1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3.  Kadın-Kırımı
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

 Kadın-Kırımı

A+A-

Femicide sözcüğü, genoscide yani, soykırım sözcüğünden türetildi. Kadın-kırımı anlamına geliyor. Bu sözcük ilk defa 1801 yılında kullanılmışsa da, kadına yönelik şiddet çok eskilere gider.

Antik Roma’da bir erkek, “onuruna ve malına zarar veren” bir kadını dövme, hatta öldürme hakkına sahipti. İngiltere’de 18.yüzyılda erkekler “aile disiplini” adına kadınlara, baş parmaklarından daha kalın olmamak şartıyla değnekle dayak atma hakkına sahiptiler. Bilindiği üzere, “Cadı Avı” zaten kelimenin tam manasıyla femicide idi.

 İlk feministlerin uğraşları sonucunda ilk defa 1871 yılında ABD’nin Alabama vilayetinde erkeklerin kadınları dövmesi yasayla yasaklandı.

1960’lı yıllarda İkinci Dalga feministleri ilk defa kadın koruma evleri açtılar. Erkekler tarafından dövülen ve tecavüz edilen kadınları korumak için İngiltere’de 1971’de, Avusturalya’da da 1974 sığınma yerleri açıldı.

1970’li yıllarda feministler toplumsal cinsiyet ayırımına dikkat çekmek ve itiraz etmek için yoğun bir mücadele başlattıklarında femicide sözcüğünü daha sık sık kullanmaya başladılar.

Fakat maalesef hala pek çok ülkede femicide devam ediyor.

Fiziksel ve cinsel şiddete dünyanın her yerinde rastlıyoruz fakat bazı ülkelerde durum hepsinden kötüdür. Birleşmiş Milletler dünyada 25 ülkede femicide uygulandığını ve bunların on dördünün Latin Amerika’da yer aldığını söylüyor. Özellikle fakir ve translar gibi marjinalize edilen kadınlar şiddete en çok uğrayan kadınlar arasında yer alıyor.

Bu durumu protesto etmek için feministlerin Meksika’da başlattığı #NiUnaMas (Bir Kurban Daha Olmasın) kampanyası süratle bütün Latin Amerika ülkelerini yayıldı ama cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.

Hala daha “namus ve onur” cinayetlerinin işlendiği Türkiye’nin durumu daha iyi değildir.

Gelgelelim kadına yönelik şiddet sadece az gelişmiş ülkelerde görülen bir olgu değildir. Örneğin Almanya’da her gün en az bir cinayet teşebbüsü oluyor ve bu teşebbüsler “başarılı” oluyor. Her üç günde bir kadın partneri tarafından öldürülüyor. Durum böyle olduğu halde, ülkede yeteri kadar sığınma evi yoktur.

Evet, inanılır gibi değil! En zengin ülkelerden biri olan Almanya’da kadınların sığınacağı yerler sınırlıdır ve binlerce kadın çaresizliğe terk ediliyor.

Ülkemiz Kıbrıs’ta da durum pek iç açıcı değildir.  

Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğim bir sığınma evinde çalışanlar, Kıbrıs Rum toplumunda her beş kadından birinin şiddete maruz kaldığını söylediler. Kıbrıs’ın kuzeyinde de her üç kadından biri şiddet görüyor. Bu rakamların daha yüksek olması kuvvetle muhtemeldir.

Geçen yıl ada, bir seri katilin kadın cinayetleri ile sarsıldı. Öldürülen kadınların yabancı olması, sekssizim ile ırkçılığın içi çe olduğunu bir kez daha gösterdi. Toplumsal cinsiyet eşitliğini kabul eden bir ırkçıya rastlamak zaten pek mümkün değildir.

Yine geçen yıl bir Kıbrıs Rum lisesinde bir öğrenci başı örtülü olduğu için okul müdürü tarafından okuldan atıldı. Yoğun baskılar sonucunda öğrenci okula döndü ama bu ırkçı davranışı sergileyen okul müdürü terfi edilircesine prestiji yüksek bir liseye atandı.

Evet, bir kadınlar gününü daha kutluyoruz! Daha doğrusu, kadınların mücadelesini simgeleyen bir 8 Mart’tı daha yaşıyoruz.

Yaşananlar bir kez daha gösteriyor ki, ataerkil yapılar sona ermeden toplumsal cinsiyet ayırımı sona ermeyecek.

Ve, toplumsal cinsiyet ayırımı sona ermediği sürece en “ileri” demokrasi bile eksik kalacak...

Bu yüzden, kadınların mücadelesi adalet ve demokrasi mücadelesi olarak anlaşılmalı ve aktif biçimde desteklenmelidir.

Bu yazı toplam 3062 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar