KAMUDA OSMANLI BÜROKRASİSİ ZAYIFLATILMALI
Geçtiğimiz günlerde bir gazete haberi ile fark etmiş olduk: Son 6 ay içerisinde İngiliz Sterlini iki katına çıkmıştır.
Bugün yaşadığımız devalüasyon artık sadece ekonomik değil, ciddi bir hayatta kalma savaşıdır.
Belki biraz acı gerçeği yüksek sesle söylemek olacak fakat, bu durumun makro sebeplerini çözebilmek maalesef bizlerin şu anki siyasada ve konjonktürde elinden gelen bir şey değildir.
Türkiye Cumhuriyeti ile olan bağlarımız böylesi bir ekonomik krizden bizim de etkilenmeyeceğimiz herhangi bir senaryoyu imkansız kılmaktadır. Buna sebebiyet veren bağlar ise sanılanın aksine sadece ekonomik bağlar değil, aynı zamanda sosyolojik, gönülsel ve kardeşlik bağlarıdır.
Bugün yaşadığımız bu krizi makro ölçekte çözmek mümkün olmasa da, kendi içimizde çözüm önerileri sunarak tabiri deyiş ise “sorunu fırsata çevirmek” yine bizim elimizdedir.
Bugün yaşanan kriz aslında 2018 yılında yaşadığımız krizin büyük abisidir. Bu krizin abisi geçtiğimiz 3 yılı halter çalışarak geçirmiş ve güçlenerek bugün yine karşımıza çıkmıştır.
2018 yılında yaşadığımız kriz ile bugün yaşadığımız 2021 krizi temelinde aynı öğeleri barındırır. Bazı farklılıklar içerse de bu seviye farkından kaynaklanan farklılıklardır.
2018 yılında 4’lü hükümet bu ülke bu yaşadığımız krizin ‘küçük kardeşi’ ile karşılaşmış ve bu ekonomik tehlikeden galip gelerek kurtulmayı başarmıştır.
Hatta sadece galip gelmemiştir. 4’lü hükümet o kadar başarılı olmuştur ki uzun zamandan sonra ilk kez bütçesini öz kaynakları ile kapatmayı başarmıştır.
Bu örnek bize yol gösteriyor.
Fakat, bugün karşılaştığımız sorun 2018’e nazaran daha güçlü bir ekonomik kriz olduğu için geçen sefer olduğundan çok daha ciddi bir performans sergilememizin zaruri olduğu bir gerçektir.
2018 yılındaki performansın kaynağına bakacak olursak, güneyden gelen turistlerin ve Kıbrıslı Rumların ülkeye ciddi oranda bir döviz akışına sebep olduğunu ve bu akışın ise ülke bütçesindeki açığı kapatmakta ciddi bir rol oynadığı açıktır.
Tamam, güneyden gelen araçlara benzin sattığımızda hem stok sıkıntısı çekiyor hem de para kaybediyoruz fakat güneyden gelen herhangi bir kişi kafelerimizde kahve içtiğinde, restoranlarımızda yemek yediğinde, otellerimizde kaldığında, plajlarımızı kullandığında bizler bunu ülkemizin ekonomisine katkı olarak alıyoruz. Bunu asla unutmamalıyız!
Bu noktada esnafın, küçük işletmelerin güçlenmesi gerçek anlamda önemli ve gereklidir. Çünkü bu dövizin kamu bütçesine katkısını sağlayacak katalizörler, verdikleri vergiler ile bu işletmelerdir.
Tabi, esnafı güçlendirmek için teşvikler ve krediler en önemli yöntem iken ekonomik krizde olmamız dolayısı ile bunu devletten beklemek, ölü gözünden yaş beklemekten öteye gidemeyecektir.
Bu noktada devletten talep edilecek en önemli şey destek olması değil, köstek olmaktan vazgeçmesidir.
Bu ülkenin bürokrasisi maalesef performans açısından değil ama hantallık, gereksiz prosedür sayısı ve inisiyatif alma noksanlığı açısından dünyanın birçok bürokrasisinin kat be kat önüne geçmektedir.
Yasalara uygun olan küçücük bir iş için bile onlarca daire gezilmekte ve her birinde tamamen mantık dışı bir kapris ile herhangi bir yatırımın aylarca, bazen de sonsuza kadar ertelenmesi yaşanmaktadır.
Kamunun birimleri birbirinden kopuk, daireler arasında yetki sınırları çakışan, kurallar muallak, kural dışı talepler önlenemez ve genel anlamda yatırıma karşı antipati duyan bir bürokratik sistemi KKTC kamu sisteminin birçok noktasını ele geçirmiş durumdadır.
Dahası bu durum da yozlaşmış siyaset anlayışının işine gelir. Anlamsız bürokraside sıkışan işler için siyasette bazı isimler seçimsel destek almak için, bazıları ise parasal katkı alarak iş takipçiliği yapar.
Bu durum hem yatırımcının, hem vatandaşın, hem de daire çalışanın bu devlete karşı olan inancını ve birliktelik duygusunu öldürüyor. KKTC’nin dünyada tanınmaması Birleşmiş Milletler karardan sebebiyle iken, bu ülkenin kendi vatandaşları tarafından tanınmaması ise tamamen bu sebepten gelmektedir.
Bu güne kadar değişmeyen bu düzenin artık değişmesi kaçınılmaz olmuş durumdadır. Bu düzen değişmelidir çünkü Kıbrıslı Türklerin artık bir savaşta olduğumuz gerçeği herkesin malumundadır.
Bizlerin bu yaşadığımız savaştaki düşmanımız ise şu anda döviz kurudur. Bu bir hayatta kalma savaşıdır ve bu savaşta artık bir avuç insanın komisyon kaygısı bu toplumun mevcudiyetinin önüne geçemez. Geçmemelidir!
Bugün bizler, ülkemizde kemikleşmiş olan kemikleşmiş bu Osmanlı zamanından kalma bürokrasiye savaş açmak zorundayız.
Çünkü bu ülkenin gereksiz bürokrasisi aslında bir kanser hücresidir.
Bizler bu kanser hücresini kemoterapi ile küçültmeli ve kestirip atmalıyız.
Devlet kurumlarını sömürücü durumundan çıkartıp, kapsayıcı hale getirmeliyiz.
Her bir adımı yasa, tüzük ve yönetmeliklerle inşa etmeliyiz.
Gereksiz her prosedürü düşman bellemeli ve bunlardan kurtulmalıyız.
Ve kollarımızı sıvayarak bu ülkenin genç girişimcisinin, esnafının, özel işletmecisinin ve insanının önündeki gereksiz prosedürleri kaldırmalıyız..
Bu ülkenin insanında aynen 2018’de yaptığı gibi bu krizi atlatacak irade, çalışkanlık ve mücadele ruhu mevcuttur.
Bu ülke insanı bu krizi atlatabilir!
Yeter ki hedefimizi ortak hedefimizi koyalım ve birbirimize kenetlenelim.
Güzel günleri görmememiz için önümüzde hiçbir engel yoktur!