1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kadına yönelik şiddet ideolojik ve politiktir!
Kadına yönelik şiddet ideolojik ve politiktir!

Kadına yönelik şiddet ideolojik ve politiktir!

Kadına yönelik şiddet ideolojik ve politiktir!

A+A-


Burcu Okur
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu Aktivisti
[email protected]

“Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” (Maria Teresa Mirabel 1936)

Cümlenin sahibi Maria, Kelebekler olarak da bilinen Mirabel kardeşlerden biri idi. Üç kız kardeş Latin Amerika’da Trujillo diktatörlüğüne karşı yürüttükleri mücadeleler süresince çeşitli tacizlere uğramış ve tutuklanmışlar ancak kararlılıkla savaşmaya devam etmişlerdi. Ta ki bir gün, 1960 yılının 25 Kasım’ında diktatörlük askerleri tarafından arabalarından alınıp tecavüz edildikten sonra vahşice katledilene kadar. Olay kayıtlara araba kazası olarak geçer. Tıpkı tarih boyu iktidarlar tarafından yapılan tüm katliamların çarpıtılması ya da üzerinin kapatılmasında olduğu gibi. Ancak diktatörlüğün beklediği gibi gelişmez olaylar. Edward N. Lorenz'in meşhur kaos teoreminde olduğu gibi Kelebekler’in kanat çırpışları tsunamilere neden olur ve kadınlar daha kararlı bir şekilde diktatörlüklere karşı mücadelelerini büyütürler. 1990 yılında ise BM Genel Kurulu 25 Kasım tarihini Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan eder.

Aslında esas üzerinde durulması gereken konu belki de kadına yönelik şiddetin sadece erkek cinsi tarafından kişiye yönelik, bireylere yönelik bir saldırı olması değil, bu şiddetin tüm egemen ideolojilerce de desteklenen politik bir eylem olduğudur. İçerisinde yaşadığımız beş bin yıldır süregelen ve bize uygarlık olarak anlatılan bu ataerkil düzen aynı zamanda kadının ve ezilen halkların köleliğinin, sömürünün, eşitsizliğin, tahakkümün tarihidir. Bu tarihsel sömürü düzeninin ilk kurbanı kadınlar olduğundan, kadınları ilk ezilen sınıf, ulus ve cins olarak tanımlamak mümkündür. Sömürüye ve şiddete dair geliştirilen neredeyse bütün kavramlar kadın üzerinden geliştirilen kavramlardır. Kadına tecavüz, kadının bedenini ele geçirme veya kadına sahip olma, kadının ‘kocasına’ itaat etme zorunluluğu, kadının daha ilkel veya geri olduğu gibi geliştirilen tanımlar; başka bir ülkenin topraklarına tecavüz, köleye sahip olma, efendiye itaat etme, egemen halklar dışında kalan tüm halkların ilkel olduğu ve ezilmeye mahkûm olduğu gibi genellemeler ile tüm sömürülere model oluşturmuştur.

Gerek dini ideolojiler, gerekse de devlet ideolojileri evlilik kurumunu ve anneliği yüceltirken aslında kadına olması gereken yeri öğretmekte ve kadını eve kapatmayı amaçlayarak mevcut tahakküm düzeninin sürekliliğini hedeflemektedir. Kadınların evden çıkması, toplumsal mücadeleler içinde yer alması, örgütlenmesi, sesini duyurması mevcut otoriteler tarafından çok korkulan bir durumdur. Peki neden korkulur? Neden tecavüz meşrulaştırılmaya çalışılarak kadınlar sokaklardan uzaklaştırılır, neden bedenlerinin varlığı bile tahrik unsuru kabul edilir, neden yaşamın tüm alanında emekleri değersizleştirilir, görünmez kabul edilir ve soyutlanırlar, neden şiddet baskısı ile her alanda pasifleştirilmeye çalışılırlar? Aslında kadınlardan bu korkunun nedeni; az önce bahsettiğimiz kadın üzerinden geliştirilen sömürünün diğer tüm sömürülere model oluşturmasından dolayı, kadının özgürlük mücadelesinin diğer tüm sömürülenlere örnek olacağı ve tüm toplumun kurtuluşunda belirleyici olacağındandır.

Dini ideolojiler kadının erkeğin tohumlarını ekmesi için ona bahşedildiği üzerine kuruludur. Kadın bu sistemde erkeğe bahşedilmiş bir nesne olarak sunulur ve mevcut sistemde ezilen, hiçbir hakkı olmayan, pek çok adaletsizliğe maruz kalan erkeğin kendini efendi olarak hatta kral olarak hissedeceği tek yer evi ve üzerinden her türlü şeyi yapma hakkı olduğu ‘karısı’dır. Böylece kadın üzerinden hakimiyetini ilan eden erkek, kapının dışına çıktığı zaman bu sistemin kölesi olduğu gerçeğini unutur. Bell Hooks bu konu ile ilgili şunları söylemektedir: “Yığınlarca işsiz erkek ve işçi sınıfı erkeği, beyaz üstünlükçü ataerkillik içindeki işlerinde kendilerini güçlü hissetmezler ve mutlak otorite sahibi olacakları ve saygı görecekleri tek yerin ev olduğunu hissetmeleri konusunda cesaretlendirilirler… Bazı erkekler cinsiyetçi cinsel roller hiyerarşisinde iktidarı ve egemenliği yerleştirmenin ve elde tutmanın tek yolunun şiddet kullanma olduğu hissine kapılmaktadır.” Maria Mies ise kadına şiddetin ve tecavüzün egemenlerin politik tutumu olduğuna dair şunları belirtir: “Şiddetin ve cinsiyetçi terörün en acımasız biçimlerinin yaşandığı yerler, tarımın son yıllarda hızla ‘geliştiği’, yeni servet biçimlerinin ortaya çıktığı, ‘modernleşme’nin göstergeleri olan sinema, alkol, televizyon ve diğer yeni tüketim mallarının girdiği alanlardır. Kadınlar muhtaç hale getirilmiş erkeklerin sahip oldukları tek mülk olarak görülürler. Kadınlarına tecavüz yoksul erkeklere ders verir ve statülerinin mutlak yoksulluk ve mülkiyetsizlik olduğunu öğretir.”

Yani tüm egemen ideolojiler varlıklarını kadın tahakkümü ve erkek egemenliği üzerinden sürdürürler. Sömürge statüsüne sahip olan kadınlar değil, sömürgeler kadının statüsüne sahiptir. Bir başka deyişle 1. ile 3. Dünya arasındaki ilişki erkekle kadın arasındaki ilişkinin benzeridir. Nasıl ki egemen sınıflara karşı gelen sınıflar veya halklar vatan hainliği gibi tanımlamalar ile terörize ediliyorsa, kadınların bir tahrik nesnesi olduğu üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılan tecavüz de kadınları terörize etmek için kullanılan politik bir araçtır. Tarih işgal edilen topraklarda, işgal eden ülkenin askerleri tarafından tecavüze uğrayan kadınların hikâyeleri ile doludur. Çünkü toprak ve kadın üzerinden kurulan ilişki ele geçirme ilişkisidir.

Günümüzde şort giydiği için dayak yiyen, dolmuşa yalnız bindiği için tecavüze uğrayan, dekoltesi olduğu için tecavüze uğrayan, eski eşi veya sevgilisini reddettiği için öldürülen kadınların ve hatta tecavüze uğrayan çocukların sayısı giderek artıyor. Yasalar ise mağdura sahip çıkmak yerine, şiddeti ve tecavüzü uygulayanı koruma eğiliminde. Tartışılmakta olan tecavüze uğrayanın tecavüzcüsü ile evlendirilmesi yasası ise belki de insanlığın gelebileceği en korkunç noktalardan birisi. Tüm bunları, kadınların artmakta olan özgürlük talepleri, yükselmekte olan sesleri ve toplumsal değişimdeki öncü rolleri karşısında ataerkil devlet düzeninin korkusunun göstergesi ve yeniden kocanın efendi olduğu evlere kapatılmaları çabası olarak görmek gerek. Rakamlarla geçiştirilmeye çalışılan, çeşitli adli tedbirlerle çözüme ulaştırılmak istenen erkek şiddeti kadınları evde, sokakta ve iş yerinde hedef almaya devam ediyor. Erkek şiddeti sistematik ve yaygın şekilde sürdürülmekte; bizzat iktidarlar tarafından meşrulaştırılmaktadır. Kimi zaman yöneticilerin ağzından çıkan bir sözle başlamakta kimi zaman da kamu görevlileri tarafından doğrudan uygulanmakta ve kadın bedeni, emeği, kimliği ve hayatı erkek egemen düzen tarafından şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

Unutulmaması gerekir ki büyük baskılar karşılığında büyük direnişler doğurur. Tarihin hiç yazılmamış sayfalarında gizli kalan kadın kahramanlar, her türlü baskı ve katliama karşı direnerek bayrağı kendilerinden sonraki kadınlara devretmişlerdir. Kadına şiddete karşı verilecek mücadele, bireylerin şiddetten kurtuluşunun ötesinde tüm toplumun maruz kaldığı baskı ve sömürü düzenine karşı bir mücadele de olacak ve bu alanda da kazanıma dönüşecektir. Avrupa’daki  “cadı avı” furyası dahi bilge kadınların katliamının yanı sıra, Hristiyan kültürün egemen kıldığı erkek egemen toplum düzenini bozan eşitlikçi kültürlerin ve inançların ortadan kaldırılmasını amaçlamaktaydı. Bu anlamda kadına yönelik şiddete karşı yükseltilecek her ses aynı zamanda toplumsal eşitlik, adalet ve özgürlük için yükseltilmiş olacaktır. 25 Kasım’da alanlarda “Savaş, şiddet ve zor üzerine kurulu iktidarlarınızı kadınların sesi ve mücadelesi ile yıkacağız” diye haykırıyor olacağız.

 

Bu haber toplam 4016 defa okunmuştur
Gaile 395. Sayısı

Gaile 395. Sayısı