Kaos
“Diyorum ki size: dans eden bir yıldız doğurabilmek için hâlâ kaos olmalı insanın içinde.
Diyorum ki size hâlâ kaos var içinizde!
Böyle Söyledi Zerdüş, F. Nietzsche, İthaki Yayınları, s17 / Çeviren: Mustafa Tüzel
Son zamanlarda, hatta uzunca bir süredir, “kaos” kadar içi boşaltılan, pervasız ve düşüncesizce kullanılan bir başka kavram yoktur. Hükümete yönelik eleştirilerde, pandemi, ekonomi veya geçirilmek istenilen yasalara dair karşı çıkışlarda muhalefetin dayandığı en temel kavram kaos oldu. Haber başlıklarında, gazete manşetlerinde, parti liderlerinin dillerinde kaos kelimesi eksik olmuyor. Aynı şekilde bir eylem veya toplumsal huzursuzluk olduğu zamanlarda hükümet edenlerin de başvurduğu klasik söz kalıbı, “ülkeyi kaosa teslim etmeyiz” olmaktadır.
Bu –ister ‘iktidar’ ister muhalif olsun- düzen güçleri kaosu, kaçınılması gereken, habis ve yıkıcı bir durum olarak yansıtıyor. Ağızda sakız gibi çiğnenen bu kavramın artık insanlar üzerinde muhalif anlamda dahi bir etki yaratmadığı bir yana, kavramın kendisini böylesi bir cılız vasatlıktan kurtarmak gerekiyor.
***
I
Kaosu ilkin yaratılış mitlerinde görürüz.
Hesiodos’un yaratılış mitinde kaos yaşamı önceler. “Önce o kaos vardı, sonsuz ölçüsüz boşluk. Bir deniz kadar vahşi, deniz kadar karanlık.” Kaostan Erebos yani evren doğar. Ardından yer ve gök… (Mitologya, E. Hamilton, s42, Varlık)
Bir başka yaratılış miti olan Pelasglar mitinde ise, Eurynome yani her şeyin tanrıçası, kaostan çırıl çıplak ortaya çıkar. (Yunan Mitleri, R. Graves, s29, Say Y.) Eurynome, ayaklarını basacak bir yer olmadığı için deniz ile gökyüzünü ayırır, dalgalar üzerinde dans etmeye başlar. Ophion isminde büyük bir yılan ile çiftleşir. Bu ilişkiden Eurynome’un doğurduğu, “evrensel yumurta” ortaya çıkar ve parçalanan yumurtadan yaşam oluşur.
Her iki yaratılış mitinin ortak noktası kaosun yaratıcı bir potansiyeli oluşu ve bu yaratımın aynı zamanda bir yer-yurt-mekan-düzen arayışı ile kendisini kaostan kurtarma arayışında olmasıdır.
Bugün kaos ve düzen arasına çekilen çizgide antik yaratılış mitlerinin, günümüzde hâlâ -içeriği değişse de- mitin işlevinin nasıl diri ve güncel kaldığını göstermekte. Kaosa habis nitelikler yükleyerek, hakiki ve istikrarlı bir düzen söylemi inşa etmeye çalışanlar aslında tam da bu mitsel anlamları yeniden üretmekteler.
Burada belirleyici bir noktanın altını çizmek gerek: Kaos aynı zamanda belirsizliğe ve her türlü tesadüfü içinde barındırır. Bu haliyle de kaos yabandır! Ele gelmez, kontrol edilemez; yani yönetilemez, üzerinde tahakküm kurulamaz olandır. Dolayısıyla kaos her zaman egemeni, egemen olmak isteyeni ürküten bir oluştur. Kaosun yabanlığı aynı zamanda onun yaratıcılık potansiyelini de koruyandır.
II
Bugün artık kaos ve düzen arasında bir karşıtlık ve/veya aşkınlık kurulamayacağını biliyoruz. Düzenin içinde kaos, kaosun içinde de düzen vardır.
Düzen ve iktidar güçlerinin, sürekli olarak kaosu, sistemin dışında, ona aşkın kötücül bir tehdit olarak konumlandırmaları bu anlamıyla da oldukça isabetsizdir. Bunu ancak ister muhalif isterse de egemen olsun, iktidar güçlerinin kendi konumlarını ‘sağlama alma’ çabası olarak okuyabiliriz. Bu durum kendisini klasik mekanik-pozitivist aklın bir yansıması olarak gösteriyor. Halbuki kaos düzene içkindir, aynı şekilde düzen de kaosa içkindir. Bu anlamıyla da kaos aslında bir istisna veya sapma değildir. Günlük hayatta üzerine çok kafa yorulmadan kullanılan bir cümle vardır: “İstisnalar kaideyi bozmaz.” Hayır, bozar! Aslında tam da istisnalardan dolayı kaideler bozulur. Çünkü her kaide kendi istisnasını üretme olasılığına sahiptir.
“Çağımızın Bilimleri” kitabında, Michael Albert, kaosun aslında bir istisna durumu olmadığını ifade ederek, sistemlerin doğal düzeni olarak her an karşımıza çıkabilecek bir normallik olarak tanımlar. İstediğiniz kadar mükemmel matematiksel formüller ve sistemler geliştirin, her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplayın veya planlayın, en ufak bir beklenmedik gelişme tüm tasarımı ve düzeni alt üst edebilir. “Böyleyse kaos belki de sıra dışı değil, aksine yaygındır ve asıl sıra dışı olan bilim insanlarının bu kadar uzun zamandır üzerinde durdukları, tamamen öngörülebilir sistemlerdir.” (Çağımızın Bilimleri, Michael Albert, syf 98, BGST)
Bu durumu 1961 yılında Edward Lorenz’in tanımladığı “Kelebek Etkisi”yle de açıklayabiliriz. Meraklı okur bunu araştırabilir. Fakat burada günlük hayattan örnek vermek çok daha basit olabilir. Hesaba katmaksızın, arabanızın tekerleğine batan bir çivi, peşi sıra birçok gelişmenin nedeni olabilir. Veya yolda yürürken, bir yerde otururken hiç beklemediğiniz bir anda yaşadığınız bir karşılaşma, -bir bakış, bir gürültü veya yere düşürdüğünüz çantanız- kendi içinizde birçok duygu durumunun harekete geçmesine ve içsel bir karmaşa yaratmasına neden olabilir. Siz istediğiniz kadar günü en ince ayrıntısına kadar planlayın, kelebeğin kanat çırpışı gelip sizi bulacaktır.
Dolayısıyla kaos alışıla gelmiş aşkıncı düşünce biçimlerinin yaptığı gibi dışarda, ötede veya ötekide aranacak bir tekinsizlik hali değil, tam da irili ufaklı yaşam sistemlerimizin içinde barınan yaratıcı, bir o kadar da sekteye uğratıcı bir potansiyel olarak kavranmalıdır. Düzen ve kaos ayrı değil, bütünseldir, tek bir bedendir. Kaos ve düzen gerilimi de bu beden içinde gelişir.
III
Kaos, Ömer Faruk’un “Kaos” kitabında ifade ettiği gibi, bir yaratıcılık imkanıdır. Aynı zamanda bir başlangıç noktasıdır. Çünkü her şey kaosla başlar. “Yeni bir başlangıç noktası ise kişinin kendisini döllemesiyle başlar. Dölle(n)me ise boş sayfa, boş tuval, sessizlik, kapanmış gözler, uçurum, yaban ya da yeni bir hakikat arayışı olarak Aşk’ta gerçekleşir.” (Kaos, Ömer Faruk, syf 55, 6:45 Yayınları)
Aynen Nietzsche’de olduğu gibi, kaos insanın kendisini aşma imkanıdır. Dans ve aşk imkanı…
Sizi bilmem ama ben bu ülkeye baktığımda bu anlamıyla bir kaos değil; kaosun potansiyelini yutmak için sürekli olarak belirsizlikler üzerinde hakimiyet kuran, kendisini de belirsizliğin yönetimi olarak organize eden bir düzen görüyorum. Kaosu hor görüp düzene tapanlardan imtina edin.