Kahrolsun bütünlüklü çözüm
Kahroluyor zaten. Her seçilen ‘liderin’ kapsamlı müzakerelerinde, her kurulan masanın çöküşünde, “Kıbrıs’ta barış engellenemez” diye yapılan her eylemin sonunda, 2’li, 3’lü, 4’lü ve 5’li buluşmaların ayakları altında, mütemadiyen her yılın belli dönemlerinde kahroluyor.
Kahroluyoruz zaten. Bütünlüklü enkazlarda, kapsamlı çöküşlerde ve tam “acaba bu kez olacak mı?” heyecanının öfke ve hınçla pekişen umutsuzluğa dönüşümünde kahroluyoruz.
Kıbrıs sorununda ne yazık ki çözüm ve barış odakları beyin tembelliğinden muzdaripler. Yıllardır bir çığ gibi büyüyen enkazlar yaratmaktan başka bir sonucu olmayan ‘bütünlüklü çözüm modeline” saplanıp kalındı. Bugün hala her ‘iki devletli çözüm” modeli gündeme geldiğinde ve Kıbrıs sorununa dair bir gündem olduğunda, siyasi partiler çekmecelerinin içinde yüzlerce ve hatta binlerce kez yayınladıkları aynı bildirileri çıkartıp güncelleyip yayınlıyorlar. Kelimesi kelimesine aynı cümleler, aynı kalıplar ve aynı dogmalar sinir bozucu bir şekilde tekrar ediliyor.
Kabul edilmek istenmese de, başka bir alternatif düşünme ve yaratma çabasına girişilmese de her şey ortada. Bütünlüklü çözüm modelinin ne Kıbrıslı Türklere, ne Kıbrıslı Rumlara ne de ülke genelinde federasyon kültürünün gelişip kök salmasına bir faydası var. Bu yöntem Kıbrıs sorununun çözümüne, adada tesis edilecek barışa dair olumludan çok olumsuz bir işlevi yerine getiriyor. Bir tek kktc statükosuna değil aynı zamanda BM’nin ortaya attığı ve zamanın birinde herkesin üzerinde anlaştığı “bütünlüklü çözüm statükosuna” da sıkışıp kalındı. Nefes alamıyoruz. Sadece kktc gibi bir karabasanın üzerimize çullanmasından dolayı değil, ‘bütünlüklü çözüm’ çıkmazının artık bir felç durumu haline gelmesinden dolayı da!
Tam da içinden geçtiğimiz süreç artık Kıbrıs sorununda solun kendisini yenilemesi ve çözüm-barışa dair paradigmasını değiştirmesi ihtiyacını dayatmakta. Ezbere sarılmak, kolaya yatmak sizi bir süre idare edebilirdi. Etti de. Ama artık bitti. Kıbrıs’ta barış ve federasyon talebinin meşruluğunun devam etmesini istiyorsak hayata geçirilebilir yöntemler üzerinde kafa yorulması gerekmekte. Parça parça - adım adım çözüm modeli de bunlardan biri.
Parça parça (adım adım) çözüm
Parça parça çözüm modeli, genellikle bütünlüklü çözüm süreçlerinin çökmesinin ardından cılız bir şekilde de olsa gündeme gelir, bir kaç yazı yazılır sonra tekrar bir sonraki bütünlüklü çöküşe kadar üzerinde durulmaz. Halbuki Kıbrıs sorununda hem ölü bir dönemden geçmekte olduğumuz şu günlerde hem de sağın ve milliyetçi kesimlerin kendi tezlerini BM’ye kadar ifade ettikleri bir dönemde barış ve federasyon için yeni bir yol açmak için çaba sarf etmeliyiz.
2014 yılında, Sertaç Sonan, Constantinos Adamides, Yücel Vural ve Nicos Peristiantis imzasıyla yayınlanan “Parça Parça Çözüm Modelinin Kıbrıs Örneğinde Sağlayacağı Fayda Üzerine Rapor” konuyla ilgili geniş bir zemin sağlıyor. Raporda kapsamlı çözüm ve adım adım çözüm modelleri tartışıldıktan sonra adım adım çözüme dair somut örneklerle açılımlar öneriliyor.
Raporun en önemli noktası, aynı zamanda adım adım çözüm modelinin de temel dayanak noktası olan, çözümün bir anlık imza ile değil, hayatın içerisindeki eylem, ilişki ve gerek karşılıklı gerekse de karşılıksız adımlarla örülecek bir sürece gönderme yapmasıdır. Ne yazık ki merkez siyasi parti liderliklerinin ve Kıbrıslı Türk barış yanlısı liderlerinin barışa dair tutumu masa başında bütünlüklü bir imza ile sorunun çözümünün tesis edilip federasyonun kurulacağı yönünde oldu. Halbuki barış, bir değerler bütünü olarak hayatın içerisinde, insanların eylemleri ve inşa ettikleri ile kurulup yaygınlaşabilir. Dolayısı ile çözüm ve barışı bir süreç ve hayat içerisinde uygulanacak değerler bütünü olarak benimseyip hareket etmek; bunun toplumsallaşması için mücadele vermek, imkansız süreçlerin yerine koyacağımız bir zemin olacaktır.
Fakat tüm bunlar için önce barış ve çözüm odaklarının, özellikle de solun bu konuyu tartışmaya ve kendisini dönüştürmeye açık olması lazım. Sorun zaten bir nebze de bu değil mi? Yıllarca denenmiş ve başarısız olunmuş yöntemler üzerinde -hem kolaycılığa yatarak hem de ezberden konuşarak- ısrar etmek, kendini dönüşüme ve yenilenmeye kapamak.
Yenilenme ihtiyacı
‘Yeni bir dönem’ başladı. Tırnak içinde, çünkü yeni olması öncekilerin veya sonrakilerin tekrarını barındırmayacağı anlamına gelmiyor. ‘Yeni’ belki de son yıllarda en çok tüketilen ve harcanan kelimeler arasında. “Yeni dönem”, “yeni siyaset”, “yeni zamanlar”, yeni simalar ve “yeni siyasetçiler”… Benzerlerinin tekrarı yeniler, sıralanır da gider. Halbuki yeni olan her şey eskilerin makyajlı halinden ibaret. Botokslar ve fondötenler dağılınca, ‘yeninin’ içindeki eski de ortaya çıkıyor.
Halbuki sahici bir yenilenmeye ve dönüşüme ihtiyacımız var. Solda, muhalefet cephesinde, özgürlükçü kesimlerde. Yenilenme derken, simaların, renklerin veya konumların değişmesinden, yenilenmesinden bahsetmiyorum. 20.yy anlamın kaybolup gittiği, kişinin anlamsızlık içerisinde yabancılaştığı bir çağdı. 21.yy da ise bu kez değerler kaybolup gidiyor, çözülüyor; değerler üzerine kurulu yaşamların ve hareketlerin yerini öfke ve hınç alıyor. Demek ki yenilenmeden anlamamız gereken en önemli şey, etik/politik ve varoluşsal değerlerin yeniden değerlendirilmesi, keşfedilmesi ve sahiplenilmesidir.
Barış ve çözüm güçleri, sol ve solda duran bireyler değerler üzerinden sahici ve kurucu politik/etik bir hat mı inşa edecek yoksa ezberler ve dogmalar arasında acizlikten üreyen ve daha da fazla acizliğe evrilen söylenmelere devam mı edecek?
Rapor için: