
Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet: Peki Ya Emek?
Türkiye halkı bugün Gezi Parkı Eylemleri döneminde olduğundan çok daha yoksul, çok daha yoksun ve çok daha güvencesiz.
Celal Özkızan
celalozkizan@yahoo.com
Geçmiş
Yaklaşık 120 yıl kadar önce, bir Temmuz sabahı, İstanbul caddeleri “kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganlarına uyanmıştı. Padişahlık yönetimine karşı ve demokrasi için İttihat ve Terakki önderliğinde kitleler sokaklara dökülmüştü. Monarşilerin, kan bağına dayalı saltanatların ve tek adam yönetimlerinin bir bir devrildiği bir çağdan Osmanlı devleti de nasibini almıştı.
İstibdada karşı hürriyet ve demokrasi kavgası, başka pek çok coğrafyada olduğu gibi, Anadolu ve Rumeli topraklarında da burjuva bir karaktere bürünmüştü. Önce Osmanlı ve ardından Türkiye modernleşmesi kapitalist toplumsal ilişkiler çerçevesinde hayat buldu. Dahası, o dönem globalleşmekte olan kapitalist ekonominin emperyalist ilişkileri çerçevesinde, önce Osmanlı ve sonra Türkiye, ‘yarı sömürge’ ifadesiyle basitleştirerek anlatabileceğimiz türden çeşitli finansal ve mali bağımlılık ilişkilerinin içerisinde kendini bulmuştur.
Ermeni Kırımı, 1920’li yıllar boyunca süren nüfus mübadelesi, 1942 yılında başlatılan ve ırkçı bir temelde kurgulanan Varlık Vergisi uygulaması ile 6-7 Eylül pogromu süreçlerinde izlenebileceği üzere Osmanlı-Türkiye coğrafyasında sermaye ve varlık sahipliği el değiştirmiş olsa da, sermaye düzeninin kendisine egemenler tarafından asla zeval getirilmemiştir.
Dönemin kapitalist devletlerinin dünya savaşları ile zirveye ulaşan emperyalist saldırganlığına ve sosyalist Sovyetler Birliği’nin Kurtuluş Savaşı sırasında gösterdiği ciddi dayanışmaya rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadroları ile bu kadroların maddi temeli olan Osmanlı ekonomik elitleri, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi’nde Türkiye devletinin ve toplumunun kapitalist bir karakterde şekillenmeye devam edeceğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya koymuşlardır. O kadar ki, erken Cumhuriyet döneminde kapitalist ekonomik çerçeveyi biraz olsun sorgulamaya açan devlet görevlileri dahi, örneğin dönemin Ekonomi Bakanı Mustafa Şeref Özkan, doğrudan Atatürk eliyle (ve başını Celal Bayar’ın çektiği yeni oluşmakta olan Türk sermayesinin işbirliğiyle) tasfiye edilmiştir (1).
Bu kısa ve umarım ki özlü anlatımdan da görülebileceği üzere, daha kuruluşundan itibaren -ve dahi kurulmasından evvel- Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, kapitalizmin ve Türkiye sermayesinin gelişimiyle Türkiye emekçi sınıfının büyümesi ve baskı altına alınmasının tarihidir.
Şimdi
Peki tüm bunları, Türkiye’de hükümete karşı sürmekte olan yaygın halk protestolarını konu alan bir dergi sayısında niye anlattım?
Türkiye’de haftalardır istibdada, baskıya ve zorbalığa karşı; demokrasi, seçme ve seçilme hakkı, ifade özgürlüğü ve hürriyet için sokaklara dökülmüş insanları, Türkiye halkını gördükçe, kalbim heyecanla, umutla ve dayanışma duygusuyla çarpmakta. Nazım Hikmet’in meşhur “Angina Pektoris” şiirinden ilhamla ifade etmek gerekirse,
Yarısı burdaysa kalbimin
Yarısı Saraçhane'dedir, doktor
ODTÜ’den Eskişehir Yolu’na akan
Öğrencilerin içindedir
Sonra, her şafak vakti, doktor
Her şafak vakti kalbim
İzmir’de gözaltına alınıyor
2013’teki Gezi Parkı Eylemleri’nin Ankara ayağına başından sonuna bir ODTÜ öğrencisiyken katılmıştım. Gezi Parkı Eylemleri’ndeki direniş ve dayanışma azminin tatlı hatırasıyla devletin ve faşistlerin şiddeti sonucu hayatını kaybeden veya yaralananların acı hatırası bir araya gelince, sadece aklımla ve siyasi değerlerimle değil kalbimin yarısıyla da takip etmeye başladım Türkiye’de olup bitenleri.
Türkiye’de olup bitenlere dair pek çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. Bu dergi sayısının diğer yazılarında da dahil olmak üzere pek çok şey yazılacak, çizilecek, söylenecek. Ben ise bu yazıda, Türkiye’de hükümete karşı sürmekte olan yaygın halk protestolarının pek de konuşulmayan bir boyutuna dikkat çekmek istedim, istiyorum.
Türkiye’nin tarihi, sermayenin egemenliğinin dayatılmasının tarihidir. Türkiye’de baskının, esaretin, sansürün, otoriterliğin ve zorbalığın tarihi de sermayenin egemenliğinin dayatılmasının yan etkilerinin tarihidir. Mali ve finansal anlamda çeşitli bağımlılık ilişkilerine tabi bir ülkede sermayenin egemenliği, elbette merkez kapitalist ülkelerdekine kıyasla çok daha sancılı bir şekilde inşa edilip korunmaktadır (2).
Kısacası, Türkiye’nin tarihi, yarı-sömürge bir coğrafyada palazlanan bir sermaye yapısının egemenliğinin tarihidir. Giriş kısmında da anlatıldığı üzere, “Atatürk döneminde” de bu böyleydi, sermaye odaklı bir ekonomi politikayı merkezine alan Menderes döneminde de (3), Menderes’in Kore Savaşı ile birlikte açtığı NATO’cu yolda büyük adımlar atan 27 Mayıs Darbesi döneminde de, emek-sermaye çelişkisinin ve sınıf mücadelesinin en çok siyasallaştığı 1960-1980 döneminde de… ve elbette Türkiye’de emek hareketinin ezilmesine ve neoliberal politikaların uygulanmasına yol açan 80 Darbesi ve sonrasındaki Özal deneyiminde de.
Erdoğan döneminde önce laiklik, sonra askeri vesayet, ardından Kürt sorunu, sonrasında Cemaat ve darbe girişimi, nihayetinde de tarikatlaşma ve otoriterlik sorunu öyle yaygın yer kapladı ki gündemde, bu dönemin en ayırt edici unsurunun sermayenin emek üzerinde belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük dominasyonunu kurması olduğu çokça kez göz ardı edildi.
Gelecek?
Türkiye’nin tarihinin sermayenin egemenliğinin dayatılmasının tarihi olduğu düşünüldüğünde ve Türkiye’de baskının, esaretin, sansürün, otoriterliğin ve zorbalığın tarihi de sermayenin egemenliğinin dayatılmasının yan etkilerinin tarihi olduğu ortaya konduğunda, direnişin de ancak sermayeye karşı verildikçe anlam kazanacağını, hürriyetin, demokrasinin ve aydınlığın da ancak emek hareketi içerisinde kurulabileceği anlaşılır.
Ne yazık ki Türkiye’de emek-eksenli siyasal mücadeleler, uzun süredir toplumsal dinamikler içinde merkezi bir yer kaplamıyor. Örneğin Gezi Parkı Eylemleri dahi - belki kendinden önce gelen Tekel Direnişi’nin etkisiyle, belki Türkiye’deki öğrenci hareketlerinin içindeki sosyalist damarın bugüne kıyasla daha yaygın olmasının getirisiyle, belki sınıf mücadelesini bir dönem de olsa rehber edinmiş kuşakların hala mücadelenin öznesi olması hasebiyle – emek eksenli taleplerin daha yaygın olarak dile getirildiği bir süreçti.
İronik olan şu ki, Türkiye halkı bugün Gezi Parkı Eylemleri döneminde olduğundan çok daha yoksul, çok daha yoksun ve çok daha güvencesiz. Dahası, AKP dönemi grevler konusunda Türkiye tarihinin en karanlık deneyimine karşılık gelse de, son birkaç yılda kendiliğinden işçi hareketlenmeleri ve grevlerinde ciddi bir artış gözlemlenmiş durumda. Yani bugünün Türkiye emekçi sınıfı, Gezi’nin emekçi sınıfından daha keskin, daha bilenmiş ve patlamaya daha hazır bir halde.
Sınıf hazır, ama sınıfın emek mücadelesi ortalarda yok. Marx’ın Felsefe’nin Sefaleti isimli çalışmasından ilhamla söyleyecek olursak, sınıf kendinde, ama henüz kendisi için hareket etmiyor, hem de bu hareketin koşulları dünden, belki her zamankinden daha bilenmiş halde ortada durmasına rağmen. Erdoğan er ya da geç gidecek, ancak sermayenin düzeni sürdükçe; baskı, esaret, sansür, otoriterlik ve zorbalık da devam edecek – farklı biçimler alarak, farklı yüzler tarafından dayatılarak, farklı kesimlerce meşrulaştırılarak. Sermaye düzeninin karşısına ise ancak emek eksenli bir hareketle, sınıfın kendisi için vereceği mücadeleyle çıkılabilir.
Direnen Türkiye halkına selam olsun!
Bu daha başlangıç…
Notlar
1. Türkiye’nin erken Cumhuriyet döneminin ekonomi politikalarına ilişkin Korkut Boratav’ın “Türkiye’de Devletçilik” ve Bilsay Kuruç’un “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi” başlıklı kitapları aydınlatıcıdır.
2. Türkiye’nin jeopolitik konumunun ağırlığı ve imparatorluklara özgü karmaşık ve iç içe geçmiş bir demografik yapıyı Türkiye’nin Osmanlı’dan miras alması bu sancının üzerine tuz biber ekmiştir.
3. Menderes’i iktidardan deviren ana sebeplerden bir tanesi, sermaye odaklı ekonomi politikasını ABD’nin kendisine biçtiği maliye politikası disiplini ve ekonomik istikrar politikaları çerçevesinde uygulamamış olmasıdır. Bu konuda Galip Yalman’ın “Transition to Neoliberalism: The Case of Turkey in the 1980s” kitabının “The Post-War Adjustment” başlıklı kısmı aydınlatıcıdır.
