1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kadınların özgürleşmesi insanlığın özgürleşmesi olacak”
“Kadınların özgürleşmesi insanlığın özgürleşmesi olacak”

“Kadınların özgürleşmesi insanlığın özgürleşmesi olacak”

“Grev”, 1910’un koşullarını bugünün koşulları ile birlikte düşündüren Bursa’dan bir kadın özgürleşmesi hikayesini sinema aracılığıya insanlığa sunuyor.

A+A-

Murat OBENLER

Yönetmen Metin Yeğin'in "Grev" filmi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında ASi Production, Sol Hareket ve Kıbrıs Bağımsız Feministler’in organizasyonu ile Kıbrıs’ta da gösterildi. Bir kadın,dayanışma,sınıfsal mücadele, umut ve özgürleşme filmi olan Grev ile ilgili yönetmenle keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Kıbrısta sizi tanımayanlar olduğunu düşündüğüm için Metin Yeğin kimdir,hayata bakış açısı nedir, hayatta ne gibi işler yapmıştır,hangi mücadelelerin içinden geçmiştir ve geçmektedir sorusu ile başlamak isterim.

Metin Yeğin: Hayat dediğiz hikaye yaşadıklarımızın toplamı ile tanımlanabilir.Zaman da önemli bir mesela. Bazen 40 yaşına 50 yaşına kadar yaşamışsındır ama geriye baktığında çok şey hatırlamıyorsundur ama bazen de 2-3 ay yaşadıkların hayat hikayende çok belirleyici olur. Ben başka türlü yaşamayı tercih edenlerdenim. Bence dünyada garantisi olmayan tek şey zaman. 80 yıl yaşayım,20 yıl okul, 20 yıl çalışma ve gerisi de rahatça yaşayım diye bir formül yok. Bir matematik hesaplaması değil. Bazen bir saatli maarif takvimi gününde yıllarca yaşanır. O yüzden ben binlerce yıl yaşadım diyebilirim. Kitap yazmak,film yapmak(uzun yıllar belgesellerle ve son zamanlarda da kurmaca filmlerle),yazı yazmak bu hikayenin araçları. Walter Benjamin’in dediği gibi ben bir anlatıcıyım. Dünyayı anlatıyorum.

 

“Ben sokak tarafındayım ve bizim tavrımız ezilenlerin, işçilerin tarafındadır”

Sizin sinemanız bir nevi gerilla sineması mıdır? Dayanışmanın, emeğin, sömürülenlerin, direnişin sineması mıdır?

Belki militan sinema denebilir.Gerçeklik dediğimiz hikayede siz kamerayı nereye koyaranız onu çekersiniz. Bizim belgesellerde sürekli karşıdan ateş edilir, birşey  atılır, söylenir.Ben sokak tarafındayım,sokaktan yanayız, onun gözünü anlatıyorum. Bizim tavrımız ezilenlerin, işçilerin vb. tarafındadır. Sadece sürekli padişah filmleri mi izleyeceğiz diye sormaktayız. Bundan sonraki filmimizin Almanya politikası  ile ilişkisi var. Almanya da birçok şeyi göstermiyor. Kurmaca piyasasındaki piyasa hegemonyasını kırmak da ayrı bir mesele.

 

“Film 1910’da organize edenlerin ve katılanların kadın olduğu Bursa'daki bir grevi anlatıyor”

Filmin birçok meseleye dokunan çok konulu bir yapısı var. Kadın dayanışmasınından,  emek mücadelesine, ,insanca çalışma hakkından kültürlerarası arkadaşlığa ve dostluğa, Osmanlının çöküş dönemindeki siyasi gelişmelerden erkek egemen iktidar ilişkilerini, yabancı sermaye- yerli sermaye ayrılığından Türkiye’den ve Basktan devrimci hareketlere ve aşktan, hastalıktan açlığa kadar birçok konu filmde hikayeleştirilerek anlatılıyor.

Film 1910 yılında Bursada, organize edenlerin ve katılanların kadın olduğu bir grevi anlatıyor. Bu neredeyse kimsenin bilmediği br hikaye. 1910’lara kadar Türkiyede erkek grevleri yapılıyor. 5 tane sosyalist dergi çıkıyor, 1 Mayıslar kutlanıyor. 1960’a kadar neredeyse hiçbir şey yok sadece Ermeni teşciri  ve Rum mübadelesi var. Rumlar ve Ermeniler, Türkiyeden gitmeye  başlıyorlar. Onların topraklardan gitmesi aynı zamanda sadece insani değil o mücadele bittiğinde ve Ermeni ,Rum burjuvazisi gittiğinde Rum-Ermeni proleteryası da onla birlikte gidiyor. Yunan Komunist Partisini  kuranlar İstanbullu Rumlardan oluşuyor. O dönemlerde Atina bir taşrayı andırıyor. Cuntaya karşı verilen mücadele çok saygın.  Türkiye’de de TİP ve Münevverler dışında birşey yoktur. Türkiyede ise hiç ses yok. Biz çok göz önünde olmayan ama binlerce kadının yaptığı bir genel grevle karşılaştık.
1910’lara kadar  Türkiye’de bir süre, bir sürü genel grev yapılıyor. 5 tane sosyalist dergi çıkıyor. 1 Mayıslar kutlanıyor sonra da 1960’larda insanlarda travmalar oluşuyor. Sonrasında ise içeride koskocaman bir yara oluşuyor. 

 

Bu filme umut filmi ,mücadele filmi,özgürlük, direniş filmi ,kadın filmi, aydınlama filmi başlığı atılabiliriz ama siz nasıl görüyorsunuz filminizi? Çok okumalı bir film izledik.

Türkiye'deki sol hareket Mustafa Suphi’yle başlamıyor. Kıbrısta da herşey bir kahramanın gelip toplumu kurtarmasıyla başlamıyor. Bizim perspektifimiz bir işçi öyküsünün ,bir kadın öyküsünün yanında olmaktır.

 

“Filmde özne kadın. Film bir kadın filmi ve sevgililer de kadınların sevgilisi”

Filmde kadın özne konumunda doğal olarak.
Kesinlikle öyle.Oyuncu Pelin Batu ve İspanyol oyuncu Itziar Ituno Martinez bu film bir kadın filmi olduğu için burada yer alıyorlar. Kimsenin sevgilisi değiller. Sevgililer onların sevgilileri aslında. İstanbul galasında La Casa De Papel’deki Lizbon karakterini de canlandıran İspanyol oyuncu Itziar Ituno Martinez’e “Filmde birisine aşık olup yer değiştiriyorsunuz” sorusu sorulduğunda “Kadınlar sadece aşık olduğunda mı yer değiştirir? Orada Lizbon sistemin çıkmazını görüyor ve yer değiştiriyor” cevabını veriyor.

 

“Kadın ikili bir yoksayılma ile karşı karşıyadır”

Filmi Kıbrıs’ta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında gösterdiniz. Birlikte mücadeleyle kadınların her türlü özgürleşebileceğini de gösteren bir film aslında Grev.

Nasıl ki evde ve işyerinde kadın yok sayılıyorsa tarihin içinde de yok sayılıyor. Kadın ikili bir yoksayılma ile karşı karşıyadır. Sanki de kadın mücadelesi de erkeklerin bahşettikleri şeyler üzerine çıkıyormuş gibi veriliyor ya. Biz sinemada olmayan tarafın çığlığını, işçi sınıfının mücadelesini anlatmaya çalışıyoruz. Brecht’in dediği gibi “Sezar Galyalıları yendi de tek başına mı yendi? Aşçısı yok muydu?” Biz hem aşçının hem de aşçının kadın olduğunun hikayesini anlatıyoruz. Bu hikaye bugün için de çok önemli çünkü iktidar yeniden kendini inşa ederken bu inşaanın başında kadına karşı şiddet geliyor. Sadece Türkiye’de de değil tüm dünyada egemenin kadına yönelik bir iktidar ilişkisi inşa ediliyor. 

“Kadın” başlı başına ezilen bir sınıf durumunda. Kolombiyalı gerillanın barış anlaşmasının içerisinde “kadına karşı şiddete karşı önlem alınacak” maddesi var. Yeni yazılan demokratik Şili anayasasında kadınlara yönelik  doğrudan  bir sürü onarım var.
 

Hep sömürü var ama kadınlar için erkeklerden daha fazla sömürü var çünkü düzeni yönetenler erkek ve sistem de erkek egemen sistem.

Evet doğrudur. Büyük meseleleri bırakınız sadece evdeki yaşam bile kadını daha fazla sömüren bir  yapıda inşa ediliyor. Erkeğin işine gelen bir yapı gibi dursa da bu cendere aslında erkeğin özgürleşmesini de engelliyor.  
İngiliz sendikacı  Scargill’in “Zenginler bir şey istiyorsa tersini istemek iyi fikirdir” lafını çok severim. Sultanların iktidarlarından tutun da günlük hayatımızdaki sıradan iktidarların hepsini parçalayacağımız bir ortaklaşılan mücadele ve güç gerekiyor.

Bu bir kurmaca film ama birçok gerçeklikten hareketle bu senaryoyu oluşturduk. Grev bir gerçeklik, iktidarlar gerçeklik, Osmanlı’nın büyük topraklarında yaşayan Ermeniler,Rumlar  ve bunların mücadelenin içinde özne olarak varlıkları gerçeklik. Film bir yandan kendi yolunda ilerlerken seyircinin kafasında bir sürü de soru işareti bırakıyor. Filmde 10’a yakın gönderme de var.

 

Bizim kahramanlarımız işçi,köylü, kadın veya kendi evlerinde bu dünyayı yeniden yaratanlardır”

“Bizim öykülerimiz” dediklerinize neler giriyor?

Diğer tarafın hegemonyası altında bizim de aşk vb.hikayelerimiz var ama niye anlatılmaz.Bizim çelişkimiz orda. Örneğin Ken Loach gibi ben de daha kenarda duran kişilerin hikayesini anlatmayı çok seviyoruz. Bizim kahramanlarımız işçiler,köylüler, kadınlar veya kendi evlerinde bu dünyayı yeniden yaratanlardır. Dünyayı bu büyük kitle değiştirecek.
 

“Tüm bu korsanlaştırmalara karşı hala daha çözüm,barış mücadelesi taleplerini sürdürerek bu adada var olabilen bir halk varsa bu çok önemli bir şeydir”

Dünyanın bir sürü yerine gittiniz,oralarda yaşadınız. Kıbrıs’la bağlantılarınız nasıldır?
İlk 1993’te adaya gelip Alpay Durduran’la görüşmüştüm(gazeteci olarak). Adanın kitaplarda anlatılmayan diğer tarihini de biliyorum.Korkunç bir arada kalmışlık var. Film öncesi Lefkoşa Surlariçi’ni gezdim. Hala bana bu sokaklar çok güzel geliyor. Sakin ve huzur veren bir tarafı da var. Diğer tarafta da kumar ve kara para aklamalayla dolu bir korsan adalığı da var. Kıbrısta tüm bu korsanlaştırmalara karşı hala daha çözüm,barış mücadelesi taleplerini sürdürerek bu adada var olabilen bir halk varsa bu çok önemli bir şeydir. Bu mücadeleyi de selamlarım.

 

“İnsan kitlesi olarak çok zenginiz ve filmi de kollektif bir anlayışla çekeriz”

Bu film çok büyük bir ekibi olduğunu gördüm. Sektördeki yapım(cı) dişlilerinden başka bir imece yöntemi var gibi geliyor bana. Nasıl bir ekiple çekildi film?
Yapımcımız yok. Yeni film (ki bu da kadının özne olduğu bir hikayeyi anlatacak)için mesela 100 Euro veren 1000 ortak arıyoruz.257 ortağımız var. Bir emekçi kadın 12 yılda açıp kazandığı (Toplam 24 bin TL) davadan 100 Euroyu bize veriyor. Bundan çıkan film böyle kollektif bir anlayışla çekiliyor. Hem daha önce yaptıklarımızdan  hem de yaptığımız işin kendi cazibesinden dolayı,çekici ve baştan çıkarıcılığından dolayı bizim filmlerimizin görünmez bir gücü var. Biz insan kitlesi olarak çok zenginiz yani.
 Zaten gerek oyuncu gerek teknik ekibe başta senaryoyu ve bakışımızı sevip sevmediklerini soruyoruz ve senaryoyu seven birinin projede yer almasını istiyoruz. Tolstoy’un dediği “birlikte ot biçmekten gül doğar” sözü gibi birlikte iş yapmanın neşesini,coşkusunu taşıyoruz.  O yüzden çok kalabalığız. Çekimde hiyerarşi de yoktur. Başrol oyuncusu tripod da taşır, görüntü yönetmeni ışık da yapar ,yönetmen kablo da taşır ve hep beraber filmi kollektif bir anlayışla çekeriz.

 

“Bu film bir büyük sektör içerisinde bir Don Kişot öyküsüdür”  

Zamanlama olarak kaç ay ve toplamda kaç yıla yayıldı çekimler?
Fikir çok önceden vardı. Çekimleri pandemiden 3 gün önce bitirdiğimiz için şanslıyız. Çok direnişli bir film oldu. Hem Türkiye hem Bask ülkesinde çektik ve parça parça toplam 3 ay çektik. Bu film bir büyük sektör içerisinde bir Don Kişot öyküsüdür. 
 

 

“Sadece padişah filmleri değil işçilerin kendi öykülerini anlattıkları filmlerin de çekildiğini ve izlendiğini kanıtladık”

 Ve filmin insanlarla buluşması süreci. Burada genel sinema dağıtım ağını mı yoksa STÖ’ler,sendikalar ve derneklerle işbirliğinde bir gösterim tercihiniz oldu?

Evet.Çektikten sonra da filmi piyasanın dağıtım ağına koymanız gerekiyor. O çok büyük bir dert. Filmin adı Grev yani bir sinema işletmecisinin yaklaşımını siz düşünün. Filmin vizyona girdiği salon sayısına baktığınızda film seyirci sayısında ilk sırada yer alıyor. Seyirci de geldi ve dağıtımda varoluşu söke söke aldık. Bu ülkede sadece padişah filmleri değil işçilerin kendi öykülerini anlattıkları filmlerin de çekildiğini ve izlendiğini kanıtladık. Türkiye’nin dört bir yanında filmi gösterdik ve devam ediyoruz. Galada iki sendikadan dostlar da vardı. “Sofia yoldaş greve çağırıyor” diye sloganlar da atıldı. Filmdeki kadın grevcilerin patrona cevabı slogan haline geldi. Bu film 8 Martlarda, 1 Mayıslarda gösterilecek ve değişimin/dönüşümün bir ifadesi olacak. 100 yıl önce bile kadınlar biraraya gelip grev ortaya koymalarından yola çıkarak yeni bir umut olsun istedik. Bir de birlikte hareket etmenin coşkusu ile, birlikte  yaratmanın şenlikli hissiyatı ile hareket ediyoruz. Film artık bizden çıktı ve hareketin bir işlevi haline geldi. Film Merzifon, Karaman gibi yerlerde de dolu dolu oynadı. Esenyurt’tan bir kuaför geldi ve bütün kadın müşterilerini filme götürdüğünü söyledi. Ya da bir anne kız gelerek “Sen babaannemi nereden tanıyorsun.Bu onun öyküsü” dediler. Filmi izlemek için biraraya gelmek yani bir şey yapmanın dinamiği haline geldi.

 

“Egemenlerin Kıbrısla ilgili filmleri varsa bizim de filmimiz olsun”

Sohbetlerinizde Kıbrıs ile ilgili bir film projesinden mi bahsettiniz? Belki bu “ölü bölge” den işçi hikayelerini dünyaya daha iyi anlatabiliriz.
Neden olmasın? Egemenlerin Kıbrısla ilgili filmleri varsa bizim de filmimiz olsun. Yapalım yani. Yeldeğirmenlerine bir de bu adadan saldırırız.

img-9162.jpg

img-9177.jpg

grev-filmi-poster.jpg

Bu haber toplam 2890 defa okunmuştur
Etiketler : ,