Karava bölgesinde 5nci mil civarında “kayıplar”ın izinde...
14 Ekim 2021 Perşembe günü sabahleyin Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Araştırmalardan Sorumlu Asistanı Antropolog Okan Oktay’la birlikte Karava’ya (Alsancak) gidiyoruz, sevgili Hristiana Muzuri’nin bir arkadaşıyla buluşmaya...
“KAYIP BİR DEDENİN GÖMÜ YERİNİ ARIYORUZ...”
Hristiana’nın “kayıp” dedesiyle ilgili yaşanmış olanları bu sayfalarda geçtiğimiz aylarda kaleme almıştım... Hristiana, dedesiyle ilgili öyküyü bana şöyle aktarmıştı:
*** “Dedemin adı Kıbrıs ağzıyla “Ttooulis” (Toulis) veya resmi olarak Hristodulos Yeorgiadis... Bazı yerlerde Hristodulos Hristodulu olarak geçiyor. Ninemin adı da İrini...
*** Ninemle dedemin evleri Beşinci Mil’deydi... Yanlarında bir ev daha vardı ki bunu tatillerde kalmak isteyen insanlara kiralamaktaydılar...
*** 20 Temmuz 1974’te çok erken uyanmışlar Türk gemileri ve askerlerini denizde görünce, kiracılarına seslenmişlerdi... Bu kiralık evde dört ya da beş kişilik bir aile kalıyordu...
Hep beraber evin arkasındaki ağaçlık bölgeye gitmişlerdi... Ekşi bahçelerinin sonunda, sırtlarını denize verdikleri zaman sağda kalan su motoru için küçük bir evcik vardı... Aile bu evin arkasına saklanmış... Bu evciğin sağında ise devasa bir harnıp ağacı varmış ve ninemle dedem orada kalmışlar...
Askerler bu bahçeye geldiklerinde sağa sola ateş etmekteymişler. Dedem, başına isabet eden bir kurşun sonucu orada ölmüş, evlerindeki kiracı olan aileden Aleksandra adlı kadın ise bacaklarından ağır biçimde yaralanmış. Bu kadının kocası Yunan imiş ancak Türkiye’de doğduğu için çok iyi Türkçe konuşuyormuş. Böylece Türkçe olarak askerlere bağırmaya başlamış ve subaylardan birisi onunla konuşmaya başlamış, her ikisinin de Türkiye’de aynı yerde dünyaya geldiklerini keşfetmişler... Bu subay onları ve diğer tutukluları alarak Golden Rock (Altınkaya) Lokantası’na götürmüş, sonra da yaralı kadını Dikelya hastanesine transfer ettirmiş...
Dedemin naaşına ne olduğunu bilmiyoruz... Onun çok yakınında bir komşu ve eşi de öldürülmüştü ve adamdan geride kalanlar bulunmuştu... Bunu bana amcam anlattı. Komşumuzun adı Kozakos idi... Belki bu bilgi de yardımcı olur...
Hristiana’nın anlattıklarına ilaveten onun bir Kıbrıslıtürk arkadaşı ise şu bilgileri paylaştı:
*** Çıkarmanın karşısında iki tane ev var, yanyana... İşte o ev, Hristiana’nın dedesinin evi imiş... Evin arkasında ekşi ağaçları vardı. Çıkarma olduğunda bu ekşi ağaçlarının arkasına saklanmış Hristiana’nın nenesi ve dedesi. Askerler geldiğinde dedesini orada vurmuşlar...
*** Nenesini de esir almışlar. Dedesi vurulduğunda evden ne kadar uzak olduğunu tam bilmezler... Ancak o evde oturanlar demiş ki bir bacak bulmuşlar, askeri botun içerisinde ve o bacağı gömmüşler...”
(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – 30.8.2021)
HER İKİ EV DE TERKEDİLMİŞ...
İşte şimdi Hristiana’nın bir Kıbrıslıtürk arkadaşıyla buluşmaya gidiyoruz, böylece Okan Oktay’a ve bana Hristiana’nın dedesine ait iki evi gösterebilsin...
Hristiana’nın arkadaşıyla buluşuyoruz ve o bize bu iki evi gösteriyor... Açıkçası bölge çok değişmiş – yol genişletilmiş, bir roundabout (dönel kavşak) inşa edilmiş ve iki evin yeni duvarları da var... Hristiana’nın dedesinin bu iki evi, yolun üzerinde bulunuyor... İlk eve birkaç basamakla çıkmaya çalıştığımızda, biraz uydurma bir demir kapının girişe konulduğunu ve bunun da kilitli olduğunu görüyoruz – içeriye girmek mümkün değil... Burada belli ki kimsecikler yok...
Şansımızı bitişikteki ikinci evde denemek istiyoruz – burada kilitli bir giriş kapısı yok, bahçeye giriyoruz, her tarafı otlar bürümüş, gabbarların dikenleri her yere yayılmış, evin arkasına doğru dikkatlice ilerliyoruz, belki birilerini bulabiliriz diye... Yüksek sesle sesleniyoruz ancak burada da kimsecikler yok... Yalnızca iki kedi yavrusu bizi dikkatle izliyor... Bitişikteki evin damdaki su deposu patlamış, sular şarıl şarıl akıyor ama bunu durduracak kimse yok belli ki...
Terkedilmiş bu ikinci evin bahçesi de o kadar uzun bir süredir terkedilmiş vaziyette ki ağaçlar kurumaya başlamış... Tüm ağaçlar susuzluktan kuruyor – Karava’nın o güzelim ekşi ağaçları su diye ağlıyor ama onları sulayan yok... Orada kaderlerine öylece terkedilmişler, mücadele edip yavaş yavaş ölüme terkedilmişler çünkü burada onlara bakacak, onları sevecek, onları sulayacak kimsecikler yok...
Çok üzülüyorum – gerisin geri yola çıkıyoruz çünkü burada yapabileceğimiz hiçbir şey yok... Meğer ki bu evlerde kalanları bulalım... Bu evde Türkiye’den gelen ve Gönyeli’den bir Kıbrıslıtürk’le evlenen bir adam kalıyormuş... Hristiana’nın arkadaşı bunu anlatıyor bize... Okan Oktay, onların izini sürmeye çalışacak...
Hristiana, messenger’ime yeni bilgiler atmış çünkü annesi ona demiş ki, bu iki evin karşısında denize inen bir yol vardır, yolun üzerinde bir yarım inşaat bulunmaktaydı ve bazı insanlar bu yarım inşaatta yarı yarıya gömülü vaziyette ya bir bacak ya da bir potin bulmuşlar...
Aslına bakılacak olursa, Hristiana’nın annesinin sözünü ettiği yerde Kayıplar Komitesi bir kazı yapmış ve bir “kayıp” Kıbrıslırum askerden geride kalanları bulmuştu... Hristiana’nın annesinin sözünü ettiği kalıntılar ona ait olabilir mi yoksa sözünü ettiği yarım inşaata başka birileri mi gömülmüştü? Bunun da araştırılması gerekiyor...
Okan Oktay bu iki evle ilgili olarak bazı araştırmalar başlatacağını belirtiyor...
Hristiana’ya göre, bu iki evin arkasına bazı bungalovlar inşa edilmiş ancak bahçenin nihayetinden fazlaca bir şey görülemiyor... Bir yeri yıllarca öylece bırakırsanız dokusu yavaş yavaş doğa tarafından veya insanlar tarafından değiştiriliyor ve “kayıplar”ı bulmak daha da zorlaşıyor...
Tekrar yola çıkıyoruz ve bir kahvehane bularak kahve içmek istiyoruz Templos’a (Temroz-Zeytinlik) gitmeden önce... Hristiana’nın sevgili arkadaşına bu bölgedeki evleri bulmamıza yardım ettiği için çok teşekkür ediyorum...
Kahvehanede iyi bir okurumu, bir arkadaşımızı buluyorum – bize bir gömü yeri göstermişti ve gösterdiği yerde Laptalı bir Kıbrıslırum’dan geride kalanlar bulunmuştu... Aslında o iki “kayıp” Kıbrıslırum’un kalıntılarını görmüştü ancak kazılarda bir kişiden geride kalanlar bulunmuştu...
Şimdi bana bir başka olası gömü yerinden söz ediyor... Karava’da Beşinci Mil’den (yani Çıkarma Plajı’ndan) yukarıda, tepede olası bir gömü yerinden...
“Ama” diye söze başlıyor, “mandrayı kazmadınız ki!”
Ona hangi mandradan söz ettiğini soruyorum... Ve bu okurum, detayları sıralamaya başlıyor:
“Bu mandra, .... dayının mandrası idi... Adamın oğlaklar ve koyunları için bir mandrası vardı... O mandra tepenin üstündeydi ve buraya yedi “kayıp” Kıbrıslırum gömmüşlerdi... Gömü yeri, bu mandrada, iki harnıp ağacının arasındaydı... Ben bu bilgiyi Kayıplar Komitesi’ne daha önce verdiydim... Bu olası gömü yeri bir kuyu değildir – şiroyla bir çukur kazmışlar ve hepsini oraya gömmüşler... Şiroyu kullanan şahsın adı .... idi, şu anda hayatta değildir. Lefkeli idi bu şirocu... Şimdilerde anıtın bulunduğu bu yoldan toplanmış bu yedi “kayıp” Kıbrıslırum’un cesetleri ve oraya götürülüp gömülmüşler... Artık orada mandra yoktur. Orası artık park oldu...”
