1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘Kararı hayretle okudum’
‘Kararı hayretle okudum’

‘Kararı hayretle okudum’

CTP Milletvekili Fazilet Özdenefe ile geçtiğimiz hafta çok konuşulan Meliz Akçal davasını, kamuoyundaki etkilerini konuştuk

A+A-

Fayka Arseven KİŞİ

CTP Milletvekili Fazilet Özdenefe, ‘çoğumuzun çevresinde kürtaj yapan, yapmak zorunda kalan bir kadın mutlaka vardır. Dolayısıyla meseleye tek bir kadın, hiç kimsenin yapmadığı korkunç bir şey yapmış gibi yaklaşırsak adil davranmış olmayız.  Toplumda infial yaratan yasa dışı kürtaj meselesindeki iki ayrı tarafı birbirinden ayırabilmeliyiz” vurgusunda bulundu.

 “Aksi takdirde konuyu doğru zeminde tartışamayız.  Bir yanda, iddialara göre, yasa dışı kürtaj yaparak para kazanan bir klinik ve kişiler var” diyen Özdenefe, “Bu kişiler aleyhlerine getirilen davalardan suçlu bulunurlarsa ki biliyorsunuz karar henüz açıklanmadı,  hapislik cezası almaları ve verilecek cezaların bu tarz suçların yaygınlaşmasını da önlemek adına caydırıcı ve ibret verici olması gerektiği muhakkaktır.  Ancak bugün konuştuğumuz mesele bu değildir” dedi.

Özdenefe, “Olayın ikinci bir tarafı daha vardır.  Bir şekilde yasal süreyi aşmış olup, çaresizlik içerisinde böyle bir kliniği kullanmak zorunda kalan kadınların durumu az önce ifade ettiğim kategoridekilerden çok farklıdır.   Ceza Yasamızda, yasa dışı olarak hamilelini sonlandıran kadının da ağır bir hapislik cezasıyla cezalandırılması öngörülmektedir. Ancak cezaya kanaat getirilirken mahkeme tarafından serdedilen gerekçeler kanaatimce topluma tehlikeli ve hatalı mesajlar vermektedir” ifadesinde bulundu. 

Özdenefe, “Yetkili makamların klinikleri sıkı bir şekilde denetlemesi, yasalara uymayanların kapatılması veya ceza alması başka bir şeydir, tek bir kadın üzerinden bütün kadınlara gözdağı vermek, kadın bedenini kontrol altına almaya çalışmak ve kadının yasak ilişki, her ne demekse veya tecavüz dışında aslında kendi doğurganlığı ve bedeni üzerinde hakkı olmadığı algısını yaratmak veya güçlendirmek bambaşkadır” şeklinde konuştu.

Samimiyetsiz ikiyüzlü buluyorum”

“Doğmamış bir fetüsün birey olmadığını, uluslararası anlaşmaların, Anayasamız ve yasalarımızın sadece bireyi koruduğunu öncelikle unutmamak gerekir” diyen Özdenefe şunları dile getirdi:

 “Süreç içerisinde verilen bazı tepkileri samimiyetsiz, hatta ikiyüzlü buluyorum.   Meliz’in olayında olduğu gibi hamileliği yasal sürenin dolmasından sonra fark edip akabinde sonlandırma kararı veren bir kadını kolaylıkla ‘çocuk katili’ diye damgalayabiliyorken, benzer haftalarda fetüsün engelli veya thalassemia olduğu tespit edilirse ve hamilelik bu gerekçelerle sonlandırılırsa aynı hassasiyeti göstermiyoruz.  Niye peki?  Engelli bireylerin veya thalassemia hastalarının hayatları daha az mı değerli?  Yoksa topum ve devlet kaynaklarına olan masrafları daha çok olabilir endişesi ile değer yargılarımız aniden değişiyor mu?  O yüzden meseleyi ‘embriyo ve fetüsün yaşam hakkı’ üzerinden tartışmanın tehlikeli olduğuna inanıyorum. Mesele kadının doğurganlık haklarına saygı gösterilmesi, kendi tercihlerini baskı altında kalmadan yapabilmesi, bedenini ve hayatını kontrol edebilmesi ve kendi kararlarını özgür iradesi ile verebilmesi ile alakalıdır.  Tüm haklar gibi kürtaj veya hamileliğin sonlandırılması hakkı da muhakkak ki yasayla sınırlanabilir.  Ancak mevcut düzenlememiz yetersiz kalıyor, mevcut sınırlama realite ile bağdaşmıyor.  İşte bunu konuşmalıyız.  Birçok kadın hamile olduğunu 10. hafta sınırına çok yakın bir tarihte öğreniyor.”

