Kafaları ‘reset’ yapmakta fayda var
Özellikle bu olağanüstü günlerde halâ milliyetçilik üzerinden prim yapmaya çalışmayı anlamak mümkün değil.
Bu uğraş, prim yapmak değilse de daha da kötü;
Olaylara, dünyaya bakışta, hayatı yaşamakta büyük bir problem var demektir. Bugünleri halâ ‘öteki’ üzerinden görmek, dünyayı, insanı okunması gibi okuyamamak, bu kadar düşük bir okuyabilme düzeyinde kalmak, milletvekili olmuş bir kişi için coronadan da korkunç bir durum olsa gerek.
Bu korkunç durumu görememek ise daha da korkunç.
UBP Milletvekili Yasemin Öztürk, Kıbrıs’ın güneyinden geleceği söylenen ve covid-19 tedavisinde işe yarar bir ilaç olduğu bildirilen klorokin ve korunma giysisine karşı çıkarak “bu sadakayı kabul etmiyorum” açıklamasını yapabilecek kadar ırkçı bir düşünce yapısı içinde olmasını ve “biz Türkiye ile birbirimize yeteriz” diyerek öte yandan da böylesi bir durumda bile Türkiye’ye hoş görünme gailesi içine girmesini de ilginç, tuhaf ve yine ‘düzeysiz’ bir seviye olarak görüyorum.
Türkiye’den de gelen ve gelmesi gereken yardımlar var tabii ki ama başka bir yerden de destek almak veya işbirliği yapmak neden yanlış olsun ki!
Ben genellikle birileri hakkında yorum yapmam, kişileri ne ‘tapılacak put’ ne de ‘dövülecek şey’ olarak görmem ama bu aşamada, bu gibi açıklamaları da görmezden gelemem.
Mahmut Anayasa’nın sosyal hesabında yazdığını ben de merak ettiğim için google’dan aradım Yasemin Öztürk’ü… Başkaları çıktı önüme önce… Sonra bir yerde buldum. UBP’nin sayfasından biyografisine baktım Öztürk’ün; 1992-2003 yılları arasında KTHY’de kabin memurluğu ve kabin amirliği yapmış ama 2004 yılında da YDÜ’nün Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş. Kabin memurluğu yaparken Hukuk Fakültesi’nden de mezun olma becerisi göstermiş Yasemin hanım!…
Yani bir hukukçuymuş da aslında… Hukuk derslerinde “dünyada salgın durumunda ırkçılık yapmak hukuksal anlamda geçerli bir uygulamadır” mı deniyor, yoksa KTHY’de kabin memurluğu yaparken sevmediği kişilere hizmet vermemek gibi bir seçeneği mi vardı! merak ettim.
Neyse Yasemin Öztürk’e daha fazla yer vererek önemsetmek de doğru olmaz.
Herhalde yaptığı açıklamanın talihsiz ve insani olmayan bir açıklama olduğunun farkına varmıştır düşüncesiyle hakkındaki yorumlarımı bitirmek istiyorum.
***
Öte yandan yine covid-19 salgınıyla ilgili artık tek merkezden politikaların sürdürülmesi ve kararların alınmasının gerekliliği hakkındaki açıklamaların dikkate alınacağını ummak istiyorum.
Ayrı ayrı kurulların olması, yetkilerin karışması, her yerden ayrı bir açıklamanın yapılması salgının kontrollü bir şekilde götürülmesini ve sona erdirilmesini engelleyen bir durumdur.
Daha da geç olmadan yetkilerin bir merkezde, bir kurulda toplanması, bu kurulun yoğunlukça uzman kişilerden oluşturulması önemlidir.
Bir kuruldan biri bir şey açıklar, “böyle yapacağız” der ama diğer kurulun bundan haberi yoktur. Birileri karşı çıkar, bazıları istifa eder, savaşın başındaki kızar… Bu durumdan da şimdiki durumun sürdürülebilir olmadığı anlaşılırdır.
Hemen bir düzenleme yapılmasında acil ihtiyaç vardır.
Su ne olacak?
Covid-19 salgını içinde diğer bazı acil durumlar unutulur mu diye endişe de duyulabilir…
Örneğin Ocak ayı içinde Türkiye’den gelen su borularından bazılarının deniz yüzeyine çıkması, Kıbrıs’a gelen suyun kesilmesi sonucunda “acaba su ne zaman yeniden gelecek?” sorusuna bir yeni yanıt dün geldi ve şimdilik Haziran ayında ancak başlayabilecek tamiratın bir ay içinde bitirilebileceği açıklandı. Yani Temmuz’da bitirilmesi planlanıyor.
Tarım Bakanımız suyumuzun Ağustos ayına kadar yeterli olduğunu söylemişti daha önceki açıklamalarında… Tamiratın bitirilmesi planlanan Temmuz ayının ötelenmesi gibi bir durum karşısında suya da bakan Tarım Bakanlığı’nın ve salgından doğal olarak başını kaldıramayan hükümetin bu konuda alternatif bir planı var mı?
Yerel su kaynaklarımızın durumu nedir?
Şimdiye kadar yağan yağmurların yeraltı su kaynaklarımızı besleme oranı nedir?
Eğer böyle bir kaynağımız varsa bu kaynağın su şebekemize verilmesi olanağı var mı?
Verilirse ne kadarlık bir süre için yeterli olur?
Şunu da düşünmek gerek;
Türkiye’den su gelmeden önce yerel su kaynaklarımızla içme suyumuzu ve kullanma suyumuzu öyle veya böyle karşılıyorduk.
Biliyoruz ki bugünlerde halen Geçitköy’de biriken suyu kullanmaya devam ediyoruz.
Geçitköy barajında suyun bitmesi ve Türkiye’den su gelmediği durumlarda yerel su kaynaklarımız, tasarruflu kullanılması halinde ihtiyacımıza cevap veremez mi?
Bu sorulara yanıt verebilmek mümkün mü?
Yanıt verebilecek birileri var mı?