1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kaçınılmaz Hadise
Kaçınılmaz Hadise

Kaçınılmaz Hadise

Modern tıp, ne pahasına olursa olsun insanların hayatlarını uzatabilme çabasındayken hayat kalitesinin bu süreçte tam da bu müdahaleler sonucu büyük ölçüde zarara uğrayabildiğini göz önünde bulunduramamıştır.

A+A-

Reşide Gökçebağ
[email protected]

Hayatta kimin ne yapacağı, ne yaşayacağı belli değildir. Kimimiz profesyonel hayatımızda yüksek rütbelere erişiriz, ödüller kazanırız, kimimiz dünyayı gezeriz, farklı kültürlerle haşır neşir oluruz, kimimiz doğduğumuz köyden, mahalleden ayrılmaksızın sade nimetlerle tatminkâr rutin bir hayat sürdürürüz, kimimiz ister istemez ülkeden ülkeye göç ederiz, kimimiz ise gerçek tutkuyu, sevgiyi tadarız, kimimiz hayatın gizemlerini keşfederiz. Hepimizin ortak olarak tek tecrübe edeceği hadise ölümdür. Yine nasıl öleceğimiz de belli değildir, belli olan bu hayatın bir gün sona ereceğidir. Ölüm konusu günümüzde tabu haline gelmiştir. Ölüm ve ölme süreci günlük tartışmalarımızda çok nadir yer alan bir konudur ve konuşulsa da, bizden çok uzak bir olaymış gibi bahsedilir. Özellikle daha yaşlı sevdiklerimiz dünyadan göç etmeleri hakkında, buna ilişkin arzularından ve vasiyetlerinden bahsetmeye kalkıştıklarında konu değiştirilir; bu tepki gerçek sevgi olarak algılanır.

Hayatlarının son dönemlerinde yine sevgi adına isteksizce hastaneye yatırılan yaşlı aile bireylerinin mücadele etmemeleri, ya da ‘yaramazlık’ yapmamaları için suni komaya maruz kaldıkları duyulmadık bir olay değildir. Evde, huzur içinde sevdikleri ile beraber hayata veda edenlerin sayısı çok nadir hale gelmiştir. Elbette doğal olarak bu tablo kaza benzeri sebeplerden dolayı acil tıbbi müdahaleye ihtiyaç duyanları ve olay anında hayata veda edenleri kapsayamaz. Fakat genel anlamda, ölüm çok anormal ve her halükarda önüne geçilmesi gerekilen bir süreçmiş gibi algılanır hale gelmiştir. Hatta çok doğal bir fizyolojik süreç olan ölüm tıpkı doğum, yani dünyaya gelme süreci gibi tıbbi paradigmaya terkedilmiştir, ve medikal bir olay haline gelmiştir. Modern tıp, ne pahasına olursa olsun insanların hayatlarını uzatabilme çabasındayken hayat kalitesinin bu süreçte tam da bu müdahaleler sonucu büyük ölçüde zarara uğrayabildiğini göz önünde bulunduramamıştır. Cansız hastane odalarına ve sağlık sektörü çalışanlarına devredilmiş ölüm sürecinden uzaklaştırılan insanlık, aslında bize çok yakın ve insani bir tecrübeden yabancılaşmıştır. Kovid döneminde bu durum daha da vahimleşmiştir. İlla ki bir gün sevdiklerimiz ya da kendimiz bu süreçle karşı karşıya kaldığımızda yüzeye çıkan son derece karmaşık ve yabancı duygularla nasıl başa çıkacağımızı, en nihayet ecelleriyle yüzleşen kişiyi nasıl teselli edeceğimizi bilemeyiz. Nihayetinde  “ölüm” tüm hayatımız boyunca kaçtığımız hadise değil midir? Yazar David Deida der ki, ‘’Hemen hemen yaptığın her şeyi ölmekten korktuğun için yaparsın. Ancak, doğduğun andan beri tam da yaptığın şey ölüyor olmaktır.’’

Manevi veya dilerseniz psikolojik açıdan son lahzamıza yediğimiz darbe yetmezmiş gibi, özellikle Batı dünyasında ölüme bir de endüstriyel darbe gelmiştir, özellikle ölüm sonrasındaki süreç endüstrileşmiştir. Çağımızda sevdiklerini kaybedenlere tabut kataloğu sunuluyor, talebe göre mumyalama ve yakma gibi farklı farklı servisler öneriliyor ve bunların birçoğunun yükü mali ve çevresel açıdan ağır olabiliyor. Örneğin, cenaze töreni gibi hiçbir servise tabi tutulmayan bir bedenin krematoryum fırınlarında yakılması bile havaya zararlı gazlı emisyonlar yayar. Defnedilen bedenlerin yerleştirildiği dolgulu kumaşla astarlanmış gösterişli çelik tabutlar geri dönüşümlü değildir, toprağa zarar verir ve bu tabutlar bazı durumlarda yer altında beton bölmelere yerleştirilip gömülür. Neyse ki alternatif olarak Green Burial, yani ‘yeşil defin’in popülerliği artış görmektedir. Bu tarz definlerde beton bölmelere, dışı çelikten yapılmış, içi polyester dolgulu ve kumaşlı tabutlara, zararlı kimyasallara yer verilmez. Bedeni giydirmek ya da kefenlemek için sentetik kumaşlar kullanılmaz. Ahşap gibi geri dönüşümlü tabut kullanılır veya beden tabutsuz halde doğrudan toprağa gömülür. Aslen İslami kökenlere dayanan sade defin geleneğimizin ‘‘Green Burial’’ kavramına çok yakın olması dikkat çekicidir. Defin geleneğimizin çevresel etkisini hiç düşündük mü acaba? ‘’Topraktan geldik, toprağa gidiyoruz’’ sözü ancak defin gerçek anlamda çevreye zarar vermeden gerçekleşince yerini bulur. Yoksa yaşamımız boyunca biriktirdiğimiz atıklar yetmezmiş gibi bir de toprağa girince zararlı atık biriktirmeye devam etmiş oluruz.

Ölümün kimi hangi yaşta bulacağı da kesin değildir. Son Kıbrıs ziyaretimde bir hafta içinde iki tanıdık hayata veda etti ve bunların bir tanesi 19 yaşındaki bir kardeşimizdi. Çok düşündürdü beni vefatı. Acaba kaza öncesi evden ayrılmadan önce annesini son bir kez sımsıkı kucakladı mı? Ona neler dedi? Ya babası, kardeşleri ile son görüşmesi nasıl oldu? Kaza anlarında aklından, kalbinden neler geçti? ‘’İnsan’’ kelimesi ve ‘’nisyan’’, yani unutkanlık, kelimesi benzer kökten gelir. Unutkanlık insanlık halidir. Bunu göz önünde bulundurarak, tam da yeni yıla girerken, her görüştüğüm kişiyle, sevdiklerimle, hayatımın kesiştiği her hayatla son temasımın olabildiğince huzurlu şartlarda olmasını diledim, hedefledim. Kendimiz ölmeden başkalarının hayat ve ölümlerinden alabileceğimiz birçok ders vardır ve bu dersler herkes için farklı olabilir, o dönemde ihtiyaç duydukları bir husus olabilir.

Daha kırk yaşını bulmadan dul kalan bir kadının benimle paylaştığı bir konudan çok etkilenmiştim. Konuşurken gözleri dolmuştu. ‘’Eşimi sevdim ama daha da çok sevebilirdim,’’ demişti. Sık sık düşünürüm, acaba en son sevdiklerimin gözlerinin içine ne zaman tüm dikkatimle baktım, tüm kalbimle sarıldım, hayatımda olduklarına içtenlikle şükranda bulundum. Bu duygular hayattaki sayısız nimetler için de geçerlidir; her güzelliği tüm varlığımızla tatmak, hissetmek. Tüm varlığımızla yaşamak.

Edebiyatta Nobel Ödülü’nü kazanan ve 5 Ağustos 2019 yılında hayata vedan eden ABD’li kadın yazar Toni Morrison’a dair Pieces I Am belgeselinde, Opray Winfrey şöyle der:

Song of Solomon romanının sonlarında, karakterlerden birisi cenaze sırasında der ki, “Ve o, seviliyordu. Ve o, seviliyordu.” Bu her hayatın marşı olsa gerek. Bu gezegene gelip ne yaparsanız yapın, ne başarırsanız başarın… Ödül olsun veya olmasın, diploma olsun ve ya olmasın, başarı olsun ve ya olmasın… Bence insan olmanın, yaşıyor olmanın, Dünya’da iyi yapmış olmanın özünü yakaladı.

Bu haber toplam 4143 defa okunmuştur
Gaile 490. Sayısı

Gaile 490. Sayısı