1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İyileşmek!
İyileşmek!

İyileşmek!

En doğru ve en fazla bizi güçlendirecek ve aynı zamanda da iyileştirecek şey sabrederek, kendimizi dinleyerek, en zayıf halimizi kabul edip bunu kucaklayarak elde ettiğimiz benliğimizdir.

A+A-

 

Seda Argün Refik
[email protected]

 

Hep bir telaş içinde bedenimiz, ruhumuz, kalbimiz. Daha ufak yaşlarda hep büyümek için sayıyoruz geçen yılları, öğrenci olunca mezun olmak tek dileğimiz ama daha sonraları yetişkin bir birey haline gelip de hayatı en acı ve tatlı yanları ile yaşamaya başlayınca işte orada acele geçsin zaman da tek bir şeye ulaşalım istiyoruz: İyileşmek!

Hayatın bizim için hazırladığı senaryoları yaşarken farkında olmadan kalbimize ve ruhumuza atılan çentiklerden yaralanıyoruz. Bir bakıyoruz ki kanamış kalbimiz, zihnimiz ve ruhumuz. Hemen iyileşmek istiyoruz, hemen unutmak. Eminim bununla ilgili afilli bir kaç söz de vardır ama her zaman kullandığım bir söz daha fazla derinden etkiler beni: Herkesin yangını farklıdır. Acılarımızı deyimi yerindeyse dibine kadar yaşamadan bu iyileşme çabamız neden? Asla anlamadığım kadar herkes demir kadar kuvvetli sinirlere ve zihne sahip olmak istiyor. Peki biz güçlü görünmek adına verdiğimiz bu çabayı acımızı yaşayıp onu tüketmek için harcasak uzun vadede daha doğru olmaz mı?

Hepimizin gözlerine ve kalbine indirdiği maskelere bizim acımızı yaşamamızı engelliyor ama bir nevi de acıdan kaçmamıza yardımcı oluyor. Acımızı maskeleyerek dik duruş sergilemenin her zaman için yanlış bir şey olmadığını biliyorum fakat maskelediğimiz acı tıpkı bir kabuk gibi sarıyor yaralarımızı ve içinde taze kalan acılarla sözümona bir zırh geliştiriyor etrafımızda. Kimi insan bir yakınını kaybettiği zaman gizlemeye çalışır acısını, kimi bir başarısızlık ile karşılaştığında dik duruşu bozulmasın diye koyar yüzüne gülümseme ve mutluluk maskesini. Dostluk kavramı içerisinde de “aman karşı taraf da üzülmesin”, “aman arkadaşım yanlış anlamasın, varsın ben kırılayım, bir şey değil ben daha kolay çözerim bu meseleyi kafamda” deyip kendimizi duygular savaşının yaşandığı meydanın tam ortasına atıveriyoruz. İçinde kırılan parçaların, kalp kırıklarının, ters yöne akan suların sesi ve karmaşıklığı duyulmasın diye sessiz çığlıklar atarak acımızı gizlemiyor muyuz?! Kolayımıza geliyor. Gerçi her maskeleyişin, her yalandan “ben iyiyim” demenin tek bir sonu olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Kendinizi korumak için, belki de güçlü görünmek için halı altına süpürdüğünüz o acı gün geliyor en beklemediğiniz yerde bir yer bezi gibi köşeye atıveriyor sizi. En olmayacak zamanda çırılçıplak koyar sizi herkesin önüne.

“Ben iyiyim” ifadesinin gücünün bize güç katacağını ve deyimi yerindeyse bizi güçlendireceğini, ne kadar söylersek o kadar gerçeğe dönüşeceğini umarız. Kendimizce kurduğumuz yapay ortama sakladığımız acılar peki daha da derinleşmiyor mu? Dışa değil içimize akıttığımız her göz yaşı kalbimizin tam da orta yerinde derin bir okyanus meydana getirmiyor mu? Acılarıızı yaşamak bu kadar zor değil; kendimizi ve gardımızı yere koymak bizi insanların karşısında güçsüz değil aksine kendinin farkında olan, hayattan ve yaşadıklarından öte yandan yaşayacaklarından korkmayan, gerçekten güçlü bir insan yapacaktır.

