Kadınlık Cumhuriyeti
Hayat deneyimlerimle söylüyorum. Bir kadın olarak kendimi en az güvende hissettiğim yer dindar, muhafazakâr erkeklerin bulunduğu ortamlardır. Onların kafalarında bir arzu nesnesi, ikincil bir varlık, tehlikeli bir gerginlik hali, en masumundan korunması gereken bir biçare olduğumu hissederim çünkü. Cinsimizin denetimi üzerine şekillenen bu dünya görüşleri hayatlarımızı cehenneme çevirebilmiştir asırlar boyu. Bu muhafazakârlığa boyun eğip konumlandırıldıkları yeri kabul eden kadınlar üzerine düşünüyorum. Başka türlüsünün olamayacağına dair bir kabuldür belki de söz konusu olan. Dünya kadınlar için tehlikeli bir yerdir. Sayısız düşmandan korunmak için bir düşmana razı olursun ve evlenirsin. Bu erkek seni diğerlerinden korumakla mükelleftir. Bir başkasına, bir babaya, bir erkek kardeşe, bir kocaya tabi olduğun sürece güvenli bir toplumsal kabule gidebileceğin gibi bir anlayış söz konusudur. Bu erkeklerin sana nasıl bir hayat verecekleri ise onların tasarrufundadır.
Her yıl en az dört beş ay İstanbul’da muhafazakârlığı ile ünlü bir mahallede kalıyorum. Babaannemle çocukluk anılarımdan ötürü özel bir bağlılığım var bu mahalleye… Sonradan anlamışımdır babaannemin ne kadar cesur bir kadın olduğunu. 30’lu yıllarda kocasından boşanıyor ve dul bir kadın olarak Kıbrıs’ta yaşamaktansa bir sağlık sorunu bahanesiyle gittiği İstanbul’a ve bu mahalleye yerleşiyor. O dönemde daha farklı bir sosyal profili var belki bu eski İstanbul mahallesinin… Aslında muhafazakârlığı ile ünlü olsa da şimdilerde bile oldukça kozmopolit bir yer. İslamcı entelektüellerin takıldığı kafeleri keşfettim bir yıl kadar önce. Konuklarımı götürüyorum genelde ama bazen de kitabımı, diz üstü bilgisayarımı alıp yalnız gidiyorum. Keyif için içki yerine nargile var, bunun dışında değişik şerbetler, sütlü tatlılar ve masaya oturduğun anda önüne ikram olarak getirilen ay çiçeği çekirdeği…
Özellikle yalnız oturduğum zamanlarda kulağıma çalınıyor yan masa diyalogları. Bu başı örtülü kadınların, muhafazakâr erkeklerin dünyalarını anlamaya çalışıyorum. Başörtülü kadınlar yalnız başlarına da gelip oturuyorlar buralara… Kimileri çok şık ve özgüvenli… Başörtüsü tacizi önlemeye yönelik bir teslim bayrağı gibi sanki… Bu simge dokunulmazlık oluşturuyor bir yerde.
Mahallede beni en çok geren kapıdan çıktığın anda kendini kafalarından her an ne geçtiğini okuduğun bir erkek kalabalığı içinde bulmak. Bu dünyayı, düşünme sistematiklerini biliyorum sonuçta… Türkiye’de Erdoğan’ın askeri vesayetten kurtulma ve demokratikleşme yolunda adımlar attığı yıllarda bazı arkadaşlarımın şeriat korkusunu, Kemalizm’e de tercüme edilemeyecek yoğun tepkilerini tam anlayamıyordum. Bunu sorguladığımda bir arkadaşım: “Bu çocukluğuma dair bir şey” demişti. “Bu erkekleri evin içinden, mahallemden tanıyorum ve beni ürkütüyorlar. Onları herhangi bir konuda desteklemem mümkün değil”
Kıbrıs’ta bile romanım bahanesiyle tutucu erkek linçine tabi olmuş biri olarak bu en temel meseleyi anlamamam mümkün değil. İnsan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren gelen sorunlu, ötekileştirici kimlik politikalarının mağduru olan bir kesime sahip çıkma isteği duysa da bu “mağdurların” hayat projelerinin nasıl bir tehdit oluşturduğunu durup düşünmek gerekiyor.
Kadınlar açısından bakıldığında tırnaklarımızla söke söke aldığımız kazanımlar söz konusu. Bu zalim ve misojen dünyada gerçek kadın-erkek arkadaşlığı ne güzel bir arkadaşlıktır. Kuşağımızın kadınları olarak çevremizdeki erkek arkadaşlarımızı eğittiğimizi, onlara çocukluktan itibaren içselleştirdikleri toplumsal kalıplardan kurtulmaları için yardımcı olduğumuzu düşünmüşümdür hep. Bizden sonraki kuşakların kadınları ise çok daha özgür ve rahat koşullara kavuşmuşlardır bu sayede.
Daha önce de yazmıştım hiçbir ülkeye hiçbir kamusal alana aidiyet hissedemediğimi. Evim ve işim Kıbrıs’ın Rum tarafında. Günüm genelde Kıbrıs’ın kuzeyinde geçiyor. Senede 4-5 ay İstanbul’da ve başka yerlerdeyim. Bu üç yerin de kimlik belgelerini taşıyorum ve yurttaşlık haklarına sahibim. Hatta üçünde de milletvekili adayı olmuşluğum var. Bir yerdeki toplumsal gelişmelerle çok ilgilendiğimde diğerine ihanet etmiş gibi hissediyorum kendimi. O yüzden de susuyorum ya da varoluşsal meselelere dair yazmayı tercih ediyorum.
Aslında dünyanın neresine gidersen git çocukluğunun toplumsal belleğine aitsindir. Ben de öyleyim açıkçası… Bütün kimliklerim içinden en çok acıtan noktada da kadınım. Kadınlık Cumhuriyeti’ne aidiyetim tartışılmazdır.