Özdenefe, Mahkemenin kararına da değinerek, ‘kararda tüm kadınlara gözdağı verildi’ diyerek, ‘kararı üzülerek okudum’ ifadelerinde bulundu.

Savcılığı da açıklama yapmaya davet eden Özdenefe, ‘Fetüslerin annesi tespit edildi. Meliz’e dava okundu, mahkûm oldu. Diğer fetüsün annesinin ise ifadesi alındı, serbest kaldı. Ben o da cezalansın, suçludur vs demiyorum ama neden farklı bir uygulama yaşandı, merak ediyorum’ dedi.

  • Geçtiğimiz hafta açıklanan kürtaj davasıyla ilgili olarak bugüne kadar hiç tartışılmayan, konuşulmayan bir konu gündeme geldi. Siz bir vekil, anne ve hukukçu olarak yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz? 
  • Fazilet ÖZDENEFE: Fasıl 154 Ceza Yasası İngiliz Sömürge döneminden kalmadır.  Dolayısıyla içerisinde çağın gereklerine, ihtiyaçlarına göre değişiklikler yapılması gereken birçok madde barındırmaktadır. Bir takım değişiklikleri 2 yıl önce hayata geçirdik. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de gündeminde olan ‘homoseksüel cinsel ilişkinin suç sayılması’ ile ilgili madde… Bir diğeri yasa erkek çocukları cinsel istismardan, tecavüzden korumazdı. Kız çocukları da sınırlı korunurdu. 13-16 yaş arasındaki ve sadece kız çocukları ile ilgili olan madde de yeterli korumayı sağlamıyordu. Özellikle cinsel taciz, istismar, tecavüz gibi konularda kavramları günün şartlarına uygun hale getirerek, güncelleştirdik.  Bugün de yavaş yavaş sonuçları görmeye başladık. Önemli cezalar verilebiliyor. Ne acıdır ama daha geçtiğimiz günlerde 15 yaşındaki kız çocuğu imam nikâhı ile kendinden yaşça büyük biriyle evlendirildi.  Hamile kaldığı ortaya çıktı.  Örneğin biz yasanın ilgili maddesini değişmeden önce böyle bir mesele yaşansaydı erkek hafif bir suç işlemiş olacaktı.  Şimdi ise ağır bir suçtan yargılanacak.   Temel aldığımız İngiliz Ceza Hukuku yıllar içerisinde değişti.  Ancak bizde değişim ya geç oldu ya da hiç yaşanmadı.  Örneğin o yıllarda İngiliz hukuku kişinin intihara teşebbüs edilmesini suç sayılıyordu.  Bunun arkasında dini doktrinler vardı.  Yıllar içerisinde anlayışlar değişti.  İntiharların önüne, teşebbüs edip de başarısız olanları cezalandırarak geçilemeyeceği anlaşıldı.  1961 yılında İngiltere’de intihara teşebbüs suç olmaktan çıkarıldı.  Devletin bireylere intihardan önce ihtiyaç duyacakları desteği vermesi ile intihara eğilimin önüne geçilebileceği anlaşıldı çünkü.   Bizim ceza yasamızda intihara teşebbüs hala daha suç.  Kişi içine girdiği bir çıkmaz sonucu kendini öldürmeye çalışıyor ve başarısız oluyorsa, biz o kişiye yardımcı olacağımıza, ihtiyaç duyduğu desteği sağlayacağımıza hala daha ona dava okuyoruz. Keza kürtaj veya gebeliğin sonlandırılmasına da bakıldığında İngiliz hukuk sisteminin ve bizdeki Ceza Yasası’nın ilk çıkış noktası gebeliğin hangi haftada olursa olsun,  ne şekilde olursa olsun gebeliğin sonlandırılmasının suç olmasıydı. İngiltere bu anlayıştan 1967’de yürürlüğe giren Kürtaj Yasası ile sıyrıldı. Güneyde ilk önce 1974 daha sonra da 1986, Kuzeyde ise 1989 yılında Fasıl 154’te yapılan değişikliklerle hamileliğin sonlandırılması belirli koşullarda suç kapsamından çıkarıldı.  Güneydeki uygulama İngiltere’dekine çok benzer olsa da Kuzeyde çok daha sınırlı bir çerçeve çizildi.  Artık 80’li ve 90’lı yıllara gelindiğinde 1900’lü yılların başındaki ahlak kavramı, kadın bedeninin toplumun koruması, kollaması ve kontrol altında tutması gereken bir ahlaki değer olduğu anlayışı yavaş yavaş kırılmaya başlandı. Birçok ülke ve ülkemizde de… Dolayısıyla bazı olumlu gelişmeler yaşandı, açılımlar sağlandı.  Şimdi geriye dönüp baktığımızda 80’li yılların sonunda yapılan değişiklik önemliydi.  Bugün dünyaya baktığımızda doğurganlık hakkı temel bir kadın hakkı olarak kabul ediliyor. Nedir kadının doğurganlık hakkı? Bir kadının anne olup olmayacağına kendi iradesiyle, özgürce karar verebilmesidir.  Eğer anne olmayı tercih ediyorsa, kaç çocuk doğuracak,  kaç yıl arayla doğuracak bunlara da karar verebilme özgürlüğüdür. Ayrıca bununla bağlantılı olarak da sağlıklı ve yasal olarak kürtaj yapabilme hakkını da içerir.  Devletlerin kadınlara sağlıklı ortamda, endişe etmeden ve ücretsiz olarak bu hakkı kullanabilmeleri için imkân sağlaması gerekmektedir.  Örneğin Kanada’da kürtajı engelleyici yasal bir mevzuat yoktur. Ama birçok ülkede belirli haftalar göz önüne alınarak sınırlama getirilmektedir. Yani siyah-beyaz bir konu değildir. Konunun etik boyutu da vardır. Fetüsün artık ne zaman hissedebileceği veya örneğin erken doğumla dünyaya gelirse yardıma muhtaç duymadan yaşayacağı hafta nedir? Bunlar da değerlendirilerek belirli haftalar öngörülüp, yasalar sınırlar çizebiliyor. Ama ilk etapta şunu söyleyeyim; Bizdeki mevcut 10 haftalık düzenleme dünya geneline baktığımızda, modern toplumlara göre çok sınırlı bir düzenleme olarak kalıyor.

 

  • Mahkeme kararı ile ilgili Meclis’te yaptığınız konuşma da çok konuşuldu. Nedir o açıklamalardaki gerekçeniz?
  • Fazilet ÖZDENEFE: ‘Kararı tehditkâr bulurum ve bir kadın olarak kendimi aşağılanmış hissederim’ dedim Meclis konuşmamda.  Cezanın kendinin ağır olmasından öte cezanın dayandırıldığı gerekçelerden dolayı rahatsızlık duyduğum için bu ifadeyi kullandım.   Mahkeme bir meseleyi karara bağlamadan ve mahkûmiyet üzerine hapislik kararı verip vermeyeceğine, verirse ne kadar bir süreyle sanığı cezalandıracağına karar vermeden önce belirli tespitler yapar, kararını dayandırdığı kanaat, olgular ve hukuki noktaları ele alır. Sadece işlenen suçun vahametini değil sanığın özel koşullarını da dikkate alır.  Bu kadar ay veya yıl hapislik cezasını da şu veya bu nedenlerden ötürü uygun ve adil bulurum der.  Meliz’in kararında Mahkeme kamu menfaatinin korunması ilkesinin böyle bir suça verilecek ceza değerlendirilirken ağır basması gerektiği, bu bağlamda sanık ve benzeri suçları işlemeye eğilimi olan kişileri caydırıcı ve ibret verici cezaların uygulanması gerektiği vurgulamaktadır.  Kimdir böyle bir suça eğilimli kişiler?  Tabi ki kadınlar! Mahkeme ayrıca bu tip suçların yaygınlaşmasının önüne geçilmesi gerektiğinin altını çiziyor ve bu noktada mahkemelere çok görev düştüğünü belirtiyor.  Ben nasıl bir gerekçedir bu anlayamıyorum.  Kadınlar toplanıp seri olarak hamile kalıp seri kürtajlara mı başlayacaklar?  Caydırıcı ceza verilmezse uyuşturucu gibi, çeteleşme gibi bir niteliği mi vardır da önü alınamayacak. Siz bu mantığı ancak yasa dışı kürtaj yapan ve bundan gelir elde edenlere karşı kullanabilirsiniz. Özellikle bu nedenledir ki bu tarz suçların yaygınlaşmasının önüne geçmek, sağlıklı, huzurlu ve güvenli bir sosyal yaşamın tesis edilmesi adına zorunlu olup, bu noktada mahkemelerimize ciddi görevler düşmektedir.’ denmektedir.  Sanki çocuk istismarından, şiddetten, tecavüzden bahsediliyormuş gibi. 
     
  • Eleştirdiğiniz başka noktalar da vardı, bunları da açıklayabilir misiniz?
  • Fazilet ÖZDENEFE: ‘Bu ülke şeriat rejiminin hüküm sürdüğü, özellikle geri kalmış insanlardan oluşan bir ülke değildir. Kaldı ki müdafaa avukatının teslim ettiği üzere sanık iyi bir aileden gelen kimsedir.’ denmektedir kararda. ‘İyi aileden’ gelmesi böyle bir konuda kadının üzerindeki toplumsal baskıyı azaltmaz.   Ben üzülerek gözlemliyorum ki; eğitimli ve bir yerlere gelmiş bir kadın için toplumsal baskı yeri geldiğinde daha da ağır olabilir.   Kadının meslek sahibi olması, iyi bir eğitim almış olması, iyi bir geliri olması, v.b unsurlar bu gibi meselelerde herhangi bir toplumsal baskıyı azaltıcı faktör değildir. Böyle bir varsayımın sosyolojik bir temeli de yoktur.  Dolayısıyla yargıcın hiçbir bilimsel veriye dayanmayan bu tip bir kanaat üzerinden karar vermesi beni ayrıca üzdü.  Yapılan araştırmalar bunun tam aksini gösteriyorken, kendi perspektifi ve dünya görüşü üzerindendi herhalde bu değerlendirme. Ama bunun üzerinden bir kadın 9 ay hapse giriyor. Herkesin farklı görüşü olabilir.  Ama bir ceza verilecekse o zaman onun bilimsel, sosyolojik ve toplum yaşantısına uygun dayanağı olup olmadığı önemlidir.
     
  • Kürtajla ilgili yasal değişiklik şart diyorsunuz. Peki, mevcut yasada bu olay nasıl yorumlanıyor?
  • Fazilet ÖZDENEFE:  Yasada hamileliğin yasa dışı olarak sonlanması ile ilgili iki temel madde var. 167’nci ve 168. maddeler.  Birincisi hamile kadın dışındaki herhangi birinin kadının çocuğu düşürmesi için yasa dışı olarak ona müdahale etmesi, diğeri ise kadının kendi çocuğunu düşürmeye çalışması veya bu amaçla kendisine müdahale edilmesine izin verilmesi ile alakalı. Kadının kendisinin çocuğunu düşürmeye çalışmasıyla bir başkasının bunu kadın üzerinde uygulaması arasında fark olduğu zamanında da kabul görmüş ve bunlar yasada ayrı suçlar olarak düzenlenmiştir zaten.  Nitekim suçu işleyen hamile kadına diğer suçun yarısı kadar bir ceza öngörülmüştür.
    Aslında ikisinin de aynı mesele olmadığı ortada. Bana göre; bir kadına, yasaya aykırı olarak çocuğunu düşürmesi için müdahalede bulunan kişilerin cezalandırılmasına ilişkin maddeye müdahale edilmesi gerekmez. Çünkü ciddi bir meseledir ve 14 yılla cezalandırılabilen bir suç olarak kalabilir. Ama hamile kadının suç işlemesi ile ilgili olan madde değişebilir. Çünkü zaten gebeliği sonlandırmayı düşünen kadın, muhtemelen isteyerek veya planlı şekilde hamile kalmamıştır. Hamile olduğunu öğrendikten sonra da yasanın o kısıtlı zamanını geçirmiş olabilir, ya da anneliğe hazır değildir veya kararını verebilmesi zaman almıştır.  Tabi tecavüz, partner şiddeti,  mevcut ilişkisinde kendisini çıkmazda hissetmesi, psikolojik veya ekonomik olarak hazır olmaması, yaşadığı ortamın hamileliğe uygun olmaması, muhtemel toplumsal baskılar gibi ihtimaller de vardır ki, bunlara girmiyorum bile. Kısacası birçok neden olabilir. Bu noktada olan bir kadın zaten böyle bir kararı kolay vermez. O aşamada olan kadına karşı olarak bu maddeyi bu şekliyle bırakmak bence doğru değildir. 
    Aynı anda veya alternatif olarak kürtaja 10 hafta koşulu ile izin veren 169 A maddesi de günün koşullarına göre ve uzmanlara da danışılarak tespit edilecek belirli bir haftaya,  örneğin 24 haftaya, göre yeniden düzenlenebilir.
     
