1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. Kaçacak yer, direnmekten başka çare yok…
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

Kaçacak yer, direnmekten başka çare yok…

A+A-


Mehmet Akif Ersoy, Safahat’ında;  “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!/Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?/ “Tarih” i “tekerrür” diye tarif ediyorlar/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diye sorar.

ABD’den Avrupa’ya kuvvetle esmekte olan sağcı, ırkçı, milliyetçi, muhafazakâr rüzgârlara bakılırsa;  geçen yüzyılı acılara boğan, on milyonlarca insanın canına malolan ikisi büyük, onlarca savaş ve iç savaştan ders almamışız. Yeni faşizm ve ırkçılığın, yeni muhafazakârlığın siyahın her tonunda belirginleştiği bir dönemde sadece bölgemizde değil, dünyanın dört bir yanında barışın sesi cılızlaşıyor. Küresel kapitalizme karşı, emeğin ve ezilenlerin küresel ittifakını kuramadı insanlık. Şimdi bir kez daha ırkçılık ve faşizmin, savaş ve kötülüğün küresel yükselişine karşı “insan ittifakını” kurmanın çok gerisinde. Bizi kendi ürettikleri kavramlara sıkıştırmayı başardıkları için bölüp parçalayanlar, bizler bu acılı tarih boyunca ürettiğimiz kavramlara sımsıkı sarılamadığımız için yeni bir ölüm kasırgası çöküyor üzerimize.

Batıdan doğuya, kitleleri dalgalandıran liderlerin, kendi Rabialarını sıralarken aynı dili konuşuyor olmaları çarpıcı: Tek millet, tek vatan, tek bayrak! Tekleşmenin, “bir olup diri olmanın” iştahı, milyonları sürüklüyor arkasından. Çok olmanın, çoğul olmanın, çok sesli, çok renkli olmanın hükmü kalmıyor bu kitlesel histeride.

Savaşın kapkara bulutları, ölümün kıpkızıl kanına dönüştüğünde ancak, insanlık bir durup “ben ne yaptım kendime?” dese de, bu anlaşılan o ki “geçici insanlık durumu”… Kısacık bir an insanlık tarihinde… Ardından yine savaş çığlıkları!

*   *   *

31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin o zamanki AET’ye başvurmasından bugüne geçen 57 yılda Avrupa’nın anlamadığı, anlamak istemediği için direndiği sonuç bugün Erdoğan’ın dinleyicilerini coşturan iki kelimesiyle özetleniyor: “Sen Kimsin?!”

Avrupa çoktandır güçlü ve kendinden emin biçimde “ben demokrasiyim, ben eşitlik ve adaletim, ben temel hak ve özgürlüklerim, ben barış ve istikrarım” diyemediği için Erdoğan’ın sesi daha da gürleşiyor.

Üzerine gelecek sığınmacı dalgasının endişesiyle, Erdoğan’ın yüksek perdeden çıkan sesinin şaşkınlığı birbirine karışan ve çoktandır güç merkezi özelliğini yitirdiğinin farkında olan Avrupa, Türkiye’nin demokratikleşmesine, barış ve istikrarın Avrasya’da teminat altına alınmasına katkı sunacak bir ülke haline getirilmesi fırsatını çoktan kaçırdı. 2004’te Kıbrıs’ta heba edildi son umut. Sonra arkası hızla geldi…

Avrupa ile özdeşleşen “liberal demokrasi” dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de soldan sağa tüm kesimler tarafından küçümsenmişti. Her kesimin kendine göre haklı argümanları olsa da, Avrupa’da filizlenip tutunmaya çalışan “liberal demokratik değerler” küçümsenmek yerine güçlendirilmesine, derinleştirilip köklenmesine katkı sunulsaydı dünyamızı taşıyabileceği iklim hiç kuşkusuz bugünkünden ve çok yakın gelecekten daha yaşanılır olacaktı. Şimdi elimizde dağılmanın eşiğinde bir Avrupa, Trump Amerika’sı, Putin Rusya’sı ve AB müktesebatı ile kazanılmış tüm demokratik hakları teker teker yok hükmünde saymakla işe koyulan Erdoğan Türkiye’si var. Bu yeni Türkiye’nin Rabiası, 1930’lardaki tek tipleştirmeye rahmet okutacak cinsten. Lâkin bu, ne eski Türkiye’ye ne ağzımızdan burnumuzdan zorla tıkıştırılmaya çalışılan yeni Türkiye’ye razı olmamız anlamına geliyor.

Enerji ve güç alanı mücadelesinde istikrarsızlaştırılması, kan ve şiddete boğulması kaderi haline getirilen Ortadoğu’dan akan milyonlarca sığınmacının siyasi koza dönüştürüldüğü, enerji güvenliği için koskoca bir coğrafyanın cehenneme döndürüldüğü bir dünya bu… Kendi değerlerine ahlaksızca ihanet eden Avrupa ve Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü ellerini oğuşturarak izleyenlerin yarattığı yeni bir dünyadayız artık… Lâkin bu ne Avrupa’nın yarım yüzyılda havlu attığı demokratik değerlerini elimizin tersiyle itmemiz, ne de Avrupa’nın işlediği suçları görmezden gelmemiz anlamına geliyor.

Bu yeni dünyada artık kafa karışıklığının, “ama” larla başlayan cümlelerin, ikircikli duruşun, romantik umutların yeri yok…

Bu yeni dünyada sadece ve sadece sert, katı, keskin bir mücadelenin, direnişin yeri var…

Artık kaçacak yerimiz, direnmekten başka çaremiz yok. İnsanlığın barış, kardeşlik, özgürlük, eşitlik ve adalet mirasını bizden kalacak olanlara olabildiğince az kayıp ve hasarla teslim etme noktasındayız… Bu, kimimizi karamsarlığa sürüklese de, aslında insanlık tarihi kadar eski bir hikâyenin parçası, mirasçısı ve taşıyıcısı olma fikri cesaretlendirmeli bizleri.

Direnmek boşuna değil… Hiç değil… Kalacak olanlara bir borç… Tek tek kendi atfettiğimiz değerden gayrı değer taşımayan hayatlarımızı anlamlı kılmanın belki de en iyi yolu… Yeni bir keşif de değil üstelik. Yoksa hangi cümlelerin üzerine kurabilirdik bu cümleleri?...

Bu yazı toplam 3443 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar