1. YAZARLAR

  2. Derya Beyatlı

  3. Karagözüm sen çok yaşa
Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

Karagözüm sen çok yaşa

A+A-

 

Küçük bir gösteri salonundayız, etrafta heyecanlı minikler koşuşturuyorlar. Kostümler giyilmiş, makyajlar yapılmış, perdenin açılmasını bekliyorlar, kıpır kıpır.

Biliyor musun diyor bir cimcime annesine, Ege Karagöz olmuş, Baray Hacivat. Ege’yi izlemeye gelmişiz biz, benim küçük dostumu, hemen göğsümüz kabarıyor, havamızı atıyoruz annesi ile birlikte; Ege bizim diye.  

Drama öğretmeni Özgür ile açılıyor perde, Drama Kulübü üyelerinin gösterisi için sahneyi öğrencilerime bırakıyorum diyor kısa bir konuşmanın ardından. İbiş rolünde profesyonel bir tiyatrocu var karşımda. Sesini, sahneyi o kadar güzel kullanıyor ki etrafıma bakınmak ihtiyacı hissediyorum; bir ilkokul piyesinde miyim ben, yoksa Akün Sahnesinde mi?

Drama’nın ‘d’ sini tanımadan geçen çocukluğumu anımsıyorum ardından, bir gösteri/konferans salonumuz olsun diye okula her yıl yaptığımız bağışları, biz liseyi bitirirken hâlâ bitmeyen salonumuzu.

Hiç önem verilmeyen, hiç anlatılmayan, ilkokulda, lisede hiç tanışmadığım sanatı.   

Öğrencilik hayatım boyunca bir kez görebildiğim Devlet Tiyatrosu’nu düşünüyorum, bir gece vakti küle dönüşen, bir daha yerine konamayan;

Bir ‘Devlet’ in bir tiyatrosunu

Drama dersi alıyormuş bizim minikler, ilkokula drama ile başlıyorlarmış, İLKOKULA. İsteyen drama kulubü ile kendini daha fazla verebiliyormuş dördüncü sanat dalına.

Bizim Karagöz’ü sorguluyorum sonrasında, sizin külüpte kimler var diye; Bir, İki, Üçüncü sınıflar diyor.

Nasıl kıskanıyorum, ah nasıl...

Bir saatlik bir gösteri sunuyor bize minik tiyatrocular, kâh dostluğu anlatıyorlar, kâh aşkı, kâh doğa sevgisini.

Eski günleri yad ediyoruz birlikte, nostaljiye dalıyoruz.

İbiş arada sahneye fırlıyor, seyirciye bilgi, çocuklara destek veriyor sahne değişikliğini beklerken.

Cümle arasında SOMA faciasını da andı ya, tam puanı alıyor İbiş hemen benden. 

Karagözle Hacivat’ın Bursalı inşaat işçileri olduğunu miniklerden öğreniyorum. Üsküdar’a gideriken şarkısı eşliğinde eski İstanbul sokaklarına taşınıyorum hemen sonra. 

Tuzsuz Kara Bekir bıyıklarını burarak oğullarına ‘erkekliğin kurallarını’ sayarken repliğini unutunca yanında ezik büzük duran oğlan hemen imdadına yetişiyor, cümlelerini hatırlatıyor.

Rekabeti öğrenmemişler henüz 7-8 yaşlarında, doğal olanı yapıyorlar, yardımlaşıyorlar.

Bu saf, içten, çocuksu paylaşım o kadar güzel ki, oyunu unutup çocukların tavırlarını izlemeye koyuluyorum. Kendilerinden beklenmeyecek bir ciddiyet ile yapıyorlar rollerini, gözlerinde alev alev yanan tutkuyu seçiyorum kimilerinin.

Cümleler karışsa da arada, gülmemek için kendilerini iyice kasıp başaramasalar da sık sık, yanaklar pembe pembe, en iyi performanslarını sunuyorlar bize, gururlu.   

Egemiz sahneye çıktığı zaman gurur duymak sırası bize geliyor. Kurduğu her cümleyi ayağa kalkıp alkışlayasım var. Göz göze geliyoruz bir an, gülümsüyorum, hiç çaktırmıyor bizim Karagöz Hacivat’ına laf çakmaya devam ediyor. Ben sesinde dalgalanan heyecan tınılarını yakalıyorum.

Oyun bitince alabiliyorum ancak gülümsememin karşılığını, belli belirsiz bir el işareti ile. Böylesine de ciddiye alıyor Karagöz rolünü, şapkamı çıkarıyorum karşısında, saygıyla.    

Bambaşka bir dünyaya taşıyor çocuklar beni, daha güzel, daha temiz, daha umut dolu bir dünyaya.

Bir gün öğrenir miyiz acaba diye düşünüyorum, yeniden çocuk olmayı, dünyaya onların gözleri ile bakmayı.

Minik kahramanlarım sahnede el ele tutuşmuş seyirci karşısında eğiliyor. Tabi ki tiyatrocu selamı veriyorlar, başka ne olabilirdi? 

25 Mayıs 2014
Ankara

Bu yazı toplam 2724 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar