Kan Milliyetçiliği Yapanlar Kan Akıtırlar!
Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili ortalığa saçılan bilgiler, itiraflar, açıklamalar ve cinayetin açıklığa kavuşturulması için yapılmayanlarla sis perdesiyle örtülü kalması için yapılanlar, Kıbrıs Türk toplumunu tıpkı cinayet günündeki gibi sarsmıştır.
Devlet-Derin Devlet-Mafya elbirliğiyle planlanıp uygulanan Adalı suikastı, bütün adalılara geçmişin karanlık günleri gibi, 1974-Düzeninin karakteristik özelliklerini de bir kez daha hatırlattı: Elini kolunu sallayarak dolaşan, Devlet-Derin Devlet-Mafya ve eli kolu bağlı toplum liderleri, başbakanlar, polis komutanları ve adalet sistemi...
O dönemin seçilmiş yetkilileri bu olay karşısında sessizliğe gömülürken, Rauf Denktaş’ın her zaman yaptığı gibi Adalı cinayetinde de dikkatleri başka yere çekmeye çalıştığı ortaya çıktı.
Polis genel müdürü Atilla Sav’a 26 Ağustos 1996 tarihinde gönderdiği bir mektupla hem Adalı, hem de Gürken ve Hikmet cinayetlerinde sorumluluğu Rum tarafına ve hayali katillere yüklemeye uğraştı.
Bu ibret ve utanç verici mektupta Denktaş şöyle diyordu:
“Adalı cinayeti ile ilgili olarak 24 Ağustos 1996 tarihli Ortam gazetesinde yayınlanan ekteki iddia Adalı cinayetine yeni bir boyut getirmiştir. Adalı’nın İngiliz profesör tarafından şahit olarak Avrupa Mahkemesi’ne çağrıldığını veya çağrılacağını Türk halkı arasında bilen yoktur. Şimdi öğreniyoruz. Ne maksatla çağrılıyordu, vereceği şahadet ne denli etkiliydi, bilen yok! O ifade Kutlu’yu şahit olarak gösterip, (etkili bir şey söylemeyeceğini bilen kişiler) onu bu safhada öldürtmek suretiyle İngiliz profesörün eline güçlü bir argüman vermek istemiş olabilir. Aynı oyunu 1962’lerde iki avukatı şahit olarak gösterip vurdurtmak suretiyle oynamışlardı. Eşinden ve çocuklarından bu konuda (yani Kutlu’nun şahitlik yapacağı konusunda) bilgileri olup olmadığını, bunu başka kimlerin bildiğini öğrenmekte yarar vardır. Hiç olmazsa tahkikat dosyasında bu yön de araştırılmış olur.”
1962 Nisan’ında Gürkan ve Hikmet cinayetlerini bu köşede defalarca ele aldık. Konuya ilgi duyanlar, Bir Hınç ve Şiddet Tarihi adlı çalışmama bakabilirler...
Gelelim Denktaş’ın iddialarına.
Mektupta bahsi geçen “İngiliz profesör” Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hizmet satan Claire Palley olmalı. Dava ise büyük bir ihtimalle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye karşı 1994 yılında AHİM’de açtığı Dördüncü Devlet Başvurusu olmalı.
Bu dava 10 Mayıs 2001 tarihinde karara bağlandı ve Türkiye, Kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Rumlarla Maronitlerin haklarını çiğnemekle suçlanarak mahkum edildi. Davada ayrıca, Kıbrıs Türk toplumunda yaşayan Roma topluluğu ve Kıbrıs Türk muhaliflerin baskı gördükleri de tespit edildi. Eğer, Kutlu Adalı ifade vermişse, büyük bir ihtimalle muhalif bir Kıbrıslı Türk olarak vermiştir ve eminim, Adalı gibi başka tanıklara da başvurulmuştur.
AİHM’in başvurduğu yüzlerce Kıbrıslı Rum ve Maronitin tanıklığı ve eldeki diğer bütün veriler hak ihlalinin kesin olduğuna işaret ederken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kutlu Adalı’yı öldürterek elini güçlendirmek istemiş olabileceğini ileri sürmek için insanın ya çok pervasız ya da çok çaresiz olması gerekir!
Ne yani, Kutlu Adalı’yı İngiliz profesör mü tehdit ediyordu?
Yoksa, Adalı’ya “Türklük düşmanı”, “kanı bozuk” diyen Kıbrıslı Rumlar mıydı?
Kan ve Toprak Milliyetçiliği
Vahim gerçek şudur ki, Kıbrıs Türk toplumunda 1958, 1962, 1965 ve 1996’da işlenen cinayetlerin hepsinde “Derin Adamların” imzaları vardır.
Katledilen yurtsever Kıbrıslı Türklerin hepsi de Kıbrıs Türk toplumuna ve barış içinde bir yaşama yürekten bağlıydılar.
Hepsi de “Türklük düşmanı” ve “kanı bozukluk” ithamlarıyla ölüme gönderildi.
Kutlu Adalı’yı öldürenler de öldürtenler de aynı zihinsel tornadan çıkmadır. Hepsi de ilkel ve saldırgan “Kan ve Toprak” milliyetçiliğini benimsiyorlardır.
Onların anlayışında anayasal yurttaşlık, çoğulculuk ve demokrasi gibi kavramlara yer yoktur. Tıpkı kabilelerde olduğu gibi, milli kimliği kan ve soy üstünden tanımlıyorlar. Farklı bir görüş ifade etmeyi “kanı bozukluk” sayıyorlar ve cinayetlere kapı açıyorlar.
İçte “düşmanlar” keşfederken, dışarıda toprak zapt etmeye eğilimlidirler.
Kısacası, etnik Türk milliyetçiliği ile emperyal tutkular iç içedir ve Derin Adamların zihinsel cephaneliğini oluşturan da budur.
“Kıbrıs Türk’tür” sloganı atarlar ama kimsenin aklına ne Kıbrıslı Türklerin ayrı ve farklı bir topluluk olduğunu söylemek gelir, ne de %18’lik nüfusun yaşadığı bir coğrafya parçasının nasıl “Türk” olabileceğini sorgulamak!
Acı gerçek şudur ki, “en haklı davamız” dedikleri Kıbrıs, Misakı Milli dışına taşan ve Atatürk milliyetçiliği ile hiçbir ilgisi olmayan saldırgan “Kan ve Toprak” milliyetçiliğinin hedef tahtası olmuştur.
Ve bu anlayış çok yaygın olduğu içindir ki, “Kanı Bozukların” kanı akıtılabiliyor...
Ve yine bu yüzden büyük çoğunluk cinayetlere seyirci kalıyor...