yalanlarla kendini pazarlayanın olmuş genelde zafer. Bu oyunu oynamayanlar, bu oyunu bozmaya çalışanlar bir biçimde cezalandırılmış. Kimileri ise kural bu ne yapalım havasında katılmış oyuna. Kurulu oyunu benimsemese de hayatı sürdürmek için ona uymak gerektiğine inanmış.
Çok sayıda bilgi ve imgeyle kuşatılmış, üzerine yağan açık ya da örtük mesajlarla sersemlemiş bir zavallı günümüz insanı. Bir biçimde var olmaya çalışıyor bu kargaşada. Kendi sabahına uyanıyor herkes ve hayatını sürdürmek için bazı rolleri oynamak, kendisi için belirlenmiş bazı yolları yürümek zorunda. Bir aptallaştırılmış kalabalık içinde devam ediyoruz yolumuza.
Bu oyunun dışına çıkanlar, onu bozmaya çalışanlar kimler biliyor musunuz? Sanatçılar. Bu yüzden sanata ve sanatçılara yatırım yapan, yaratıcı düşüncenin önünü açan, onu bir yurttaş hakkı haline getiren ülkeler daha iyi bir yerdeler dünyada.
Baskı ve zulüm koşulları, olanaksızlık ise sanatı engelleyemez, farklı yaratma süreçlerinin önünü açar diyebilirsiniz. Öyledir de… Önemi olan gündelik hayatı yaratıcılıkla kuşatmak, sanatın ekmek, su kadar gerekli bir ihtiyaç olduğunu algılamaktır.
Bunca keder, bunca kayıp arasında içimizi kanatlandıran dizeler, bizi avutan müzikler, başkalarının hayatlarına doğru yolculuğa çıktığımız romanlar, bizi başka alemlere taşıyan görsellikler olmadan ne yapardık.
Yas tutan, tuttuğu yasın kederiyle boğulan insanları ancak sanat çıkarabilir kör kuyulardan.
Hayat kayıp gidiyor elimizden. Bir gün hepimiz öleceğiz belki ama ölmediğimiz bütün diğer günler ise yaşayacağız. O ölünmeyen günlerin içine ölümsüzlük duygusunu sanat üfleyebilir yalnızca.
Muktedirler sanattan korkarlar ve onu kontrol altında tutmaya çalışırlar çünkü yaratıcı düşünce bir tehdittir iktidarları için. Bu yüzden makbul ve makbul olmayan sanatçılar biçiminde ayrımlar yapıp kendilerine tehdit oluşturmayan güvenli bir alanda tutmaya çalışırlar onu.
Ne olursa olsun gerçek yaratıcılık, has sanat bir gün yerini bulur diye avutabiliriz kendimizi.
Her birimiz kendi yalnızlığımız içindeyiz belki ama sanat bize kendi hikayelerimizin benzerlerinin başkalarında da olduğunu gösterir. Bizim gibi düşünenler, bizim gibi hissedenlerle buluşmamızı sağlar. Varoluşumuzun gerçek anlamını bulmamız için karanlıkta yol gösterir. İyi ki sanat var.