1. YAZARLAR

  2. Cenk Paşa

  3. Kara Çarşafla Gelen Karanlık: Laik Eğitim Tehlikede!
Cenk Paşa

Cenk Paşa

Kara Çarşafla Gelen Karanlık: Laik Eğitim Tehlikede!

A+A-

8 Nisan 2025’te Lefkoşa sokaklarında yükselen ses, yalnızca bir protestonun değil, yıllardır bastırılmış bir toplumsal hafızanın yeniden uyanışının göstergesiydi. Okul bahçelerinde kara çarşafla temsil edilen bir anlayışa karşı yürüyen binler, aslında yalnızca geçmişin devrimsel kazanımlarını değil, aynı zamanda geleceğin aydınlık umudunu da savunuyordu.

Laiklik, çoğu zaman bir anayasa maddesi olarak anılır; oysa özünde çok daha derin bir ilkedir. Vicdan özgürlüğünün, yaşam tarzı seçiminin ve inançlar arasında eşitliğin temelidir. Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleştirilen devrimler, bireyin dinsel dayatmalardan arındırılmış bir kamu düzeninde özgürleşmesini hedeflemiştir. Kıyafet devrimi bu bağlamda yalnızca görünüşle ilgili bir dönüşüm değil, kadını görünür kılan bir zihniyet devrimiydi.

Kara çarşaf, tarih boyunca kadını toplumdan izole eden bir sembol olmuştur. Şimdi aynı simgeyi, okul bahçelerinde görmeye başlamak; bizi geçmişin karanlığına doğru adım adım geri sürükleyen bir dönüşümün göstergesidir. Oysa laiklik, bir tercihten çok daha fazlasıdır: ilerlemenin, çağdaşlaşmanın, bilimin ve toplumsal eşitliğin vazgeçilmez dayanağıdır. Bugün susarsak, yarın söz hakkımız kalmayabilir.

Başörtüsü ve çarşafın dinî bir zorunluluk olduğu iddiası, çoğunlukla tarihsel bağlamından kopuk yorumlara dayanır. Kur’an-ı Kerim’de sıkça atıf yapılan Nur Suresi 31. ayet, 7. yüzyıl Arap toplumunun sosyal yapısına hitap eder. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2006 tarihli açıklamasında dahi başörtüsünün “kişisel tercih ve yorum meselesi” olduğu vurgulanmıştır. Bu da gösteriyor ki, mesele inançtan çok, bu inancın nasıl yorumlandığıyla ilgilidir.

Bugün okul bahçelerine giren kara çarşaf, yalnızca bir giysi değildir. O, bastırılmış bir kadının geçmişiyle birlikte, bastırılmak istenen bir toplumun geleceğini de taşır. Laiklik tam da bunun önüne geçmek içindir. Zira eğitim ortamı, inanç dayatmalarından, ideolojik telkinlerden arındırılmış olmalıdır. Başörtüsü, ister baskıyla ister "özgürlük" adı altında takılsın, kamusal alanda dinsel bir aidiyeti simgeler ve bu da farklı düşünen bireyler üzerinde dolaylı bir baskı yaratır.

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşananları izlerken hatırlamamız gereken, 1979 yılında İran’da yaşanan İslam Devrimi sonrası yaşadığı şeriatlaşma süreciyle laikliğin terk edilmesinin toplumu nasıl dönüştürdüğüne dair çarpıcı bir örnektir. Kadınların zorunlu örtünmesi, başta bireysel özgürlükleri hedef aldı; ancak zamanla eğitim ve bilim kurumlarına da yansıdı. UNESCO verilerine göre 1980’lerde üniversitelerdeki kadın akademisyen oranı %35 civarındayken, devrimden sonraki ilk on yıl içinde bu oran %15’in altına düştü. Bilimsel yayın üretimi dramatik şekilde azaldı, özellikle sosyal bilimlerde ideolojik sansür yaygınlaştı. Kadınların kamusal alandaki görünürlüğü azaldıkça, toplumsal çeşitlilik yerini tek tip bir dini kimliğe bıraktı.

Bir diğer çarpıcı veri ise İran Bilim, Araştırma ve Teknoloji Bakanlığı'nın 2005 raporunda yer alıyor: Devrim sonrası geçen 25 yılda bilimsel inovasyon kapasitesinin %47 oranında azaldığı, gençler arasında eleştirel düşünme becerilerinin gerilediği ve beyin göçünün katlanarak arttığı belgelenmiştir. Bugün dahi İran’da üniversite öğrencileri ve akademisyenler, sadece düşüncelerinden değil, giyimleri ve yaşam tarzları nedeniyle soruşturmalarla, baskılarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu tablo, şeriat esaslı bir eğitim sisteminin neyi götürdüğünü açıkça ortaya koyuyor: özgürlük, üretkenlik ve gelecek.

Eğitim sistemine “değerler eğitimi” adı altında sokulan dini kodlamalar, toplumsal cinsiyet eşitliğini tehdit eden yaklaşımlar ve son olarak okullarda dinsel sembollerin görünür hale gelmesi; bir siyasal projenin adım adım uygulanmakta olduğunu gösteriyor.

Bugün Kıbrıs’ta yaşananlar, tesadüf değil; planlı bir ithaldir. Bu bir tür kültürel mühendisliktir. Eğitim sistemi dinselleştiriliyor, çağdaşlık geri itiliyor. 8 Nisan’daki yürüyüş, sadece bir kıyafete karşı değil; onun arkasındaki zihniyete karşı bir uyanıştı. Kıbrıslı Türk toplumu neye inanacağını değil, nasıl yaşayacağını savunur. Ve laikliğe dokunulduğunda, sessiz kalmaz.

Çünkü biz biliriz ki laiklik giderse, barış da gider, bilim de gider, bireysel özgürlük de… Ve bu coğrafyada bir kez daha “karanlık örtüler” geleceğimizi örter.

Bu nedenle mücadele bugünden verilmelidir. Kara çarşaf okul bahçesine yalnızca bir kumaş parçası olarak girmez; o bahçeye aynı zamanda susturulmuş bir kız çocuğunun hayalleri, bastırılmış bir toplumun çığlığı ve yarım bırakılmış bir devrimin gölgesi girer.

Geriye yalnızca şu soru kalır: Susacak mıyız, yoksa o gölgeye karşı yeniden ışığı mı savunacağız?

Bu yazı toplam 728 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar