Karakolda İntiharı Önleyemeyen Devlet “Katildir”
Ziyamet Karakolu’nda 67 yaşındaki Zeki Mehmet Yorgancıoğlu’nu darp eden (işkence ve kötü muamele uygulayan) polis memuru Mehmet Özcan, geçtiğimiz hafta mahkemece suçlu bulunup 2 ay hapse mahkûm edildi. Gerek karakollarda gerekse cezaevinde buna benzer uygulamaların yaşandığını duyuyoruz. Çok azı yargıya taşındığı için, konuya ilişkin gerçek bir yüzdelik tespit etmek mümkün değil. Buna ek olarak işkencenin Ceza Yasasında bir suç olarak tanımlanmıyor oluşu ve bu gibi fiillerin vatandaşlar arasında yaşanabilecek bir darptan farklı değerlendirilmemesi, konunun önemini gerçek anlamda tartışabilmemizin de önüne geçmektedir.
İşkence, kötü muamele ve onu kırıcı davranışa uğramama hakkı her şeyden önce devredilemez ve sınırlandırılamaz haklar arasında sayılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sözleşmenin işkenceyi yasaklayan 3. maddesinin, demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayalı toplumların en temel değerlerinden birini koruduğunu, bu nedenle olağanüstü durumlar dâhil olmak üzere hiçbir istisnasının bulunamayacağını belirtirken, işkence ve kötü muamele yasağı olmaksızın bir insan hakları rejiminin olmayacağını vurgulamaktadır. Bu sebeple Kıbrıs’ın kuzeyi için bir değerlendirme yapacak olursak, ilk basamak olan Ceza Yasası’nın tadil edilip, işkence fiilinin suç kapsamına alınması gerekir. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereği, Ceza Yasası’nda var olmayan bir suçtan ötürü kimseyi yargılayamaz, olmayan bir cezaya tabi tutamazsınız. Bu sebeple öncelikle yasa içerisinde suçu tanımlamanız ve yerel yasanızın bir parçası hâline getirmeniz gerekir. K. T. Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi bu sorunun bilinciyle, 26 Haziran 2018 tarihinde yaptığı bir açıklamada, hem işkencenin suç kapsamına alınmasının hem de işkence uygulamalarının İstanbul Protokolü çerçevesinde raporlanabilmesinin öneminden bahsetti. Komite bu doğrultuda Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’ndeki doktorlara yönelik bir eğitim gerçekleştirdi ve işkence vakalarının kayıt altına alınması için bir veri tabanı oluşturmaya başladı. Komite böylece devletin ilgisini çekmek ve aslında yıllardır görmezden gelinen bir alanı aydınlatmak için yola çıktı.
İşkence, en genel tanımı ile “devlet gücünü temsil eden bir kişi tarafından veya onun tahrikiyle işkence görenin veya üçüncü bir kişinin ifadesini veya ikrarını etkilemek, onun tarafından gerçekten işlenmiş olması veya işlenme ihtimali olan bir fiili cezalandırmak veya diğer bir kişiyi korkutmak amacıyla yapılan ağır bedensel, ruhsal veya zihinsel acı ve ıztırap veren hareketlerdir”. İfadelerden de anlaşılacağı üzere, işkence denen fiil 4 tane ana unsurdan oluşmaktadır. Buna göre davranışın, resmi sıfatla (mesela polis memurları) veya onun yönlendirmesi ile gerçekleştirilmesi, yaşanan acının belli bir yoğunlukta hissedilmesi, spesifik bir amaca yönelik olması (mesela ifade almak) ve kast unsurunu içermesi gerekir. Genellikle fiziksel saldırı olarak biliniyor olsa da, kaygı ve stres verici bir durum yaratmak suretiyle zihinsel ıztıraba yol açmak da kapsam dâhilindedir.
Yapılan tanımdan da anlaşılacağı üzere, işkence bireye yapılan davranışlar üzerinden değerlendirilmektedir. Ama bu ek olarak, bireylerin alıkonuldukları, tutuldukları ve mahkûmiyet almaları durumunda hapsedildikleri mekânlar da önemlidir. Avrupa İşkencenin veya Onur kırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) karakollar, cezaevleri, psikiyatri kurumları gibi özgürlükten mahrum edilen yerlerde uyulması gereken prensipleri belirlemiştir. Devletin işkence ile mücadele etmesi için atması gereken diğer bir adım da bu prensipler çerçevesinde icraat yapmaktır. Mesela her türlü alıkonulma ortamı, CPT standartlarına göre bağımsız komiteler tarafından denetlenmelidir. Belki o zaman ne denli yaşanmaz ortamlar oldukları ortaya çıkarılacaktır. Eğer insan haklarına saygı duyan bir yönetim kurulacağı iddia ediliyorsa, tüm bu koşulların yerine getirilmesi gerekir.
Kıbrıs'ın kuzeyindeki cezalandırma sistemine bakıldığında, ceza yasasında yapılan bazı değişiklikler ve hapishanenin bina olarak büyütülmesi arzusunun ötesine geçemediği görülür. Bu, yeni bir hapishane yapılması ile halledilecek bir mesele değildir. Özellikle polis teşkilatının, asker ile arasında kurulan göbek bağı, birçok alanda sorunların yaşanmasına neden olmakta ve denetimde sivil idareyi kapsam alanı dışına çıkarmaktadır.
Ülkemizdeki bu gibi hak ihlâllerine varan uygulamalar ne yenidir ne de münferittir. Özellikle uyuşturucu suçlarının büyük bir bölümünde polis tarafından, zanlılara – sanıklara yönelik yaşanan kötü muamele ve işkence vakaları iddia boyutunda kalmakta, birçoğu hasıraltı edilmektedir. Mahkemelere yansıyan örneklerde, suçun itirafına dair alınan ifadelerin işkence sonucu elde edildiği kanıtlandığında, ifade ortadan kaldırılabilmektedir. Aslında bu alanda atılacak çok kolay adımlar vardır. Özellikle karakolda ifade alınırken sanık avukatının hazır bulunması, ifade alınan mekânda kameranın olması gibi düzenlemeler, istenmeyen olayların bir nebze olsa önüne geçebilir. Bunun için polis teşkilatının idare ve kontrolünün kendisine bağlı olduğunu söyleyen sivil idarenin, en kısa zamanda harekete geçmesi gerekmektedir.
Biz bu tartışmaları yaparken, geçtiğimiz gün soygun suçu ile itham edilen Ahmet Sarıkılıç’ın Boğaz Karakolu’nda kendini asarak intihar ettiği iddia edildi. Her şeyden önce polisin gözetimi altında olan bir kişinin kendine zarar verebilecek pozisyonda olabilmesi kabul edilebilir değildir. Otopsi raporunun ayrıntılarını bilmediğim için işkencenin yaşanıp yaşanmadığını söylemem mümkün değil. Ayrıca biliyoruz ki işkence sadece fiziksel olmasına da gerek yoktur. Bunun yanında psikolojik yönden bireylerin kötü muameleye tabi tutulması ve sonrasında böyle bir intiharın gerçekleşme olasılığı da vardır. O yüzden toplum olarak bu konunun üstünü önceki meseleler gibi örtmeyip, altında yatan nedenleri sorgulamalı ve sorumluların cezalandırılması için ölümün unutulmamasını sağlamalıyız. Aksi takdirde kendimizi bir karakol hücresinde bize getirildiği iddia edilen ama yakınlarımız tarafından yalanlanan şortun ipi ile ölmüş hâlde bulabiliriz.