KAOS
Birbirini pek iyi tanımayan, fazla ortak yönü olmadan mecburiyetin biraraya getirdiği bir grup içerisinde sık sık rastlanır kısa sessizlik anlarına. Konuşacak konu bulma çabaları arasında gerginlik yaratan eslerdir bunlar. Özellikle bir bekleyiş söz konusu ise, gerginlik iyice artar, sahte gülümseyişlerin ortamı yumuşatma çabaları pek bir yere varamaz.
Bu yumuşatma çabalarının birinde genç bir kadından, belli belirsiz bir kahkaha eşliğinde öğrendim: ‘Bir yerlerde kız çocuğu doğmuş olmalı’ cümlesinin bu gergin atmosferin kaba tanımı olduğunu. Dudağım uçukladı!
Ne yapacağınızı, ne diyeceğinizi bilemiyor, geriliyorsanız, bir kız çocuğunun doğum haberini almışsınız, hayalleriniz yıkılmıştır! Bu yorumu bir erkeğin yapmasına da illet olurdum elbet, ama bir kadının ağzından duyunca daha da bir öfkeleniyorum.
Yüzyıllardır bir ikinci seçenek muhabbetidir gider durur. ‘Erkek adamın erkek oğlu olur’, yerine göre ‘Erkek adamın erkek damadı olura’ dönüşür, ille ki Erdal Atabek’in deyimi ile erkeklik kışkırtılır, kadınlık sistematik bir şekilde bastırılır.
Toplumun yarısını kontrol altına almaya çalışmak, baskıcı rejimlerin en büyük özelliği olarak süregelir. Ülkesine göre değişik boyutlara bürünür, kadını kontrol çabaları. Uzakdoğu ülkelerinde henüz doğmamış kız çocukları kurban edilir bu zihniyete veya yeni doğmuş bebekler terk edilir, kız diye.
Afrika’da ‘Cinsellikten zevk alır mı?’ endişesi ile kız çocukları sünnet ediliyor hâla, akıl almaz travmalara maruz bırakılıyorlar. Bize çok uzak olmayan coğrafyalarda, küçücük yaşlarda kendilerinden kat kat büyük erkeklerle evlendiriliyorlar, okula gönderilmiyorlar, kendileri bebekken daha, bebek büyütüyorlar.
Dünyanın pek çok ülkesinde eziliyor küçücük bedenler, erkekleri ‘tahrik’ etmesin diye kara çarşaflara kapatılıyor, aşağılanıyor, dövülüyor, tecavüze uğruyor, öldürülüyorlar.
Baskıcı rejimler her daim kazanıyor, isyan etmeye kalkanı acımasızca ortadan kaldırıyor. Kadın kontrol altında tutuluyor, korku ve nefret her yerde kol geziyor. Kadınlar kıraldan kıralcı olup hatta, daha da bir yükleniyorlar kara koyun belledikleri hemcinslerine.
Daha şanslılarımız da var tabii, Batı’da büyüyenlerimiz, kendini eşit sayıp Feminizmi erkek düşmanlığı sananlarımız ve ‘Feminizme ihtiyacım yok, çünkü erkeklerin vücüdüma iltifat etmesini seviyorum’ cümleleri kuranlarımız. Son dönemlerin en cesur Fransız filmlerinden biri olan ‘Mavi en sıcak renktir’ de dahi annenin yerinin mutfakta sebze soymak olmasını yadırgamayanlarımız. Beni benden alanlarımız...
Bir de Amin Maalouf var, her iki dünyayı da iyi tanıyan, dümdüz eşitliği savunan Lübnan asıllı Fransız yazar. Bu zihniyetin sonunda gideceği yeri ‘Beatrice’ten sonra birinci yüzyıl’ romanında, saf kaos olarak tanımlayanımız.
Uluslararası Plan örgütü var sonra, dünyanın en gelişmiş demokrasi ülkelerinden Norveç’te faaliyet gösterse de dünya genelinde günde 39,000 kız çocuğunun evliliğe zorlandığı gerçeğine dikkat çekmek için oldukça yaratıcı bir kampanyaya imza atan ve bunu başaran bir çocuk hakları örgütü.
Ve Malala Yousafzai, okula gittiği, kızların okula gitmesi gerektiğini savunduğu için 15 yaşında okul yolunda başından vurulan, 17 yaşında en geç Nobel Barış Ödülü sahibi olan cesur Pakistanlı kızımız. Gururumuz!
2011 yılından beri, 11 Ekim, BM tarafından Uluslararası Kız Çocuğu günü olarak kutlanıyor. Kız çocuklarının karşılaştığı sorunlara, uğradıkları haksızlıklara son vermenin demokratik toplumlara ulaşmadaki önemi anlatılmaya çalışılıyor.
Yürüyecek daha çoook yolumuz var eşitlik doğrultusunda. Maalouf’un tanımını yaptığı kaosu tanımadan, sonucu ulaşabilmeyi umuyorum mevcut kaotik dünya düzenimiz içinde.
12 Ekim 2014
Abant