1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ‘Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum’
‘Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum’

‘Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum’

‘Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum’

A+A-


İlke Gürdal
[email protected]

Yazının başlığındaki sözler Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül ‘ün tahliyesine yönelik karar vermesinden sonra 28 Şubat 2016 günü Recep Tayyip Erdoğan tarafından sarfedildi. Devletin başındaki birinin ülkedeki en önemli bağımsız kurumunun kararına böyle bir yorum getirmesi herhangi bir gelişmiş Avrupa ülkesinde ciddi bir siyasi kriz getirir, günlerce konuşulur ve büyük ihtimalle sözleri sarfeden kişi ya özür dilemek zorunda kalır ya da sözlerinin çarpıtıldığı gibi bir savunma ihtiyacı hissederdi. Ama bu ülke Erdoğan’ın ‘Yeni Türkiyesi’ olunca gayet normal karşılandığı gibi, bu olay AKP’ nin ve Erdoğan’ın yargı bağımsızlığına zerre kadar inanmadığını bir kez daha teyit etti.

Türkiye gündemini takip edenler için bu sözler sürpriz olmamakla beraber, mevcut iktidarın yaratmak istediği rejimin yapıtaşlarından birinin kuvvetler ayrılığı ilkesinin zayıflatılmasıdır.  Yargının, yasamanın ve yürütmenin tek elde toplanmış olduğu bir ülke için bırakın demokrasi tartışması yapmayı, bu dinamiklerle ne çeşit bir faşizme doğru evrildiğini tartışmamız gerekir. İlk anda sivil diktatörlük gibi kavramlar akla gelse de bence ‘çoğunluğun diktatörlüğü’ şu andaki durumu özetler nitelikte. Erdoğan her fırsatta bıkmadan seçimlerde aldıkları oyu hatırlatıp ‘milletin iradesinin’ onlarla birlikte olduğunu ve bu durumu hazmedemeyenlerin sürekli ülkeyi karıştırmaya çalıştığını topluma empoze etmeye çalışıyor.

Erdoğan’ın demokrasi anlayışı seçimleri kazananın dilediğini dayatmakta özgür olduğu yönünde ve bu düşüncesini de saklamıyor. Kendi kitlesini bir arada tutmak için toplumun bir kısmını daimi surette hedef göstermekte. Gezi parkı direnişi sırasında sarf edilen ‘Yüzde elliyi evde zor tutuyoruz’ belki de bunun en bariz örneği.

Toplumun bir kısmı ‘kendisinin’, geriye kalan kısım ise ‘diğerleri’. Ya ‘milletlesin’ ya ‘milletin karşısında’. AKP’ ye veya Erdoğan’ın kişiliğine yönelik her eleştiri bu kalıba sokulmakla beraber, devletin yönetim merkezine oturan bir AKP’nin bu pozisyonu kaybetmemek için yapabileceklerinin şu an için bir sınırı gözükmemekte.

İktidarın ilk yıllarında konumunu sağlamlaştırmak ve geniş kitlelerden oy alabilmek için toplumla uzlaşı arayan partinin ‘ustalık’ döneminde artık böyle bir çabası yok. CHP’nin yıllarca sahiplendiği devlet söylemini kendine yontmakla beraber, toplumsal muhalefetin her türlüsü devlete karşı bir darbe girişimiymiş gibi gösterilmekte.

Erdoğan’ın tamamen kontrolü eline geçirmesinin önünde duran Anayasa Mahkemesi ise bazı zaman verdiği kararlarla İslamcıların tepkisini çekmekte. Dolayısı ile bu yapının değişmesi ve tabiri caizse ‘sorun çıkarmaması’ iktidarın hedefleri arasında. Bir yandan da anayasal haklar yokmuş gibi davranan bir iktidar var karşımızda. Anayasal bir hak olan barışçıl eylemleri bile hukuken uygunsuz göstermek izin azımsanamayacak bir çaba var. Daha geçen hafta onur yürüyüşü yapmak isteyen LGBT bireylerin bu hakkı engellendi ve polis şiddeti yine baş gösterdi. Ülkede basit bir protesto bile en sert polis müdahalesi ile son buluyor. Çözüm sürecinin devamı ve toplumsal barış isteyen akademisyenlerin ülkenin her tarafında elini kolunu sallayarak gezen IŞİD militanları kadar hoşgörü göremediğini söylersem abartmış olmam herhâlde.

AKP’ ye oy veren kitle ise şartlar ne olursa olsun partiye sahip çıkma eğiliminde. Ne yolsuzluk iddiaları ne de oluşturulan nefret ortamı AKP’ ye oy kaybettiremedi. Aksine 7 Haziran’da kısmen de olsa partiye tepkili olan bir kesim 1 Kasım seçiminde partiye oy vermemenin istikrarsızlık yaratacağı düşüncesi ve oluşturulmuş korku politikasından da etkilenerek tekrardan oyunu AKP’ ye verdi.

‘Patlamadan sonra oyumuz arttı’ cümlesini kuracak kadar gözü dönmüş bir iktidarın aslında tek derdinin bu olduğunu gördük.  Partinin kitlesine bu kadar hakim olabilmesinin altında elbette ki izlediği stratejiler ve nerdeyse 14 yıllık bir iktidarın getirdiği yapısal bir rahatlık var.

Bunun sonucunda kitleye yönelik hamleler iyi hesaplanıyor ve bir şekilde bu kitle ‘memnun’ ediliyor. Bu bazen finansal bir memnuniyet, bazen ise prestij üzerinden gerçekleştirilen bir tatmin. Özellikle büyük şehirlerdeki betonlaşmaya bakıldığında inşaat sektörünün AKP’ den memnun olduğu söylenebilir.

Peki AKP ve Erdoğan bu rahatlığı nerde buluyor ? Bu kitlesel hegemonya nasıl sağlandı ? Bana göre en önemli etkenlerden biri bu partinin gündem belirlemedeki ve söyleme hakim olmadaki başarısı.

Gündeme getirmek istediği konuyu, özellikle de toplumsal bir direnişle karşılaşma ihtimali var ise toplumun ihtiyacı olarak dillendiriyor ve bunu  bu şekilde sunmak  ve toplumu etkilemek için elinde gerekli tüm aygıtlar mevcut. Yandaş gazeteler, internetin etkin kullanımı, parti örgütlerinin düzenlediği etkinlikler, iktidara yakın derneklerin organizesi ve katılımı ile gerçekleştirdiği eylemler bu doğrultuda amaca hizmet ediyor. Kendi kitlesini de sürekli biçimde gündemin bir parçası yaparak onların katılımını ve dolayısı ile partiye bağlılığını derinleştiriyor. Ülkenin büyümesi gelişmesi için bu adımın gerekli olduğu ya da geçmisteki ‘şanlı’  tarihe referanslar vererek tekrardan o kadar güçlü olmanın kendilerinin gösterdiği yoldan geçtiğinin altı çiziliyor ki bu adımlar fazla sorgulamaya tabi olmasın.

Son dönemlerde sıkça gördüğümüz ‘Gençlik yeni anayasa istiyor’, ‘Sivil anayasa ve başkanlık sistemi’ kampanyaları bunlardan birkaçı. Kendisine ve partisine yarayacak olan değişiklikleri toplumsal ihtiyaç gibi göstermek için kitlesini başarılı bir şekilde mobilize eden ve karşılaştığı toplumsal muhalefeti sürekli şekilde aşağılayıp ötekileştiren bir anlayışın daha fazla yetki sahibi olduğu bir anayasa rejiminde toplum üzerindeki baskısını daha da artıracağı su götürmez bir gerçek.  Başkanlık sisteminin aslında gücün tek kişide toplanmasının vücut bulmuş hali olduğunu anlamak için engin bir siyasi bilgiye de gerek yok.

İstanbul Atatürk Havalimanı’nda IŞİD militanlarının saldırı düzenlediği gece oturuma bile ara verilmeden hükümete yargı üzerinde daha fazla yetki veren bir paket mecliste onaylandı. Bu pakete göre yargıtay ve danıştay üye sayıları yarıya indirilecek. Üyeler HSYK ve cumhurbaşkanlığı tarafınca belirlenecek, görev süreleri yükseltilecek ve ikinci kez üye olunamayacak. Ayrıca tasarının ilk haline göre, şirketlere atanan kayyumlara şirketin ortaklık payı ve menkul değerler üzerindeki hakları da devredilebilecek ve terör suçları illerdeki ağır ceza mahkemelerince görülecek.

Dolayısı ile Erdoğan’ ın ‘karara uymuyorum, saygı da duymuyorum’ lafı aslında samimi bir itiraf. Son yıllardaki pratiğe bakıldığında defalarca kendi lehine olmayan durumlarda nasıl bir kural tanımazlık içinde olduğu görüldü. 7 Hazirandaki seçim sonuçları bunun en büyük örneğiydi. Seçimden sonra o ve partisi bütün enerjilerini HDP’yi toplum nezdinde kötü göstermeye harcadı ve maalesef bunda kısmen de başarılı oldular. O seçimdeki ‘milletin iradesi’ hiç sayıldı. Sonrasında Güneydoğu’da yaşananlar ise bundan sonraki yıllara negatif anlamda ciddi etkiler yaratabilecek bir süreç oldu. Önümüzdeki dönemde Türkiye halkının daha da kutuplaşacağını ve şiddetin tırmanacağını düşünüyorum. Umarım bu tespitimde de yanılırım.

 

Bu haber toplam 1680 defa okunmuştur
Gaile 377. Sayısı

Gaile 377. Sayısı