İzan sefaleti
Emekli öğretmen bir büyüğüm var, beni okutmadı ama mesleğe başladığım günden bugüne ilgisini, sevgisini, desteğini hiç esirgemedi.
Kimi zaman aradı, uyardı, “Dilini bu kadar sivriltme...”
* * *
Geçen gün yine aradı.
Çok fazla da duymuyor artık.
“Benim için sorar mısın” dedi, “Hani şu siyaseti temizleyecek iddiası ile ortaya çıkan buğday delikanlıya sorar mısın?”
“Buyurunuz öğretmenim” dedim.
“Hocam” derdim ilk zamanlar, kızardı, “o camidedir” derdi, “öğretmenim ne güzel bir kelime...”
* * *
“Bir düşünsün bakalım, altı ay önce bakanlar heyeti toplandığı zaman sağında solunda kimler vardı.
Şimdi kimler var.”
“Bir düşünsün bakalım, altı ay evvel kimin yardımcısıydı, kimlerin ortağıydı, kimlerle aynı yolun yolcusuydu, şimdi kimin?”
“Bir düşünsün bakalım, altı ay evvel bilgi dili neydi, adap ve muaşeret nasıldı, muhabbetlerin derinliği ya da sığlığı ne kadardı, şimdi nasıl?”
“Bir düşünsün bakalım, altı ay evvel, bir sene evvel, niçin bir telaş vardı, niçin bir hesap, şimdi niçin?”
“İnsan yolunun yanlışlığını anlaması için sağına soluna bakması gerekir, bakmazsan, görmezsin, ben hangi yola girmişim diyemezsin.”
“İktidar körlüğü böyle bir şeydir, bakarsın ama görmezsin, yoksa bu fark görülmeyecek gibi mi.”
“Sorar mısın, siyasete girerken, bu tablo içinde olmayı mı hayal etmişti?”
* * *
Sesi titreyerek anlatıyordu öğretmenim, içim titreyerek dinliyordum.
Söz verdim, anlattıklarını yazacağım.
“Kim anlayacak, kim alacak mesajı, kimin umurunda” desem de....
“Sen yaz” dedi, “Sen yaz, en azından, üzüldüğümüzü anlasınlar, bu ülke için üzüldüğümüzü... Kendileri için üzüldüğümüzü...”
* * *
Bakalım, bir koltuk için kaç ayak sırada bekliyor şimdi ve “bir kalbur samanı iki başa bölüştüremeyen” kaç yeni baş, baş olmanın hırsıyla küpünü kazıyor.
* * *
“Öğretmenim, yazının başlığını da siz öneriniz o zaman” dedim.
“İzan sefaleti” dedi.
Sözlüğe baktım “anlama yeteneği”ymiş tam karşılığı !