Kadın Olmanın Derinlikleri
Kadın ve erkek meselesi her toplum ve her çağ için kendine özgü şekiller almıştır. Hatta her özel ilişkinin de apayrı dinamikleri olduğu söylenebilir.
Yılmaz Akgünlü
[email protected]
Kadın sorunuyla bu dünyada yaşadığımız sorunlar arasında nasıl bir ilişki var? Genellikle sorunları, aralarındaki ilişkileri göz ardı ederek birbirinden ayrı şeyler ya da zayıf bağlantıları olan konular gibi ele alma eğilimindeyiz. Böyle yaparak, yani sorunları parçalayarak onları daha kolay çözebileceğimizi düşünebiliriz. Ancak bütün sorunlara kaynak olan temel düşünme ve yaşama alışkanlıklarımızı göremezsek yeterince derin bir şekilde sorunları çözmemiz zor gibi görünmektedir.
İkinci Cins’te şöyle der Simone de Beauvoir, “Kadınlar hem erkek dünyasında yaşamakta, hem de bu dünyayı yadsıyan bir küre içine kapanmaktadırlar; ve tabii bu küreye kapanıp erkek dünyası tarafından da kuşatıldıktan sonra, hiçbir yere rahatça yerleşememektedirler.” Peki bu küreden çıkış mümkün müdür? Bu çıkış hangi derinlik düzeylerinde olmalıdır? Kadın’ın özgürleşmesi erkeğinkinden ayrı tutulabilir mi? İki cins ya da daha fazla cins arasındaki etkileşim sağlıklı olmadan mutlu olunabilir mi? Kadın erkeksiz erkek kadınsız yaşayabilir mi? İnsan kendisi olmadan yaşayabilir mi?
Beauvoir İkinci Cins’i yazdıktan sonra hiç beklemediği şekilde sol kanattan ve Marksistlerden de çok olumsuz tepkiler aldığını söyler. Marksistlere göre sorunlarımızın kaynağı sınıf mücadelesidir der Beauvoir, o yüzden kadın sorunu onları için ikincil kalmaktadır. Öte yandan siyasi, toplumsal çözümlere fazla odaklı kişiler ya da akımlar, işlerin ardındaki bireysel nedenleri ya görmez ya da gündemlerine almazlar.
Bu karmaşık sorunun ardında insan düşüncesindeki ve sorunlara bulunan reçetelerdeki kolaya kaçma eğilimini hemen fark edebiliriz. Kısacası eğer olayları birkaç değişkene bağlı olarak herkesin anlayabileceği bir şekilde açıklarsanız onları bir şemsiye altında toplayabilir ve kolay anlaşılır felsefenizi yayabilirsiniz. Sonra da bu felsefeye uygun bir eylem planı (bütün temel değişkenleri gözününe almadığı için kısıtlı olacak olan) başlatırsınız. Marksizm çok anlaşılır ve haklı olarak sanayileşen bir çağda emeğin sömürülmesine odaklanmıştı. Getirdiği çözüm ise basit bir biçimde proleteryanin yapacağı devrim yolluyla işçi sınıfının iktidara gelmesi ve üretim araçlarının devlet kontrolüne geçmesi, özel mülkiyete son verilmesi ve böylece eşitliğin sağlanmasıydı. Marx’ın düşünceleri bundan ibaret değildir elbette. Marx sağlıklı bir topluma giden yolun kendini gerçekleştiren bireylerden meydana geldiğini fark etmişti. Erich Fromm, Marx’ın İnsan Anlayışı adlı kitabında Marx’ın çarptırılan ya da geri plana atılan düşüncelerini sıkı bir biçimde tartışmaktadır.
Marx’ın teorisi temel olarak ekonomik bir teoriymiş gibi popülerleşmiştir. Oysa Erich Fromm’a göre “Marx için en önemli hedef, topluma yararlı olacak şeylerin üretimi değildir. Çünkü çok sayıda faydalı şey üretildiğinde bir o kadar faydasız bir kalabalık da üreyecektir… israf ile tasarruf, lüks ile mütevazilik, zenginlik ile fakirlik yalnızca görünüş itibariyle karşı karşıyaymış gibidirler. Aslında bunların hepsi eşit ve aynıdır.”
Marx insanı çok daha geniş ve bütün yönleriyle incelemişti, ama öğretisi uygulamada dar sınırlar içinde kaldı. Aynı şekilde bütün kuramlar pratiğe konduklarında zamanlarının kısıtlamalarından nasiplerini alırlar. Bu nedenle salt kuramlara değil, dünyayı nasıl anlayıp anlamlandıracağımızı öğrenmeye ihtiyacımız var. Kadın sorunu da bu anlayışla ele alınmalıdır.
Sorun bir konuyu bütünlemesine ele alıp görmemizi engelleyen düşünme biçimimizden kaynaklanmaktadır. Olayları insan ne yaşadı, nasıl bu hale geldiye bakarak (yani tarihselliği içinde) inceliyoruz. Öte yandan asıl söz konusu olan “insan” şimdi ne yaşıyoru denkleme dahil etmediğimizde görüntü hayli eksik kalmaktadır. Buna bir de şunu eklemek durumundayız. Ben şimdi ne yaşıyorum? Çünkü kadın sorunu, işçi sorunu derken bizzat kendi sorunumu/durumumu algılama, kavrama zorluğu yaşıyor olabilirim. Bu Batı felsefesinin dünyayı açıklama girişimlerinden kaynaklanan yaygınlaşmış bir hata. Her birey bu dünyayı yalnız başına ve sonra da yakınındaki dayanışabileceği insanlarla birlikte anlamlandırmak zorundadır. Çünkü yüzyıllar içerisinde iktidarlar kendi işlerine gelen şekilde düşünce dünyasını finanse etmişlerdir. Gerek din gerekse felsefe, günlük yaşamdan, sıradan insanın sorunlarından kopmuştur.
Bu yüzden kazanmamız gereken düşünceler ya da bilgiler değil; düşünme, hissetme ve olguları “doğrudan yaşamın içinde” kavrama becerisidir. Yaşantımızı iyileştirecek olan budur. Bugün Kadın sorununa bu bakış açısından bakacak olursak, kendi aklını başkalarına emanet etmiş kadın ve erkekler görürüz. Eğer bir erkek ya da kadın her gün birlikte yaşadığı eşiyle iletişim kurup, ne yaşadıklarını birlikte görüp çözme girişiminde bulunamıyorsa o erkek ya da kadın ister feminist olsun, ister ataerkil düzenin bir parçası hiçbir şey fark etmez. Sonuçta eşinin (ya da sevdiği insanların) yaşadığı sorunlarla beraber o da acı çekecektir. (belki de acı bile çekmeyecek acıdan çok kötü olan derin bir hissizlikle yaşamsal yoğunluğunu, varoluşunu kaybedecektir.) Çünkü bir insanın kendini gerçekleştirmesinin en temel yolu gerçek samimi, sevgi dolu ilişkiler kurabilmesidir. Oysa yaşantımıza dar ideolojik kalıplardan bakmak etkinliğimizi ve canlılığımızı ortadan kaldırır, samimi ilişkiler kurmamızın önünü tıkar.
Kadın ve erkek meselesi her toplum ve her çağ için kendine özgü şekiller almıştır. Hatta her özel ilişkinin de apayrı dinamikleri olduğu söylenebilir. Eğer bir birey, bir insan olarak gelişimini, varoluşumu dikkate almazsam sorunlarımı kavrayamam, hazır kalıplara tutunmaya çalışırım. İnsanlarla ilişki kurmanın yolu kendimizle ilişki kurmaktan geçer. Ezme ve ezilme diyalektiği çok dikkatlice yaklaşmamız gereken bir konudur. Kim neyi eziyor? Bana sorarsanız tek tipleşmiş erkek egemen düzen erkek kadın demeden herkesi eziyor. En başta tabii ki kadınları, yoksulları, azınlıkları. Ancak erkekler de dahil bütün toplumsal kesimler öyle ya da böyle, çeşitli biçimlerde ezilmektedirler, ezilmeseler de ruhsal olarak yoksullaşmaktadırlar. Kendisine güç, iktidar ve para hediye edilmiş egemenler bundan daha mı az zarar görmektedirler? Başkaları acı içindeyken onların acısını hissetmeden ve iyileşmelerine katkıda bulunmadan bencilce yaşamak bir insanı ne kadar mutlu kılabilir ki? Karınları doyar, sırtları sıcak olabilir, ama böyle insanların insanlıklarını ne ölçüde gerçekleştirebilecekleri kuşkuludur.
Bu nedenle derinlikli bir psikolojik ve manevi yaklaşım kadın sorununu anlamada ve çözüm bulmakta elzemdir. Bütün koşulları eşit hale getirseniz de bireyler yaşamı coşku, neşe ve huzurla yaşamayı bilmiyorlarsa birbirlerini ezmek, yok saymak ya da başka bir tür saldırgan tutum içinde olmaktan kurtulamayabilirler. Kadın sorunu ya da emekçi sorunu ya da ırkçılık en önemli sorunlarımız olabilirler. Ama bu, insan olma, birey olma sorunumuzdan asla ayrılamaz bir sorundur. İnsanlarla insan olamıyorsak, kendimiz insan olamıyorsak, insan olmanın, kendi olmanın eşsiz, sade ve mucizevi güzelliğini takdir edemiyorsak adil bir düzen kursak ne yazar?
Cahilliği Doğru Anlamak: Kadın sorununu anlarken ne kadar açıkgörüşlüyüz?
Cahil olmakla olmamak arasındaki temel fark nedir diye sorulursa bunun ölüm kalım meselesi bir fark olduğu söylenebilir. Cahillik yok oluş, ıstırap getiren bir şeyken aydınlanma ise kurtuluşu, esenliği vaad eder. Cahillikten kurtulmak bir insanın anbean kendisinin farkında olmasıyla mümkün görünen bir uyanma, bilinçlenme yolu. Neden bilinçleniyoruz? Neden cahillikten çıkmaya uğraşıyoruz? Çünkü varoluş otomatik bir şey değil, bize bütün imkanlar sunulmuş olsa da eğer çabamız kısıtlıysa var olmanın hakkını da vermemiz zor. Kadın konusu da öncelikle bir bilinçlenme meselesi olarak ele alınmalıdır. Bilgilenme değil, bilinçlenme. Bilgilenme kolaydır, birkaç ders alırsınız biraz kitap okur ve tartışırsınız ve bilgi sahibi olursunuz. Bilinçlenme ise çok daha etkin, tam ve en üst düzey bir çaba, sınırları zorlayan bazen acı verici bir açılımı gerektirir.
Bu nedenle Kadın sorunu hakkında “bilinçlenmeyi” önemseyeceksek, bu da sıradan bilgilerimizin ötesinde bir bakışa ulaşmayı gerektirmelidir. Bunlar tamamlanmış hazır reçeteler ve çözümler değil, sorular, sorgulamalar, doğaçlamalardır. Bilinçlenme açılımdır, salt akli bir faaliyet değil, duygu ve eylem durumunda yeni ve daha üst bir seviyede yaşadığını hissedebilmektir. Sorgulama altüst etme, içini dışarı çıkarma, tersten okuma, aşma gibi hamleler içeren bir atılımdır.
Kadın sorunu açısında bu dinamik açılımın temeli olarak uzun, geniş bir Kadın kimdir sorusuyla işe başlanabilir mi? En bilindik ve alt düzey anlamıyla kadın bir cinsiyettir, insanın diş olanıdır. Bir sonraki seviyede Kadın toplumsal bir tabaka, dişi doğan bir varlığa yüklenen sosyal bir anlamdır. Ondan oynanması beklenen roller vardır. Ve bir toplumda genel olarak, çoğunluğa yerleşmiş bu rol kadın olmanın anlamını ve yapısını belirleyen bir şeydir.
Kadının bunun dışında bir anlamı var mıdır? Aslında diğer anlamlarından kopuk olan değil, ama o anlamları tamamlayan onları kapsayan ve belki de sadece dişi olarak kadında değil ama dışlanan, ezilen, kadınlaştırılan her varlıkta bulunan bir şey. Ve kadın sadece ezilmek, hor görülmek, bir şey bilmemek midir? Dünyanın dışında mı durmaktır?
İşte bu kapsayıcı, alt anlamları aşan Kadın keşfedilmesi gereken bir fenomen, varlığın daimi bir oluş hali olarak Dünya’dır. O varoluşa derin, gizemli bir yaklaşımdır. Varlığa çıkmayı bekleyen büyük bir potansiyeldir. Kadın erkek çıkarıldığı zaman geriye kalandır. Bir şeylerle uğraşırken, yüzeysel anlamda yaşarken bile arkada beklemekte, sabırla, açığa çıkma beklentisi olmadan her şeyi kuşatmaktadır. Hiçbir şey yapmadan her şeyi gerçekleştirir Kadın.
Kadın hiçbir şeyi zorlamaz, her şey kendiliğinden olur ve varlığımızın derinlerindeki kadın da bunun tadını çıkarır. Diyebiliriz ki varlığımız erkekten kadına doğru bir yolculuktur.
Peki bu kadını nasıl gerçekleştirebiliriz. Daha iyi insanlar, kadına yaşamda (kendi tavırlarında) gereksindiği yüce yeri verebilen daha çok kendini var eden ve bunu çevresiyle paylaşarak büyüyen sağlıklı toplumlar olmamız yolundaki temel ilkeler neler olabilir? Bazı ilkeler şöyle sıralanabilir.
Erkek ve kadın olmanın farklı zihin yapılarını, dinamikleri anlayabilmek. Hesapçı, düzen kuran erkek kafasına karşın, daha duygulu ve bütüncül işleyen kadın zihnini deneyimleyebilmek.
Birbirimize ve kendimize kadın ya da erkekler olarak değil insanlar, bireyler olarak bakabilmek. Kadını ve erkek ayırımının bile erkek bir düşünce sistemine ait olduğunu fark edebilmek.
Kadın ve erkek arasındaki diyaloğu önce kendi içimizden başlayarak toplumda yaygınlaştırmak.
Kadın zihnine özgü bir iletişimi, sessiz, işaret eden, içine alan bir tarzı pratik edebilmeliyiz.
Biz kendimizi erkek ya da kadın olarak görüyoruz. Ama bu dünyada yaşayan varlıklar olmamız çok daha büyük bir önem taşımaktadır. Bir konuda sorun yaşadığımızda kendimizden güç almak zorundayız. Bu gücü henüz daha sorunlar oluşmamışken yaptığımız çalışmalarla kazanırız. Düşünmek, okumak, tartışmak ve tavırlar geliştirebilmek bize güç verecektir. Bence hepimiz kadın sorununa sahip çıkmalıyız. Onu en görünürdeki halinden, örneğin kadınları şiddet görmesi ve emeklerinin sömürülmesinden, en derin ve geniş haline, yani doğal, kendiliğinden işleyen benliğimize uygulanan baskılara kadar her yerde fark edebilmeliyiz. O zaman hem kadınlar hem erkekler Kadın sorununu çözmenin kendilerini gerçek ve özgür insanlar yapacağını fark edeceklerdir.
Çağımızda Kadın Sorunu
Günümüzde kadın sorunu tabii ki her kesim açısından çok farklı olsa da, modernleşen, şehirleşen kadının sorunu artık parasızlık ya da haklarının elinden alınması değildir. Kadın ekonomik özgürlükler kazandıkça sorunlarının bir bölümünden kurtulsa da hem evde hem de çalışma hayatında aktif olmak zorunda kalmanın bir getirisi olarak kendisiyle başbaşa kalma, kendini üretebilme ve varlığının çeşitli katmanlarını duyumsayabilme anlamında yetersizlikler yaşayabilmektedir. Kadının yaşadığı sorunu çağımızı koşullarında yeniden incelemek durumundayız.
Bir gün gelir de eğer kadınlar ve erkekler toplumsal roller, statü, olanaklar gibi konularda tamamen eşitlenirse kadın olmak nasıl bir anlama sahip olacaktır? Gelecekte değil ama zaten bunun gerçekleştiği toplumsal kesimlerde neler olmaktadır? Kadın ve erkek olmanın cinsel ve doğum yapmaya ilişkin bir fark olması dışında bir anlamı kalmadığında ne olacaktır? O zaman kadın ve erkek kelimelerine sadece biyolojik anlamlar mı vereceğiz? Yani mesela Lefkoşalı ya da Girneli olmak kadar az şeyi tanımlayan ve belirleyen bir anlama sahip olmasının anlamını düşünmeliyiz. Bir birey kendini hangi derinlikte bir kadın ya da erkek olarak tanımlar? Yaşamla karşılaşmasında ve kendi kimliğini algılayışta bu tanımlamanın ne gibi yansımaları vardır? Kısacası kadın ya da erkek olmak bireyin asli doğasının bir parçası mıdır? Bir yazgı mıdır? Bir erkek isterse kadın olmayı ya da bir kadın erkek olmayı seçebilir mi? Bunlar sorunun gizeminin ortaya attığı tartışmalardır. Bizler insanlar olarak başlıca şu dört alanda kadın ya da erkekler oluruz.
- Biyolojik varlıklar olarak kadın ya da erkek
- Cinsiyet rolleri (karşı cinse yönelik ilgi anlamında)
- Toplumsal rol olarak kadın ya da erkek
- Ruhsal bir eğilim olarak kadın ya da erkek olmak.
Elimizi kalbinize koyun. Sizce hangisi gerçek anlamda kadınlığı yansıtır? Bir kadın belki de cinsiyet ya da toplumsal rol olarak kadın olsa da, yaklaşımı, ruhsal tarzı bir erkek gibi olabilir mi? Yani daha sistematik ve mantıklı düşünen, duygulara ve sosyal ilişkilere daha az yer veren. Ya da şöyle düşünelim bir insan, kadın ya da erkek olsun hem erkek hem kadın gibi olabilir. Her ikisinin iyi yanlarını birleştiren bir karaktere sahip olabilir?
Asıl soru şu: Bir insan ruhsal anlamda kadın ya da erkek olarak tanımlanabilir mi?
Kadın ve erkek olmanın ötesinde daha derin ruhsal değerler ve olanaklar anlamında bir noktada kişiliğimizi bulmak bize Evrensel varlıklar olmanın anlamını ve muhteşem zenginliğini kazandıracaktır. Şu anda kadar kutuplaşmış iki değer alanını kaynaştırmak, cinsiyete yeni anlamlar vermek ve bu anlamları deneyimleyen yeni yaşam yolları inşa etmek Kadın sorununu çözdüğü gibi dünyadaki birçok sosyal ve politik çıkmazların da yeni bir ışıkta aşılmasını sağlayabilir.