Jeo-Politik Hayaller ve Kıbrıs’ı Bekleyen Felaketler
Angela Merkel’in Almanya’nın AB dönem başkanlığı nedeniyle Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Türkiye’ye değinmediğini belirttiğim köşe yazımda şöyle diyordum: “Merkel’in sessizliği ‘diplomatik sessizlik’ olarak yorumlanabilir. AB nezdinde imajı iyice kötüleşen Türkiye’ye dair açık bir tavır almak yerine ‘gizli diplomasi’ yolunu deneyeceği anlaşılıyor.”
Gerçekten de Merkel’in sözünü ettiğim konuşmasının üstünden iki hafta geçmeden, Türk ve Yunanlı yetkililerin Berlin’de gizlice bir araya geldiği açıklandı. Almanya, Türk-Yunan gerginliğini gidermek, mümkünse iki taraf arasında yakınlaşma, hatta uzlaşma sağlamak için devreye girmişti.
Diyalog hazırlıklarının devam ettiği o günlerde, Türkiye Navtex ilan ettiği halde Oruç Reis Antalya limanından çıkmamıştı. Yunanistan ise bu adımı olumlu bulduğunu ve diyaloğa açık olduğunu söylüyordu.
Daha da önemlisi, Yunanistan’ın ilk defa Kıbrıs Sorununu Türk-Yunan diyaloğundan ayrı tutma eğilimi içine girdiği görülmüştü. Bir bakıma, Kıbrıs Sorununun yükünden kurtulup Türkiye ile kendi meselelerini halletmeyi denemeyi ister gibi bir havadaydı. Nitekim Barbaros’un Mağusa’nın doğusunda tarama yapmaya çıkmasına çok fazla bir tepki göstermemişti. Yunanistan’ın pasif tavrıyla ilgili hem Yunan dışişleri bakanının güvenlik danışmanı, hem de bizzat Yunanlı dışişleri bakanının yaptığı açıklamalar Kıbrıslı Rumları şaşırtmıştı. “Kıbrıs ayrı bir ülkedir” anlamına gelen sözler sarf etmişlerdi.
Ne var ki, Almanya’nın girişimiyle oluşan diyalog ortamı kısa sürede bozuldu. Yunanistan’ın Mısır ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzalaması Türkiye’nin sert tepkisine yol açtı ve Oruç Reis yeniden ihtilaflı deniz bölgelerine indi.
Şimdi tehlikeli biçimde tırmanışa geçen gerginliği gidermek için yeni girişimler başlatıldı. Avrupa Birliği’nin lokomotifi Fransa ile Almanya Doğu Akdeniz’de yükselen tansiyona çare arıyorlar ama aralarında görüş ayrılığı olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile birlikte hareket ediyor ve Türkiye’ye karşı sert önlemlerin alınmasını ve ağır yaptırımların yapılmasını talep ediyor. Almanya ise diplomasiye bir şans daha tanımak istiyor ve yarım kalan Türk-Yunan diyaloğunun başlatılıp sürdürülmesini istiyor.
Bu arada, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında bazı önemli görüş ayrılıklarının olduğu anlaşılıyor. Örneğin Anastasiadis hükümeti, Yunanistan ile Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalamasını istiyor. Böyle bir girişim, kuşkusuz, suların daha da ısınması anlamına gelecek. Fakat Yunanistan bundan kaçınıyor ve Anastasiadis’e Türk tarafı ile müzakere masasına dönmeyi öneriyor.
Almanya da Kıbrıs Rum makamlarına pek yüz vermiyor. Anastasiadis’in Türk-Yunan diyaloğuna Kıbrıs’ın MEB ihlallerini de katmak istemesine karşı çıkan Merkel, Kıbrıslı Rum lidere BM çatısı altında Kıbrıs müzakerelerine başlamayı salık veriyor. Açıkçası, hem Yunanistan hem de Almanya Kıbrıs’ı olası Türk-Yunan diyaloğundan uzak tutmak istiyorlar ve bir an önce Kıbrıs görüşmelerinin başlamasını talep ediyorlar. Nitekim Yunan dışişleri bakanı Dendias, bir günlük Kıbrıs ziyareti esnasında Kıbrıslı Rum meslektaşına, Yunanistan’ın bu koşullarda Kıbrıs ile MEB anlaşması imzalayamayacağını söyledi ve Kıbrıs görüşmelerinin kaldığı yerden devam etmesini önerdi.
Anastasiadis’in Çöken Hayalleri ve Çözümsüzlük Politikası
Öyle anlaşılıyor ki, Nikos Anastasiadis’in Doğu Akdeniz’de doğal gaz etrafında ördüğü jeopolitik oyun çıkmaza girmiştir. Türkiye’yi dışarıda bırakarak İsrail, Mısır ve Yunanistan ile birlikte oluşturmayı umduğu jeo-politik blok sallanıyor. Daha doğrusu, mahallede oyun dışında bırakılan çocuk (Türkiye), oyun alanını taşa tutarak oyunu bozmuştur. ( Türkiye’nin neden ve nasıl oyun dışı kaldığı, diplomatik yalnızlığında kendi sorumluluğu başka bir yazının konusudur.)
Anastasiadis, ya görünüşte olsa bile yine sırf görünüşte kalan eski çözüm politikasına geri dönme manevrası yapacak, ya da giderek daha da yalnızlaşacaktır. Hangi şıkkı seçerse seçsin, gerçek anlamda çözüme yönelmediği sürece Kıbrıs’ı temelli bölünmeye, hatta belki de ilhaka mahkum edecektir. Önünde iki gerçekçi seçenek vardır: ya Kıbrıslı Türklerle devleti paylaşacak ya da doğal gazı... Fakat vurdumduymazlığı öyle bir noktaya varmış olabilir ki, bu iki seçenekten hiçbirini tercih etmeyebilir. Daha da vahimi, ne temelli bölünme ne de ilhak onu rahatsız etmiyor olabilir.
İşte içinden geçtiğimiz bu son derece çalkantılı konjonktürde Kıbrıs Türk toplumunun liderlik koltuğunda kimin oturacağı fevkalade önemlidir. Bir yandan Anastasiadis’i çözüme zorlayabilen, zorlayamazsa da dünya kamuoyunda onu deşifre edebilecek yetenekte biri olmalıdır. Diğer yandan, olası ilhak girişimlerine karşı çıkabilecek kararlılık ve beceri sergilemesi gerekecektir. Dünyanın anladığı dili konuşan, BM parametrelerine bağlı olan ve AB ile yakın ilişkiler kurabilecek birinin seçimi kazanması ülkemizin geleceği açısından yaşamsal öneme haizdir.