Okuruma göre, “..... Dayı”, Mandirgalı imişti ve Karava’da değil Ayyorgi’de yaşıyormuştu – ancak mandrası tepenin üstündeymişti – orası artık parka dönüşmüş... Sözkonusu yedi “kayıp” Kıbrıslırum’un mandrasında iki harnıp ağacının arasına çukur kazılarak gömülmesiyle hiçbir alakası yokmuş... O çok daha sonra gelmiş kuzeye ve koyunları ve keçileri için orada, tepenin üzerinde bir mandra inşa etmiş... Orada daha önce mandra yokmuş, mandrayı kendi elleriyle yapmış... Boş bir arazi imiş oraya gömü yapıldığı zaman, mandra falan yokmuş...
Bu okuruma teşekkür ediyorum, notlarımı aldım, buradan ayrılıp bir şahitle birlikte göstermiş olduğumuz, kendi elleriyle dokuz “kayıp” Kıbrıslırum’u defnetmiş olduğu Templos’a gidiyoruz...
1974’te savaşın ardından o dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Kıbrıs’ı ziyaret edecekmiş ve onun ziyaretine hazırlık olarak Karava’da ve Beşinci Mil’deki bu yol üzerine alel acele gömülmüş çeşitli yerlerdeki “kayıplar”ın toplanarak başka bir yere götürülüp gömüldüklerini öğreniyorum... İlk gömüldükleri zaman oldukça yüzeysel gömülmüşlerdi bu yol üzerinde örneğin evleklerin içerisine – üzerlerine biraz kireç ve biraz toprak atılmış ve öylece bırakılmışlardı... Bu gibi olası gömü yerlerini daha önce şahitlerle birlikte Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiştik, örneğin az ileride bir evleğin içerisine gömülmüş insanları gören bir şahitle birlikte bu yola gelmiş, o su arkını göstermiştik...
Ne zaman ki Ecevit’in adayı ziyaret edeceği kesinleşmiş, o zaman tüm bu “kayıp”ların bedenleri oldukları yerden çıkarılmış ve başka yere taşınıp oralara tekrardan gömülmüşler...
Belki de .... Dayı’nın mandrasına yapılan gömü de böyle bir olay sonucu olmuştu... Kimbilir?
Ecevit Kıbrıs’a gemiyle 3 Ocak 1975 tarihinde gelmiş, Mağusa’ya inmiş... Yani bu yolun “temizlenmesi”, o tarihten önce olmuş olmalı, belki de Aralık 1974’te falan... Elbette tüm bunlar “varsayımlar”dır, çeşitli okurlarımızdan toplamış olduğumuz bilgilerin sonucunda akıl yürütüp böyle olmuş olabileceğini düşünüyoruz. Ancak bu yolda tam olarak ne oldu? İşte bunu bilmiyoruz... Elimizdeki bilgilere bakarak, mantıklı bir varsayım yapmaya çalışıyoruz ama yine de bu varsayımlar doğru olmayabilir çünkü orada değildik ki tam olarak neler olup bittiğini görelim... Bu olaylara tanık olmuş olan insanlarımızı konuşmaları için cesaretlendirmeye çalışıyoruz... Tıpkı son 20 seneden beridir gerek “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in, gerekse “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerini bulmamızda bize yardımcı olan okurlarımız gibi...
Ve bunca yıl aradan sonra, hala bu olası gömü yerlerini arıyoruz...
Tüm bu olası gömü yerlerinde bize yardım eden tüm okurlarıma çok teşekkür ediyorum ve umuyorum ki Kayıplar Komitesi, bu araştırmaları derinleştirerek bu gömü yerlerine ulaşabilir...
Kayıplar Komitesi’nden Okan Oktay’a da çok teşekkür ediyorum, benimle birlikte Karava’ya araştırmaya geldiği için...
Umalım ki daha fazla sayıda okurumuz, bu olası gömü yerleriyle ilgili olarak daha fazla bilgiyle ortaya çıksınlar ve isimli veya isimsiz olarak bildiklerini paylaşsınlar ki bu bölgenin “kayıpları”nın gömü yerleri bulunabilsin...