İyileştiren sessizlikler
Sessizlik kalbini işitmesini sağlıyor insanın. Öylesine iyileştirici bir gücü var. Peygamberler de ilahi güçle buluşma dedikleri anları dağların tepesinde derin bir sessizlik içinde yaşamışlar ya, içlerindeki sesi duyabilmişler o ıssızlıkta. Berlin’de Wannsee gölü kıyısındaki yazar evindeyim. Bu sessizlik iyi geliyor bana. Müzik bile açmak istemiyorum. Kalbimle konuşmak, onun ritmini işitmek istiyorum yalnızca. Kalbim acı içinde ama iyileşiyor her geçen gün. İnsanın en özel arkadaşı kendisi, en tanıdık gövde kendi gövdesi, en bildik yer kendi ruhu. Kendini kolayca bağışlayabilirsin çünkü bütün hafifletici sebeplerin bilgisi sende. Çektiğin acıyı dönüştürecek formül de senin içinde. Yaşadıklarına bunca anlamı yükleyen, onları dokunaklı anlatılara dönüştüren, onlara dair sevinci ve kederi çoğaltan biraz da sensin çünkü.
Bir kaybın yarattığı boşluk, doldurulmaz sanılan… Oysa ölüm ya da ayrılık bir insanı senin hayatının dışına taşıyor sadece. Böylesi durumlarda hatıranın bıraktığı ödül kalıyor geriye. Sorun anılarla kurduğun ilişkide. Anılar da tarih kitapları gibi çünkü, pek çok alternatif yazımları mümkün. Hayatına dahil olan her insana dair bir anlatı kuruyorsun ve bir biçimde onların seninle ilgili anlatısını tahmin etmeye çalışıyorsun. Genelde kendinden hareket ediyorsun bir başkasının kafasından geçenleri tahayyül ederken. Kendi kalbinin filtresiyle görüyorsun onların sana dair kurdukları anlatıyı. Hiç sana benzemeyenleri ise bir biçimde anlamaya çalışıyorsun. Kurduğun bu anlatı kötü bir deneyimden sonra geriye dönük olarak da değişiyor ya esas mesele bu. Bugün böyle davranan geçmişte de farklı düşünüyordu noktasına geliyor ve tekrar ziyaret edip yeniden yazmaya başlıyorsun geçmişteki anıları. Birer roman kahramanı gibi aslında onlar. Böylesi durumlarda acı veren şey güzel saydığın hatıraların başka şekle bürünmesi, geçmişe dair duyduğun sevincin gölgelenmesi.
Çocukluğumda Doğan Kardeş çocuk klasiklerini bitirdiğim ilkokul yıllarının ardından babamdan kitap istediğinde Romen yazar Panait İstrati’nin bir kitabını vermişti bana. İlk hangisini okuduğumu unuttum şimdi ama hemen hemen hepsini okumuşumdur sonraları. Horlayarak uyumakta olan baş belası, kötülük ve bencillik timsali oğlunun ağzından kaynar yağ boca eden anneyi unutmadım hiç. “Kodin’in annesi” bir kötülük metaforu olmuştur hep benim için. Bunun dışında Panait İstrati farklı hayatlara nasıl yaklaşmak gerektiğine dair ip uçları vermişti bana, içimi uzun yolculuklara çıkıp değişik insanlarla karşılaşmak arzusuyla doldurmuştu.
Düalisttik düşünmeye, gri tonlarla uğraşmadan her şeyi siyah beyaz görmeye öylesine koşullanmışız ki, birilerini şeytanlaştırmak, sonra da bu şeytanı taşlamak işin en kolayı. “Paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez” esprisindeki gibi “Şeytanlaştırıyor olmak kimilerinin şeytan olmadığı anlamına da gelmez” diyebiliriz tabii. Empatisi olmayan zalim insanlarla dolu dünya. Kendi esenlikleri için her yolu mubah sayan, her kötülüğü yapmaya muktedir insanlar bunlar. İlk bakışta anlayamayabiliriz böyle olduklarını, mahkemeye takım elbise ve kravatla çıkabilirler, yüzlerinde sahte bir melek ışıltısı taşıyabilirler çünkü...
Adil olmak hiç de kolay değil çoğu durumda. Hemen kalemi kırmaya hazır yargıçlar oluyoruz bazen. Bilgilerimizi test edemeyecek kadar acelemiz var çünkü. Hayat koşup dururken incelikler için vakit harcamak zor geliyor aslına bakılırsa.
Ben bunun diğer ucundayım galiba, aşırı empatiden mustaribim. Herkesi aklamaya, her şeyi bağışlamaya meyilliyim. Kodin’in annesini değil tabii ki… Ve bazen hayretle görüyorum ki hayat Kodin’in annesi gibi insanlarla dolu. Kendi esenliği önünde engel teşkil eden herkesi ve her şeyi acımasız yöntemlerle ekarte etmeye çalışan, intikam duygusuyla hareket eden insanlar bunlar. Empati taşımadıkları için sadece kendi amaçlarına ulaşmaya sabitlenmişler. Karşılarındakini yok edilmesi gereken böcekler gibi görüyorlar. Faşizmin temellerini oluşturan bir yaklaşım bu. Belki bir zaman başkaları da onlara böyle davrandığı için böyleler. Belki hayatla başka türlü başa çıkma yöntemleri yok. Bu tip insanlar politik alandaki ırkçılar, nefret diliyle hareket edenler. Son derece hiyerarşik bir bakışları var. Yaşsal, bedensel, sınıfsal hiyerarşiler kuruyorlar, kalpleri o kadar kara ki her baktıklarını kötü görüyorlar. Sosyal medyaya bir göz atmamız bile bu özellikleri çeşitli düzeyde taşıyan pek çok insanı görmemize yetiyor.
Sessizlik ve dünyanın bir noktasında sadece okumak ve yazmak amacıyla konumlanmış olmak iyi geliyor bana. Yakın geçmiş biraz kafamı karıştırıyor. Geçmişten gelen, kapandı sandığım yaraların için için kanadığını hissediyorum. Hava serin ve rüzgârlı, penceremden dalların hareketini izliyor ve bu yazıyı okumakta olan sizleri düşünüyorum. Beni hissedebilir, onaylayabilir ya da karşı çıkabilirsiniz ama bu hafta size söyleyebileceğim bunlar. Bu arada iyi ki varsınız. Her Pazar düşüncelerimin uzaklarda birileriyle buluşması iyi geliyor ruhuma.