Kabuğa çekilme hali ya da 'Çöp Devlet'
Ada yarısının ilk sorunu “yoksulluk” ya da “parasızlık” değil bence…
Belki yoksunluk…
Mahrumiyet yaşıyoruz birlikte…
“En önemli sorun ne” sorusuna karşılık tüm kamuoyu araştırmalarında ilk sırada “ekonomi” başlığı çıksa da yaralarımız cebimizdeki parayla iyileşmiyor.
Kötü yaşıyoruz, asıl mesele bu…
Parası olan hatırlı bir kitlenin de iyi yaşamak gibi bir şansı yok bu şartlarda, onu demek istiyorum.
Hayatlarımızı çevreleyen standartlar son derece geri kalmış, değerlerimiz yozlaşmış, güvensizlik büyüdükçe büyümüş…
***
Çok pis bu ülke…
Her yer pis…
Sokaklar, denizler, kıyılar, dağlar, parklar, yollar, kaldırımlar ve insanlar…
Siyaset de pis gündem de…
“Çöp Ev” derler ya hani…
“Çöp Ülke” burası!
Hatta tanınmasa dahi “Çöp Devlet…”
Bürokrasi, uluslararası hukuka saygısızlık, yolsuzluk ve rüşvet, kontrolsüz nüfus ve yasa dışılık anlamında kullanıyorum bu tanımı…
***
Çevrenize bir bakınız lütfen, ekonomik sorunu olmayanlar sizce mutlu mu?
Hep bir huzursuzluk hali, hep bir endişe…
Kendini güvende hissetmiyor kimse…
İllaki “can güvenliği” değil mesele bir de “gelecek” var…
***
En yakıcı buhranımız “kısıtlılık” hali gibi görünüyor; altyapıda, organizasyonda, demokraside, denetimde, üretimde, hizmette…
El yordamıyla yürüyor her iş!
Ne bir standart var ne de kalite…
Böyle olunca ekonomik ya da sosyal konumunuz ne olursa olsun güzel hayat imkanı kalmıyor.
Kılığınız kıyafetiniz istediği kadar temiz tertipli olsun ne fark eder, sonuçta “çirkef”e adım atıyorsunuz her sabah uyandığınızda…
O çirkefin içinde yoğruluyorsunuz.
Kirleniyorsunuz.
Tepeden tırnağa kirlenmiş bir yerde insan olmak zor!
Bankalarda onca mevduat yetmez bu kiri örtmeye… Servetiniz olsa ne olacak, en ihtişamlı araçlarınız, en görkemli evleriniz, en pahalı kostümleriniz…
Üstüne üstlük bir de yoksulsanız ve kiminiz kimseniz yoksa işinizi görecek…
O zaman ömür dediğiniz uğraş tam bir çileye dönüşüyor…
***
İnsan yarınlarına dair hayal kuramıyorsa…
Nefes alamıyor demektir.
Boğazlarımızda bir düğüm gibi duruyor gelecek kaygısı…
***
Salyangoz yağmurdan sonra çıkar ortaya…
İstediği gibi bir dünya yoksa eğer kabuğuna çekilir.
Kendine gizlenir…
Öylesi bir “kabuğa çekilme” hali yaşadığımız…
O kabuğun içi de dışarıdan beter üstelik…
Fotoğraf: Tevfik Ulual
“Git demekle gitmez”
Kıbrıs’ın kuzeyinde farklı bir siyasi iklimle yüzleşiyoruz; “Hükümet” yerine muhalefete muhalefeti yeğleyen bir grup var.
Kendilerini “karşı çıkmak” üzerinden var ediyorlar.
Demokrasi içinde hepsi…
***
Son günlerde “Utan ve Git” söylemi öne çıktı.
Bizi yönettiğini iddia edenlere bunu haykırmak için her birimizin onca sebebi var.
Cumhuriyetçi Türk Partilerin yoğunluklu olduğu önemli bir kalabalık bu sese katıldı.
Kimi açık açık söylüyor kimi karnından…
Kimileri de bu söyleme dudak büküyor.
İlk eleştiri Halkın Partisi lideri Özersay’dan geldi: “Git demekle gitmez!”
Bir noktada haklı (!)
En nihayetinde Özersay gibi bir ortak bularak hükümete yeniden tutunabilirler.
***
Muhalefeti, Meclis’i terk etmediği için eleştiriyor Özersay…
Kudret Hocam, Meclis’ten çekilerek Doğu Akdeniz Üniversitesi’ndeki işine dönerken, kendi vekillerini dahi ikna edememişti.
Partiyi birlikte kurduğu, seçime birlikte girdiği, sandıktan birlikte çıktığı en yakınlarını…
Olmadı!
Tutmadı!
***
“Dörtlü Hükümet”ten güya Serdar Denktaş’ın oğluna verilecek bir arazi için çekilmişti Özersay!
Ersin Tatar’la ortaklık kurmuştu sonra…
O Tatar Cumhurbaşkanı seçtirildi ardından…
***
“Dörtlü Hükümet” dağılmasaydı eğer siyasi tarihimiz sizce nasıl şekillenirdi?
Tatar, Cumhubaşkanı olabilir miydi örneğin?
Üstel, Başbakan olur muydu?
Onca arazi peşkeş çekilir, onca ihale yolsuzluğu yaşanır, onca vurgun gerçekleşir miydi?
Demokrasi böylesine elden gider miydi o zaman?
“Git demekle gitmezdi” mutlaka!
Yol verilmeseydi eğer…
“Paranoyak Milliyetçilik”
"Paranoyak Milliyetçilik nasıl yozlaştırıyor?" başlıklı bir makale yayınladı, Economist.
“Kinik politikacılar, güvensizlik ve nefreti körükleyerek milliyetçiliği istismar edebileceklerini öğrenmeye başladılar. Bu politikacılar aynı zamanda Paranoyak Milliyetçilikleri körükleyerek kendilerine ve yandaşlarına fayda sağlamak için kullanıyorlar. Araştırmalar 2012'den bu yana hükümetlerin çok daha milliyetçi olduklarını ve ne kadar milliyetçi olurlarsa o kadar yolsuzluğa meyilli olduklarını gösteriyor. Paranoyak Milliyetçilik ne yazık ki kaybolacak gibi görünmüyor. Liderler birbirlerinden öğreniyorlar.”
Tam da bunu okurken ‘paranoyak milliyetçilerden’ biri, Devlet Bahçeli, Kıbrıs’ı andı: "Artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti demeye gerek yok, Kıbrıs Devleti demek gerek."
Kazakistan'da yapılacak “Türk Devletleri Teşkilatı Toplantısı”na KKTC gözlemci ülke olarak katılacak ama Türkiye Süper Kupa finali Lefkoşa’da değil Sudi Arabistan’da oynanacak.
Türkiye’deki uluslararası her organizasyona da “Kıbrıs Cumhuriyeti” gidecek pek tabii...
***
Kıbrıs devleti!
Biz de “Kıbrıs ülkesi” diyoruz zaten…
Ha gayret, az kaldı…