Karagil: “Ölümü değil yaşamı çağrıştıran ve kutsayan bir eser olsun istedik”
Her iki cinsiyet için de bir streotipleştirme söz konusudur. Erkek duygusal olarak ağlayamaz mı? Bu tektipleştirme bir işe yaramıyor. Çeşitlilik her zaman daha iyidir.
Nurtane Karagil, Gönen Karagil ve Eda Zeybel işbirliğinde Lefkoşa Dr. Fazıl Küçük Park’ındaki heykel rezidansı çalışması sonrasında kalıcı olarak parka monte edilen “Rağmen-İn Spite Of” projesiyle ilgili yaratıcısı Nurtane Karagil ile konuştuk.
Üzerine bastığımız alanın güvensizliğini anlatan bir füze üzerinde duran ve elinde kendinden büyük bir ağaç tutan çıplak ayaklı kız çocuğu çalışmasında kadının acı çektiğini ve kendi sorumluluğunu alarak zorlu hayatta kalabilmek için daha fazla güç sarfettiği için kadını romantikleştirmekten başka,farklı bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğini vurguluyor…İletişime açık,insan değil doğa öncelikli bir yaşam tahayyülü ile hareket ediyor.
“Kamusal alanda hayatı kutlayan eserler bulmak çok zordur”
-Kamusal sanat çalışmalarına bakış açını alarak başlamak isterim.
Nurtane Karagil: Kamusal sanata yer veren EMAA’nın “Herkes İçin Sanat” projesi örtüşen çalışmalardır. Bu tür projeler hemen ortaya çıkan çalışmalar değildir. Bir hazırlık süreci(toplumun neye ihtiyacı var, eksik olan nedir, durumu iyileştirmek için neler yapılabilir), yazım ,başvuru, onay ve sonunda da uygulama zamanını kapsar. Toplumun neye ihtiyacı olduğunu bilen ve bu konuda farkındalığı yüksek bir STK olan EMAA’nın hazırladığı “Herkes İçin Sanat” projesi de bu dönüşümü sağlamak için önemlidir. Heykel üzerinden kamusal alanlara bakacak olursak, ülkemizde kamusal alanlar eril,savaş sonrası nefretten ve güçten beslenen heykellerle doludur ve bizler o heykellerle büyüdük. Kahramanlık, zafer, kurtarılma üçgeni arasında dolaşan bir anlayışla yapılan anıt geleneği olduğu için kamusal alanda hayatı kutlayan eserler bulmak çok zordur. Bu perspektifi de kırmak adına bazı girişimler yapmak gereklidir. Konu heykelde savaş bile olacaksa onun devlet tarafından tepeden inme oraya yerleştirilmesi değil de toplumda bunu yaşayan ve hisseden insanlar tarafından kamusal alanlara konması gerekir.
Kamusal alan denince meydanlar, insanların çokça toplandığı yerler, parklar, bahçeler vb. gibi birçok alanı düşünmek gerekir. Bizde farklı kültürlerin bir arada bulunduğu üniversite kampüsleri biraz bu konuda aktiftir onu dışında kamusal alan çalışmalarının insana dokunabildiği örnekler çok azdır. Bizim toplumda çok farklı gruplaşmalar olduğu için homojen bir yapıyı bulmak çok zorlaşıyor. Eskiden bugünlere gelen kahvehanelerin bile ayrı olduğu bir kültüre sahibiz. Herkesin gittiği ortak bir kahvehanemiz bile yoktur. Futbol kulüplerinde, derneklerde hatta sanatta bile bir birlikteliğin olmadığını görürüz
“Bu çalışmaları yaparken insanları içine alan,kapsayıcı bir bakış açısı olması gerekir.”
-Bin 600 civarında kayıtlı dernek-birlik-cemiyet var. Bunların çok azının gerçekten aktif olarak çalıştığını biliyoruz. Sivil topluma baktığımızda katılımcılık, şeffaflık, temsiliyet, üretim/faaliyet konularında zayıf olduğumuzu görüyoruz. Sanatın kamusal alana yayılması adına EMAA’nın bu projesini önemsiyorum. Senin uluslararası deneyimlerin de var. Sen ne dersin?
Nurtane Karagil: Kültür çalışmaları yaparken, toplumu oluşturan tüm öğelerin kapsandığı bir bakış açısı olması gereklidir. Toplum kendini anlatan renkliliği göremiyorsa, beraberliğin getireceği deneyimden de yoksun kalır. Plastik sanatlar üzerinden konuşacak olursak bir sanat eseri ile statü sembolüymüşçesine, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlığın, meclisin, rektörlüğün, banka yöneticisinin duvarında karşılaşılıyor. Oysa onların halka açık, çeşitliliği kapsayıcı müzeler, galeriler, kamusal alanlar, okullar ve daha niceleri ile insanlara ulaşması gerekir. Bu da devletin kültür-sanat politikası olması, bunu içselleştirilmesi ve yansıtması üzerine gelişebilir. Kıbrıs’ta geçmişten, bu adadaki zengin kültürel medeniyet geçmişinden kopuk bir(kaç) jenerasyon ve yönetim kadroları ile başbaşayız.
Durum böyleyken de bu eksiklikleri maalesef çocukluk hayallerini şimdi gerçekleştiren maddi kaynağı olan büyük adamlar kendi zevkleri doğrultusunda doldurmak üzere. Üstüne bir de sizin için yaptık diye nesneleştirerek. Kıbrıs gibi bir coğrafyayı tek bir düşünce üstünden sindirtmeye çalışmak birçok kalbi yok saymak anlamındadır.
“Kadının sadece doğurgan,üretici,koruyucu olma haliyle sürekli başkalarını besleyen bir ağaca benzetilmesini dönüştürmek istedim”
-Bir röportajında hayatta derdin neyse konuyu da uygun araçlarla anlattığını söyledin. Bu “Rağmen” adlı eserin bir dertten mi ortaya çıktı yoksa proje olduğu için bir nevi duruma(ihtiyaca)göre hareket mi oldu?
Nurtane Karagil: Kamusal Alanda Sanat denildiğinde sadece kendi öznemin düşüncesiyle kalmak istemedim. Bu eserin bir geçmişi vardır. Çocuklarla yaptığımız atölyelerde gerçekleşen konuşmalar ve tartışmalardan çıkan bir konudan ilerlemek istedim. Bu yaptığım eserin ilerlemiş bir halini Çağlayan’daki basketbol kortuna çizeceğiz. “Barışı Yaratan Kadınlar”ı konu alan projede “Color the court” kapsamında Peace Players ve Visual Voices isimli iki barış eğitimine katkı koyan derneklerlebasketbol kortuna uygulayacağız. Sanatın toplumla beraber ilerlemesi, yaşamı sevmek ve insanların iyiliğini istemekle bağlantılıdır. Sonuçta benim öznemin yansıması da bir kadın insandır.
Kadının sadece doğurgan, üretici, koruyucu olma haliyle sürekli başkalarını besleyen bir ağaca benzetilmesini dönüştürmek istedim.Bu hayatı zorlukları ile,yüküyle,kendi eğitimi,birikimi ve üretimi ile birlikte taşıyan kadınlar var. Herkes kendini besleyecek kökleri yaratmaktan sorumludur. Kadını sürekli koruyucu melek veya anne olarak görerek konuyu romantikleştirmeye gerek yoktur. Umut, sevgi,barış romantizmi ile hep kadını eşleştirmeyi bırakmak lazım. Kadın bu hayatta acı çekiyor ve hayatta kalabilmek için daha fazla güç sarf ediyor. Bunu yaparken de genelde resmedildiği gibi ağlayıp sızlamıyordur.
Erkeği acımasız, katı ve şiddetle bağlantılı, kadın ise kırılgan,narin,doğurganlık,sevgi ile bağlantılı bir cinsiyet bakış açısı var.
Her iki cinsiyet için de bir streotipleştirme söz konusudur. Erkek duygusal olarak ağlayamaz mı? Bu tektipleştirme bir işe yaramıyor. Çeşitlilik her zaman daha iyidir.
“Kendi hayatını kendi gücüyle taşıyabilen kızı çizdikten sonra, güvenli bir alanda yaşamadığımızı göstermek için füzeyi çizdim.”
-“Rağmen” adlı esere gelecek olursak buradaki kadın figürünün olmasının geri planı nedir? Doğa ile cinsiyet ilişkisi, savaş-cinsiyet ilişkisi gibi bakış açıları da geliştirebilir miyiz?
Nurtane Karagil: Kendi hayatını kendi gücüyle taşıyabilen kızı çizdikten sonra, güvenli bir alanda yaşamadığımızı göstermek için stabil olmayan bir zemin olarak füzeyi çizdim. Yerleşim alanlarımızın içinde, birileri bizi sürekli gözetliyor. Bu topraklara aniden füze düşer, aniden Güneye geçemezsin veya Türkiye’ye giremezsin, 40 yıl yasak olan yerde bir bakmışsın dondurma yersin.Bölünmüşlüğün ötesinde insani değerleri de yok sayan bir kurgunun içinde yaşadığımızın farkındayım. Evlerimizin damında, UN helikopterleri uçuyor, tanklar şehir değiştiriyor, savaş uçakları gökyüzünde kalp çiziyor. Füze de bizden uzakta değil, her an yüzleşebileceğimiz bir yakınlıktadır. Bu yüzden füze zemini çok iyi betimledi. Füzeler kendi başlarına uçan şeyler değildir. Eril bir güç onları harekete geçirir.
“Amacımız yeni iletişim yöntemleri kurabilen bir eser yapmaktır”
-Projelerin tanıtıldığı basın toplantısındaki maketlerle parktaki eserde bazı farklılıklar gözlemledim. Bunun sebebi nedir?
Nurtane Karagil: Evet basketbol kortunda çizilecek eserin elbisesinin rengi kırmızıdır. Eser yerde olacağından beyaz çok kolay kirlenecekti ayrıca kırmızı elbisesinin heykelde sembole dönüşeceğini düşündük. Amacımız önceden kodlanmış önyargılara zemin hazırlamak değil yeni iletişim yöntemleri kurabilen bir eser yapmaktır. Bir de mekanla uyumlanacağı bir şekilde şekillendirdik. Ağacın yapraklarını yaparken de serbest bir şekilde yine malzeme ve mekan ölçeğinde hareket ettik. Ve aslında ağaç bir zeytin ağacı değil ama nedense çoğu insan öyle yorumluyor. Bu da bize eserin iletişime açık halde olduğunu gösterir.
“Hayattan beslenmeyen insanlara rağmendir.”
-Yani bu eser kime rağmen, neye rağmendir?
Nurtane Karagil: Her şeye rağmen değildir çünkü hayat aslında mutludur. Hayattan beslenmeyen insanlara rağmendir. Kendi yükünü ve hayatını sürdürebileceğini gösteriyor. Bizden çok uzakta bir yerde değildir. Farkındalıklı insanlar olduğumuzun bilincindedir. İlişkisinin kuvvetli olduğunu ve bakan kişinin heykelle iletişime geçebileceğini düşünüyorum. Sanatçıya kendi kültürü için bir şey yapılmasına şans verilmeyen bu topraklarda biz de bu şansı iyi kullanmak istedik. Gönen ve Eda ile disiplinler arası bir çalışma ortaya çıktı. Savaş usta da kurulma aşamasında bize gerekli teknik desteği sağladı.
“Yaşam dediğimiz önce insan değil önce doğadır aslında.”
-Çıplak ayakla toprağa basma da bir doğayla bütünleşme, bilinçlenme niyeti midir? Sen “Heykelin konusu iç huzura ve barışa hizmet eder” diyorsun ya..
Nurtane Karagil: Ağaç biraz ailesel bir bağlantıdan dolayı biraz da kodlanmış öğrenimlerden dolayı (Alice Harikalar Diyarında) buradadır. Babam yoğun bir iş hayatından sonra köyüne dönüp yüzlerce ağaç ekti. Doğaya dönüşü, bana ağacın bu heykelde iyi bir sembol olabileceği fikrini uyandırdı. Ağaçlar kesilince apartmanlar yükselir, oksijen azalır, yaşam kararır, çevrenin enerjisi azalır. Yine maalesef o eril güç insanla birlikte doğayı da yok ediyor. Yaşam dediğimiz önce insan değil önce doğadır aslında. Bu heykelin iyileştirici olmasını küçük bir kızın kendisi gibi ilham alacağı, bir kız çocuğu heykeli ile karşılaşmasını istedim. Ölümü değil yaşamı çağrıştıran modelleri çoğaltmamız lazım. Yaşamı kutsayıcı bir eser olsun istedik.
“Demokrasi, kültürler arası çeşitlilik, iletişim tüm eserlerin konusudur”
-Parktaki diğer heykellerle bağlantısı nedir?
Nurtane Karagil: Demokrasi, kültürler arası çeşitlilik, iletişim tüm eserlerin konusudur. Parka baktığımızda da dengeli bir tematik yerleşim var. Tüm arkadaşların eserlerinde bir iç huzur arayışı gözlemledim. Bende yaşadığım ve kendimi ait hissettiğim alanda yaşam huzuru ararım.
-Bu eser aktivist sanata da girer mi?
Nurtane Karagil: Sanata yakın durmak bu coğrafyada kendiliğinden politikleşir. Bazen kendimle Kıbrıslı Türk feminist aktivist kadın sanatçı diyerek dalga geçerim çünkü bu bana başkalarının koyduğu etikettir.
Şonya: “İnsanların heykellerle düşünsel, tinsel, sezgisel olarak temas etmelerini istiyoruz”