  • Neden 24 hafta vurgusunda bulundunuz?
  • Fazilet ÖZDENEFE: Yasanın ilgili maddesine göre hamileliğin ilk 10 haftalık süresi içerisinde, belirli koşullarda hamileliğin sonlanması suç teşkil etmiyor.  Bu süre arttırılabilir.   Açıkçası ben baktığımda şahsi öngörüm, bu konu uzmanlarla, özellikle altını çizerim kendimi bu konuda yetkili-yeterli görmem kendimce yaptığım araştırmalar çerçevesinde söylüyorum, günü geldiğinde konunun uzman doktorlarla tartışılması gerekir. İlk etapta ama tıp dünyasında ve hukuk sistemine yansıması 24 hafta gibi bir hafta örneğin İngiltere’de kabul görüyor.  Bu şartsız bir kabul değil belirli kriterler vardır.  Hamileliğin annenin fiziksel ve zihinsel sağlığına bir risk oluşturması da dikkate alınıyor. Bizim yasamızda ise risk sadece hayati tehlikeyi kapsıyor, psikolojik riskleri kapsamıyor.
    İstenilen ve planlanan hamilelikler bile bir kadının psikolojisini etkiler. Kaldı ki istenmeyen bir hamilelikse düşünün bunun kadının psikolojisine nasıl yansıyacağını? Bazı durumlarda da ileriki yıllara da yansıyabilecek kalıcı ve ciddi hasarlar verebileceğini... Benim düşüncem uzman görüşleriyle de bunların konuşulup doğru çerçevenin, psikolojik hasarının da göz önüne alınarak, daha kabul edilebilir bir haftaya çekilerek, bu işin yeniden düzenlenmesidir. Fetüsün yaşam hakkıyla ilgili tartışmalar vardır. Ama 20-24 hafta civarı hamileliğin sonlandırılması için birçok ülkede kabul görüyor. Bunun incelenip gereğinin en erken zamanda yapılması lazım.
    10 hafta uzun bir süre gibi algılanıyor ama aslında kısa.  Sosyal medyada bazı tepkiler gördüm ve çok üzüldüm mesela; ‘nerdeydi aklı’ gibi… Halbuki haftalar bir önceki regl dönemi baz alınarak hesaplanıyor. Zaten doktora gidip hamile olup olmadığınızı öğrendiğinizde en az 6-7 haftalıksınız. Çünkü 4-5 hafta genellikle sizin kendinizin tespit edemediğiniz dönemdir. Aslında kadın en iyi ihtimalde bile ilk 3-4 haftalık süreyi geçirmiş olur. 10 hafta zannedildiği gibi fiiliyatta uzun bir süre değil. Birçok kadın, benim çevremde de, bu sürenin sonunda veya sınırlarında hamile olduğunu öğrenebilmektedir. Dolayısıyla bu sınırın daha kabul edilebilir ve insani bir noktaya çekilmesi lazım.  Kürtaj olan bir kadın bir daha çocuk sahibi olmayacak diye bir şey de söz konusu değildir. 8 Mart’ta hep deriz eşitliktir hedefimiz. Kadınların erkeklerle aynı eşitliğe sahip olması sosyal, ekonomik siyasi alanda… Aynı eşitliğe sahip olabilmek için kendi hayatı ve kendi bedeni üzerinde aynı özgürlükleri olması gerekir. Kadın hayatının çok genç bir yaşındaysa, ya da doğru noktasında değilse ve hamile kalırsa, mecburen bu hamileliği devam ettirmeye zorlanırsa, bütün geleceği riske atılır. Ya merdiven altı olacak bu işler ve kendi hayatını da tehlikeye atacak, ya devam edecek hiç istemediği bir birlikteliği sürdürecek, ya da single mother yani yalnız bir anne olmayı gerek ailevi ve toplumsal gerekse de ekonomik anlamda göze alacak.   Hazır olmayan veya istemeyen ama zorlanan bir kadın doğumu gerçekleştirdikten sonra çocuğuna ne kadar sağlıklı bakabilecek peki?

‘Erkekten izin alınıyor ama cezalandırmada erkeğe bir şey olmuyor’

  • Kamuoyunda baba olayı da çok konuşuldu. Baba neden bu dava da yoktu? Yasa babayı da işaret etmez mi?
  • FAZİLET ÖZDENEFE: Bence işaret eder. Yasadaki bir başkasının müdahale etmesi ya da suça ortaklık etmesi, onay vermesi, teşvik etmesi gibi... Tabi meselenin özel olgularını bilemiyorum. Yargılanıp, yargılanmadığını bilemiyorum. Ama dediğim gibi kadın yalnız başına hamile kalmaz. Cezalanacaksa da yalnızca kadının mı cezalandırılması lazım? Ben o da ceza alsın, yasa da böyle kalsın demiyorum ama mahkeme sürecinde takip ettiğimiz kadarıyla erkek olayın içerisindeydi, kliniğe birlikte gittiler, parayı ödedi. ‘Bilmiyorum’ diyerek bu işten kurtuldu mu? Bilmiyorum. Kesin olan şudur ki; önümüzde babanın ceza aldığına dair bir bilgi yok. Beni burada daha da rahatsız eden şey genel olarak bu gibi meselelerde zaten erkeğe bir şey olmaması, hayatına kaldığı yerden devam ederken kadının hayatının belki de ilelebet karartılmasıdır.
    Yasada hamileliğin sonlanması kararı kadın eğer evliyse eşinin rızası üzerine alınabiliyor.  Özellikle evli bir kadının kendi bedeni üzerindeki doğurganlık hakları ilk günden itibaren yok sayılıyor.  
     
  • Bir tek Meliz’in yargılanmasına ne diyorsunuz peki?
  • Fazilet ÖZDENEFE: Kasım ayında medyaya da düştü. Meliz ile benzer durumdaki bir başka kadın TC’de yaşayan ve sırf buraya gebeliğini sonlandırmak için gelen bir kadın var. ‘Ben sonlandırmak istemezdim erkek arkadaşımın baskısıyla geldim ve bu meseleyi duyunca vicdanım rahatsız oldu. Makamlarla temasa geçtim. Gelip şahadet veriyorum’ diyor. Bu kadın geliyor şahadetini veriyor ya aynı gün ya da sonraki gün hiçbir dava okunmadan, teminata bağlanmadan Türkiye’ye geri gönderiliyor. Burada da kamuoyunun vicdanın rahatlatılması için açıklanması gereken bir durum var diye düşünüyorum.  Niye yasa dışı olarak gebeliğine son verilen birçok kadın olduğundan bahsedilirken, üstüne üstlük bir tanesi de savcılığın tanığı olarak şahadet vermek için ülkemize gelmişken, sadece tek bir kadına dava okunuyor ve bu kadın da ‘günah keçisi’ muamelesi görüyor?  Bununla ilgili açıkçası savcılığın açıklama yapmasını bekliyorum. Bir tek Meliz miydi?  Bunu başka kadınlar da yargılansın ve cezalandırılsın diye değil, yaşananların kendi içinde de eşitsiz olduğunu gösterebilmek adına söylüyorum. 

‘Dişini bile söktüreceksen planlarsın’

  • İlk kez böylesi  bir dava, tanınmış doktorların tutuklanması, fetüsler v.s… Ve ilk kez biliyoruz ki Meliz kürtaj olmadı bu ülkede, biraz günah keçisi  oldu diyorsunuz Meliz…
  • Fazilet ÖZDENEFE: Aynen öyle… Orada da iki sıkıntı var. Birincisi; bizim mecliste yaptığımız konuşmayı çarpıtmaya çalışanlar veya samimiyetle yanlış anlayanlar var. Karar açıklanmadı henüz ama velev ki ispatlandı, bu doktorlar veya başka zaman başka doktorlar bu suçu işledi. Başında da söylediğim gibi hamileliğini sonlandıran kadınla durumu aynı değildir. Çünkü o işten gelir elde ediyordur, yasaya uymayışı ona bir kazanç sağlıyordur, belki de bu yasaya aykırı uygulamayı sürekli yapıyordur. Yargıcın davada; kadının bu suçu planlayarak işlemesine temas etmesi… Tabi ki bugün dişini bile söktüreceksen planlarsın. Gerekçelerini genel olarak yadırgadığımı söylemiştim zaten mahkemenin.
     
  • Bir kadın kürtaj olduğu gerekçesi ile şu an cezaevinde… Ve öyle görülüyor ki bu toplumda çok da kendini aklama şansı olmayacak. Meliz’i cezaevinden çıktıktan sonra ne bekliyor?
  • Fazilet ÖZDENEFE: Kendi başına mücadele etmek zorunda kalacak. Ömür boyu yanına kalacak bir iz olacak. Çünkü maalesef dediğim gibi sayın yargıcın düşüncesinin aksine bütün araştırmalar da bize gösteriyor ki toplumsal baskının, ataerkil yapının kadın üzerinde ziyadesiyle hissedildiği bir toplumda yaşıyoruz. Küçük bir toplumda yaşıyoruz ve maalesef böyle bir olaydan ifşa edilmek bir yerde damgalanmak muhakkak ki mücadele etmek zorunda kalacağı bir durum olacaktır. Ümidim ve inancım odur ki ailesi ve aklı mantığı, vicdanı doğru yerde olan bütün insanların desteğiyle bunu aşabilmesidir.
     