Zayıflıklarımızı kabul etmek belki de ilk aşamada en derin acıyı çekmek anlamına geliyor. İş yaşamında, dostluklarda, gönül işlerinde, aile arasında önce biz varız yani “ben”. Benliğinin farkında olarak, mutlu ve mutsuz hissedilecek duygularımızı tanıyarak, kalbimiz kırılsa da kendini tamir etmesi için ona olanak sağlayarak, beklemeyi bilerek ve beklemekten bir şeyler öğrenerek, bir diğer deyişle yaşadıklarımızdan ders çıkararak ancak güçlenebiliriz. Aksi durum zaten yalan ve kendimizi kandırdığımız bir dünya.

Az önce de kısaca belirttiğim gerçek olana kadar gerçekmiş gibi davranmak İngilizce’de sıklıkla kullanılan şu sözün bir karşılığı: ‘Fake it till you make it’. Bu aforizma aslında günümüzde bir çok insanın başvurduğu ‘olumlama’ diye kullanılan tabirin bir diğer şekli olsa gerek. Kimi insanlar ‘öyle olacakmış hatta öyleymiş gibi düşün ki sonunda sana gelsin’ ifadelerini daha sık kullanmaya başladı ve hatta bu duyguları hayatının tam da merkezine koydu. Tamam da bir bakıyoruz güçlüymüş gibi duran virane gönülleri taşıyan bedenler geçiyor her gün yanımızdan. İş hayatında başarısız olmuştur ama olumlama yapıyordur, ‘olsun ben yapamadım, arkadaşım ne güzel başardı’ diye kendini kandırıyordur. Yanlış anlaşılmasın başka insanın başarısına, mutluluğuna kendi başına gelmişçesine sevinmek değil bahsettiğim. Benim anlatmak istediğim tamamen mutsuz olunan bir durumdan aslında mutsuz değil de dünyanın en neşe ile dolmuş insanı gibi “mış gibi” davrananlara benim sözlerim. Enerjilerin, düşüncelerin bir gücü olduğuna inanan ve buna göre hayatını şekillendiren ve belki de bundan fazlasıyla fayda görmüş insanlar olabilir ama unutmamız gerekir ki bu düşünce ve yaklaşımları toplum içerisindeki herkes için genelleyemeyiz ve genellememeliyiz de. Bir kişinin belli bir durumu düşünerek, acısını veya kalp kırıklıklarını veya mutsuzluklarını yokmuş gibi sayarak mutlu olduğu bir sonuç ne kadar sağlıklıdır, tartışılır.

En doğru ve en fazla bizi güçlendirecek ve aynı zamanda da iyileştirecek şey sabrederek, kendimizi dinleyerek, en zayıf halimizi kabul edip bunu kucaklayarak elde ettiğimiz benliğimizdir. Biliyorum ki herkes bir noktaya ulaşmak için çabalıyor. Hepimizin bu hayatta belirli hedefleri ve içinde bulunmak istediği resimler var. Hayal kurmak, öyleymiş gibi davranmak... Bunlar kötü şeyler değil, tamamen yapılmaması gereken şeyler de değil. Ama bilmeliyiz ki bizi A noktasından B noktasına götürecek olan araç veya bir diğer deyişle yaralarımızı sarıp onlara kabuk bağlatacak olan tedaviye giden yol kendimizi ve duygularımızı bırakmak. 

Nasıl oluyor bilmiyorum ama günün sonunda her şey kendimizi bilmekten geçiyor. Kendimizi tanıyalım, bu hayattan ne istediğimizi bilelim, önce kendi duygularımızı yaşayalım diye düşünerek tasarladığımız hayat işte o zaman yapılan ‘olumlamalarda’ hayal ettiğimiz dünyaları önümüze sarıyor. Kalbinizin çarpa çarpa atmasına sebep olan kişiden mi ayrıldınız? Bırakın aksın o gözyaşlarınız. İstediğiniz terfiyi mi alamadınız? Bırakın, kendinize duyduğunuz hayal kırıklığı yüzeye çıksın. Unutmayın bu hissedilen duygular sadece bizim için. Duyulacak öfke, hayal kırıklıkları, mutsuzluk, gözyaşı ve daha nice yalnız yaşanacak ve çözüme kavuşturulacak duygu. Hepsi bizim için çünkü hepsi bize özel.

Bu haber toplam 2355 defa okunmuştur
Gaile 471. Sayısı

Gaile 471. Sayısı