Kabile Demokrasisi
Ayrılmak çok zor geliyor bu kez, bir şehirden. 20 gündür bizi hep birlikte toplantılarımıza, şehir turlarımıza taşıyan siyah otobüsümüz yerini ikili üçlü araçlara, havaalanı servisine bırakıyor. Neşeli kravatları ile espirilerini arka arkaya patlatan şöfürümüzün yerinde bir başkası oturuyor.
Kimse konuşmuyor, ne diyeceğimizi bilemiyoruz çünkü. Sessizlikte rahat edemeyenlerimiz bir iki cümle sarf etmeye, şakalaşmaya kalkıyor, pek bir işe yaramıyor, havada asılı kalıyor cümleler. ‘Hoşçakal değil yeniden görüşmek üzere diyerek ayrılalım’ önerisi en sert görünümlümüzün gözlerini dolduruyor. Görünüşe aldanmamayı çoktan öğrenmişiz hepimiz, şaşırmıyoruz elbette. Sıcacık sarılıyoruz. Bir sonraki toplantımız Kıbrıs’ta, çözüm kutlamaları çerçevesinde gerçekleştirilecek, plan yapıldı bile, ‘O zamana kadar kendine iyi bak’ diyoruz.
Avrupalı 11 yüreğiz, kahrımızı çeken 2 Amerikan grup rehberimiz ile 13’e çıkıyoruz. Farklı geçmişlerimiz, bambaşka yaşanmışlıklarımızı bir arada geçirdiğimiz 3 haftaya taşımışız, gece gündüz paylaşmışız. Birbirimizin ülkelerinin siyasi geçmişlerini, günlük gerçeklerini yerel ağızlardan öğrenmiş, farklı kültürlerimizin yarattığı yanlış anlaşılmalar ile dalga geçmişiz.
Ne kadar çok ortak özelliğimiz olduğunu fark ettiğimiz anlar olmuş. Bazen biz bunu böyle yapmayız diye ayak diremiş, farklı yöntemler öğretmişiz karşımızdakine. Yenilenmiş, büyümüş, çoğalmışız birlikte. Güzel dostluklar yaratmışız kısacık sürede. Kendi ülkelerimizde verdiğimiz kavgaların benzerlerini yaşayan olduğunu gördükçe kendimizi yalnız hissetmeyi bırakmışız biz. Ortak sorunlarımıza benzer çözümler ürettiğimizi görerek kendimizle, yaratıcılığımıza gurur duymuş, aklımıza gelmeyen bir yöntemi duyar duymaz not almışız hemen.
San Diego’da örnek bir cezaevinde mahkumların bizim için hazırladıkları gösteriyi izlerken birlikte duygulanmış, topluma yeniden kazandırılmaları için yapılan çalışmaları birlikte takdir etmiştik. Cezaevine dönüş oranını yarıya düşüren ‘Suçunuz ne olursa olsun, geriye dönüşü var, yeter ki siz kendinizi ve dünyayı sevmeyi öğrenin’ yaklaşımını, ceza yerine ödül vermeyi, mahkumlara verilen mesleki eğitimleri hayranlıkla birlikte dinlemiş, sonu gelmeyen sorularımız ve yorumlarımızla konuşmacıları ardı ardına bezdirmiştik.
Meksika-Amerika sınırına yaptığımız ziyaret sırasında, Pasifik Okyanusu’nun sahilde patlayan kocaman dalgalarından hep birlikte büyülenmiştik. Okyanus’un içine kadar uzanan yüksek duvarlar kimimize kendi ülkelerimizi geçmişte bölen duvarları hatırlatmıştı. Kimimiz ise esas duvarların kafamızda olduğu felsefesinin avukatlığına durmuştu. Her iki gerçekliği aynı anda yaşayan tek ben vardım aralarında, duvarın üzerinden uçan martılara pasaport sormak da doğal olarak tek benim aklıma gelmişti. Kahkahalarımız martı çığlıkları ile yarışmıştı.
New York’ta, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi salonunda ‘rakip’ ülkenin delegesi posizyonuna soyunarak, milli çıkarlarımızı yarıştırmış, birbirimizi başka açılardan anlamaya çalışmıştık. En iyi anlaşanlarımız nedense ülkeleri pek anlaşamayanlardan çıkmıştı.
‘Düşmanımız’ ile birlikte davet edildiğimiz bir yemekte masada bıçak bulundurulmaması grubumuzun genel şakası halini almıştı. Farklılıklarımızdan çok benzerliklerimiz olduğunu bilen bir gruptuk biz, kendi sorunlarımızı çözmekle kalmamış dünyadaki tüm sorunlara çözüm bulmuştuk zaten birlikte geçirdiğimiz üç haftada.
Austin’de duyduğumuz her üç kadından biri şiddet görüyor cümlesi, hiçbirimize yabancı veya yanlış gelmemişti. Yaş, etnik geçmiş veya sosyal sınıfa bağlı anlamlı bir farklılık tespit etmemişti araştırmacılar.
Kadın şiddet görüyordu!
Teksas eyaleti buna gözlerini yummak, ‘biz kadına saygı duyuyoruz’ anlamsız ve gereksiz nakaratına sarılmak yerine bu zor gerçeği kabul ediyordu.
Sivil toplumu, polisi, hukuk sistemi, hastaneleri ile soruna çözüm bulunmaya çalışılıyor, şiddet gören kadın ve çocuklar için kurulan koruma mekanizmaları, Devlet ve Sivil Toplum arasında geliştirilen karşılıklı saygı ve işbirliği anlayışı ile çözülüyordu. Bir yandan bu sorunun her yerde hâlâ bu kadar yüksek oranda yaşanıyor olması içimi acıtmış, bir yandan kıskanmıştım. Ciddi anlamda, bu sorunu kabullenme, çözüme tüm tarafları dahil etme ve yardım anlayışı beni kıskandırmıştı.
ABD’de geçirdiğimiz 3 haftanın amacı Barış ve Güvenlik Çalışmalarını tartışmak, çeşitli eyaletlerde düzenlenen toplantılar aracılığı ile bize Amerikan toplumunu, Federal yönetimini ve gündelik yaşamını tanıtmaktı. ABD Dışişleri Bakanlığı bizi sadece Devlet Kurumları ile görüştürmek, kusursuz işleyen bir demokrasi resmi çizmek yerine çeşitli konularda çalışan sivil toplum örgütleri ile bir araya getirerek, eleştirilmekten korkmadan, her görüşe ses vererek yapmayı tercih etmişti ve gerçek demokrasinin ne şekilde çalışması gerektiğini göstermişti bir anlamda.
Ben Sivil Toplumu kucaklayan, her görüşe ses veren bu yönetim anlayışını kıskanmış, komşu bir ülke temsilcisinin yaptığı yoruma ise katılmadan edememiştim:
‘Bunun yanında bizim yaşadığımız kabile demokrasisi!’
20 Aralık 2015
Dallas