  • Peki, Meclis’in bu noktada yasa için adım atması gerekmiyor mu?
  • Fazilet ÖZDENEFE: Bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorum. Öncelikle bu tip olaylar bir daha yaşanmasın diye zaten... Zaten bu olayın yaşanmasındaki temel faktörlerden biri kliniğin yeterli ve sağlıklı denetlenmemesidir. Şimdi denetimlerin daha sık yapıldığını duyuyoruz.  Kürtaj gibi meselelerde yardıma ihtiyacı olan kadınlara, yani birçok ülkede var, destek olunması lazım. Ücret alınmadan da… Kadının günün sonunda vereceği kararın kendi kararı olduğunu, kendi bedeni üzerindeki bir hak olduğu, buna saygı gösterilmesi gerektiğini ve bu hakkın yasal sınırlarının da konunun uzmanları ile görüşülüp çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede bir yasa değişikliğiyle mevcut düzenlemeleri insan haklarına, kadın haklarına ve günümüz koşullarına uygun hale getirilebileceğini düşünmekteyim. Bugün Meliz’in başına gelenlerin başka kadınların da başına da gelmemesi adına önlemler alınabilir ve dediğim gibi buna siyasilerin öncülük etmesi gerekir. Her ne kadar yargıç anlam veremese de toplumsal baskılar vardır.   Bizim halen daha gayri meşru çocuklarla ilgi özel düzenlemelerimiz vardır. Evlilik birliği içinde doğan çocuklarla aynı haklara sahip değildirler. Birçok noktada insan haklarına, çocuk haklarına, kadın haklarına uygun hale getirilmesi gereken düzenlemeler yapılabilir. En azından bu kritik konular ele alınıp özel bir komite ile hızlı bir şekilde Meclis’in gündemine gelebilir.  Bizim çalışmalarımız zaten vardı.
    Sivil toplum örgütleriyle, uzman kişilerle konuştuktan sonra eğer niyeti varsa partilerin, önümüzdeki hafta bile gündeme alabiliriz. Bence artık toplum elini vicdanına koymalıdır. Bu tip değişiklikler biraz da sivil toplumun, bireylerin siyasilere baskısıyla da olur. Memnunsak mevcut düzenlemelerden ve hiçbir şeyin değişmesini istemiyorsak, zaten çok zordur bazı şeyleri yapmak. Ama memnun değilsek de sesimizi çıkarmalıyız. Tanımadığımız birine oldu diye kendimize uzak görmememiz lazım. Zaten mağdur olan, yardıma ihtiyacı olan biri varsa, onun acısını içimizde hissetmeliyiz. Ama gebeliğin sonlanması gibi mesele bugün kendi ailemiz, arkadaş grubu içimizde, birçok kadının başına gelebilecek süreçtir. Hiç de mutluluk verici ya da isteyerek girilen bir süreç değildir. Dolayısıyla empati kurmalıyız. Yapılacak şeyler var. Yeter ki siyasi partiler bu konuda irade geliştirsinler, samimi olsunlar,  sivil toplum örgütleri de ses versin. O zaman hızlı bir sürede yapabiliriz. Birçok yasamızın aslında baştan revize edilmesi gerekmektedir ama can alıcı, insani noktalarda ivedi müdahaleler yapabiliriz.  Bunu geçmişte de yaptık ve faydalarını gördük. İlerleyen süreçlerde de geniş kapsamlı değişikliklerin yapılmasının önü de böylelikle açılabilir.
Bu haber toplam 8659 defa okunmuştur
İlgili Haberler