Kahramansız Polisiyeler
Kahramansız Polisiyeler
Rıdvan Arifoğlu
[email protected]
Olay örgüsü epeyce gevşek, bazen tutarsız, iyi çözümlenmemiş polisiye romanlar vardır. Neredeyse okurken hiçbir olguyu sorgulamaya gelmez. Neden-sonuç ilişkileri iyi kotarılamamıştır. İyi anlatımları da yoksa pek okunur şeyler değildir bunlar. Bir de aynı niteliklere sahip olmasına rağmen ilginç anlatım tarzına sahip polisiyeler vardır. Eskilerden Frederic Dard (diğer ismiyle San-Antonio) buna örnek gösterilebilir. Bu yazarlar daha çok anlatıma odaklanmışlardır. Dedektiflerini el üstünde tutarlar. Dünya yansa dedektiflerinin umurunda olmayabilir. Bu dedektiflerin bazıları olayı çözmeye çalışırken o romandaki neredeyse tüm diğer kahramanlarla dalga geçerler. Sanki bir romanın baş kahramanı veya dedektiften öte "romandaki bir dedektif" olduklarını bilirler. Kendilerini yazarın eline bırakmış gibi bir halleri vardır. Bu yazarların bazıları şu "ciddi edebiyat"çıların kimisinin kurguya yönelik olarak yapmaya çalıştıklarının âlâsını çoktan yapmışlardır.
Bunun dışında bir de "polisiye olamamış" veya "zaten polisiye olamayacak" polisiyeler vardır. Bunları severim. Ne demektir bu? Yazarının başka dertleri vardır. Olay örgüsüne bağlı olarak okuyucuyu etkilemek ikinci plandadır. Atmosfer oluştururlar. "Siyasi polisiye" olarak tanıtılan bazıları böyledir mesela. Olayın ne olduğunu anlamanın ötesinde seçilen sözcükler romanın havasını çok etkiler. Şiire yaklaşan romanlardır bunlar.
Paco Ignacio Taibo II, bu yazarlardan biri sayılabilir. Mutlu Son Yoktur'un arka kapağında yazdığı gibi gerçekten bu kitapta Meksika'daki olaylar 1 Mayıs 1977 Taksim Meydanı'ndaki olaylara çok benzer. Che biyografisiyle de tanınan yazarın bu romanı Nazım Hikmet'ten bir alıntıyla başlar. Dedektif Hector Belascoaran Shayne karakteri yazarın 8 romanında kullanılmış. Bir döşemeci, bir tesisatçı ve bir kanalizasyon mühendisiyle ortak "büro"su olan tuhaf bir dedektif… Romanın ortalarına doğru diğer elemanların "temel gerçekler"ini, kendilerinden yapılmış önemli alıntıları filan okuruz. Mesela tesisatçı Gilberto diyor ki: "Önemli olan Javier Solis'in sesinin güzelliği değil, şarkı söylerken dudaklarını büzmesi." Evet henüz ortada bir şey yoktur. Tuvalette Romalı gladyatör kılığında bir ceset bulunmuştur. Bu dedektif çok da iş alma heveslisi biri değil gibi görünür. Olay gelip onu bulur. Hatta hedef kendisidir. Oysa ağız tadıyla bir dedektiflik yapamayacağını gayet iyi biliyor. Yer Meksika'dır. Yazar, polisin kendisinin suçlu olduğu bir ülkede polisiye roman da ancak bu kadar polisiye öğe içerebilir, demeye getiriliyor sanki. 8. Bölüm'ün başında başka bir alıntı var: "Bu ülkede bir zanlı varsa, o da polistir (Luis Gonzales de Alba)". Anlatıcı ve kahramanı sanki olayı çarpıtmaya, geciktirmeye veya "polisiye" olmamaya çalışırlar. Olayı ittikçe olay dedektifin üzerine gelir. "Eğer bu bir polisiye roman olsaydı her şey çok açık seçik olurdu; romanlarda dedektif kararsızken bile en azından kararsızlığı kesindi. Ama böyle bir şey yoktu. Elleri hâlâ titriyor ve düzenli aralıklarla sırtından buz gibi bir ter boşanıyordu. Dikiz aynasına bakıp gülümsedi. Bir başkasının ölümünü hissetmek miydi bu?"
Bir gözü görmeyen dedektifimiz bunun avantajlarının da farkındadır. Mesela nişan alırken bir gözünü kısmak için çaba harcamak zorunda değildir. İşte böyle bir dedektif... Aynı Şehre Dönüş kitabında ise dedektifimizden "seçici" biri olarak bahsedilir. "Tabanı gıcırdamayan lastik ayakkabılar dışında teknolojiyle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur," diye tanıtılır. Onu dedektiften çok bir antropolog gibi gösteren bir blucin takımı giymektedir. Dedektif bir romanda "paranoyak" sözcüğüne anlam veren kişinin "gerçeklik kavrayışı ve sağlam bir sağduyu sahibi bir Mexico City sakini" olarak tanımlanabileceğini okumuş. Bu pek hoşuna gitmez; durum onun için çok daha vahimdir. Bir de aşık olduğu yabancı biri mi, bir rahibe mi, yoksa kız kardeş mi olduğu belli olmayan, arada-sırada roman sahnesine çıkan biri vardır ("sister" Elisa). Saçlarını atkuyruğu tarzında bağlamış bu kız motoruyla gelip kahramanımızı kahramanca kurtaran bir kahramandır.
Paco Ignacio Taibo II yaşadığı Mexico City'nin psikolojisini yansıtıyor. Hector bir dedektif olarak şunu biliyor: "Birini yaratıcı bir biçimde tahrip etmek, insanın ortalıkta dolaşırken harcadığının iki katı zamanı gerektirir. Çünkü onun dokunduğu şeylere dokunmanız, patikalarda bıraktığı ayak izlerine geri dönüp ayakkabısının numarasını, soluk benizli sarışınla ne konuştuğunu, garsonun adını ve hesabının ne kadar tuttuğunu öğrenmeniz gerekir. Eğer böyle çalışmazsanız, her şey çözümsüz bir sessiz filme dönüşür, çünkü aktörleri genellikle kötü, beceriksiz, zaten anlaşılmaz olan senaryodan şaşıp dururlar."
Bu yazarın kitapları dışında başka bir örnek olarak Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu adlı romandan sözetmek istiyorum. Alexander McCall Smith'in bu romanındaki "olaylar" Botswana'lı kadın dedektif Precious Ramotswe ekseninde gelişiyor. Oldukça naif, komik, "olay" olamayan bir "olay örgüsü"ne sahip "olan" bir roman bu. Bazı dedektiflerle veya suç edebiyatının diğer kahramanlarıyla kafa bulan bir tavrı yansıtıyor. Birtakım polisiye romanlarda (veya bir üst kategori olarak "suç romanları"nda) yazar şıkıştığında veya olay örgüsündeki boşlukları doldurmadığında aniden "olaylar hızla gelişir" diye bir cümle kurma ihtiyacı hisseder ya, işte bu tip romanlarda tam tersine, olaylar hızla gelişmiyor ve zaten hızlı gelişmesine de gerek yok. Dedektif Ramotswe'ye göre "dikkatlice düşününce" hepimiz kardeşiz ama her yerde ne görülüyor? Kavga, kavga, kavga. Tabii Botswana hariç. Makinist Note Mokoti'den evlenme teklifi aldığında bir şey diyemedi. Sessiz kalınca Note Mokoti, "Bu konuyu babanla konuşacağım," dedi. Dedektif Ramotswe yine sessiz durunca bu kez adam, "Artık karım olacağın için sana eşlerin ne için olduğunu öğretmem gerekiyor," diye işi bitirir. Saf Dedektif Ramotswe de erkelerde ilgili işlerin hep böyle yürüdüğünü düşünür.
Arada bir aklına Agatha Christie'nin eserleri gelir. "Bayan Ramotswe durakladı, kaşığı yarıya kadar, kaynayan yahninin içine batmıştı. İnsanlar böyle aldırışsız oldukları zaman Bayan Christie okuyucunun şüphelenmesini beklerdi. Bayan Malatsi'nin soğukkanlı tepkisini, o hakiki kayıtsızlığını görseydi Bayan Christie ne düşünürdü acaba?" Gene kendini roman içinde kurgulayan bir roman kahramanıyla karşılaşıyoruz sanki. Yalnız ona evlenme teklif eden adamdan büyük bir farkı vardır. Bu adam müşterisi bol, ne yaptığını bilen bir tamircidir, Bayan Ramotswe ise ne yaptığını bilmeyen, işleri kesat giden bir dedektiftir. Dekorasyon dergilerini incelemeyi sever. O dergilerde kendisi gibi şişman insanların oturabileceği güzel kadife minderler, alakasız köşelerde tuhaf ışıklar, tablolar, pahalı perdeler ve daha birçok güzel şey görür.
Bayan Ramotswe Afrika'dan çekip gitmek için ayartıcı çok acı olduğunu, ancak insanların bunu yapamadığını düşünür. Dedektif Hector Belascoaran'ın kızkardeşi Elisa gibi o da değerli bir insandır. Bir iyilik meleğidir.