1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. KARINCALARIN GÖZYAŞI, ÇİÇEK DOLMASI VE ODA MÜZİĞİ
KARINCALARIN GÖZYAŞI, ÇİÇEK DOLMASI VE ODA MÜZİĞİ

KARINCALARIN GÖZYAŞI, ÇİÇEK DOLMASI VE ODA MÜZİĞİ

İçi su dolu kaplarda sapları kesilmiş sarı çiçekler kendilerini suya uzatmış, keyif yapıyorlardı sabahın o saatinde

A+A-

Fatma Akilhoca
[email protected]

Yaz aylarındaki bir yürüyüş için geç sayılan bir vakitti, sabahın sekizi. Güneş tepemdeydi. Erken kalkamadığım için kendime acı çektirmek ve tüm vücut suyumu saçlarımdan boşaltmak niyetindeydim. Başımda kocaman şapkam, gözlerimde kahve renkli güneş gözlüklerim, ayağımda spor ayakkabım, kısa mavi şortum ve yüzümde 50 faktör koruma kremimle ısrarla yürüdüm. Israrım büyüktü ama yine de hoş bir görüntünün varlığı beni aniden durdurdu. Karşımda, sırtı bana dönük olarak duran ve karşıya konuşan kadını fark ettim.  Komşuma bir şeyler  uzatıyordu. Başlamadan ara verdiğim sabah yürüyüşüm, mideye adanmış bir güzellik içindi bu kez; Kabak Çiçekleri... Evet, Kıbrıs’ta yenilebilecek eşsiz lezzetlerden biri.

İçi su dolu kaplarda sapları kesilmiş sarı çiçekler kendilerini suya uzatmış, keyif yapıyorlardı sabahın o saatinde, tıpkı bir saat öncesinde benim yatakta yaptığım gibi. Hafif tombul ve yanık tenli kadın, çiçeklerle dolu kırmızı kabı güzelliğinden hiç ödün vermemiş yaşlıca kadına uzattı. Mutluluk sıvanmıştı yüzlerinde, en azından bana bakan taraftan öyle görünüyordu. Birisi para kazanacağı, diğeri ise günü bu güzel yemekle kurtaracağı içindi, sanırım. Ben de bu iki mutluluğa, bir de benden diyerek,  kocaman  pembe tonlarda  bir demet haline getirdiğim cümlemi fırlattım, “Ben de isterim bunlardan” dedim heyecanla. “Al abla bunları da sen” dedi. Ona parayı vermek ve kabak çiçeklerini eve bırakmak için mecburen yolum geriye aktı. Oysa ben de Nazım Hikmet gibi geriye dönmeyi hiç sevmem. “Ah keşke kabak da olsa!” “var, kardeşimi arayım da hemen getirsin”. “Aaaa ne güzel, var mı?” “Evet var”. Kardeşi, karşıdan arabayla hemen yanımızda belirdi. Arabanın bagajı inanılmaz küçük ve taze kabaklarla doluydu. “Bir lira tanesi” dedi genç adam. İki tane de onlardan seçip, parasını ödedim. Yanımdan geçen başka bir komşuma da “bak ne güzel kabaklar var” dedim. Gözlerini kabaklara doğrulttu, gülümsedi sadece. Adamın içi rahat etmemiş olacak ki, giderken iki tane de hediye olarak masama bıraktı. Beni mi çok sevdi yoksa ona müşteri bulma çabamımı, bilemedim. Sonradan yürüyüşüme kaldığım yerden tekrardan başladım. Saat epey ilerlemiş olmasına rağmen pes etmek içimden gelmedi. İnatçı günlerimden birindeydim yine.

Yaklaşık yarım saat sonra ter içinde ve oldukça yorgun eve döndüm. Terimi akıtma merasimi ve kahvaltı faslından sonra, çiçeklerle yeniden bakışma anları yaşayacaktım. Onlara olacakları mırıldanıp, harekete geçtim. Çiçeklerin tek tek, büyük bir sabır ve titizlikle çeşme altında, gayet dikkatli bir şekilde yıkanması gerekiyordu. Onlar da bunu analarından öğrenmişler ve kendilerine değil,  acıyan gözlerle bana bakıyorlardı. Kelebek kanadını zedelemeden tutmayı becerebilmek kadar zordu, onları incitmeden yıkayabilmek. Çiçeklerin tüylü kısımlarına gizlenen minik karıncaların direnmesi de zorluğu ikiye, hatta üçe katlıyordu. Karıncalar, tutundukları yerden bir türlü çıkmak istemiyor, o hoş sarılık içinde oldukça büyük mücadele örneği sergiliyorlardı. Oysa ben onlar için büyük bir güçtüm. Onlarsa benim karşımda küçücük birer noktacık. Ancak,  benden daha çok azimliydiler ve de daha çok inatçı. Her an beni yıldırabilirlerdi ama başaramadılar. Sonunda onları ıslak  parmak uçlarımla tek tek topladım ve mevcut duruma son verdim. Onların bana benzeyen direngenliklerine, sabırlarına ve çalışkanlıklarına her zaman hayrandım ve de öyle kalacaktım. Bunu onlara giderken fısıldadım.  Ama öğle yemeğinde ya karıncalı bir yemek yenecekti ya da karıncasız. İki alternatiften birini seçmem gerekiyordu ve benim tercihim ikincisiydi. Eminim ev halkının da. Hepsi tek tek yıkandıktan sonra içindeki sularını bırakmaları  için onları içinde kumaş havlu  olan bir panere* yerleştirdim. Daha sonra dolma içini hazırlamak için gözlerimi kilere fırlattım.  İşte tam da orada tatsız bir haber sırasının geldiğine seviniyordu;  pirinç tükenmişti! Zaman dardı ve çok işim vardı daha. Eyvah! En yakın ilk yardım noktası yolun karşısında onyedi yıldan beri konumlanmış kızkardeşimin evi... Koşarak ondan yardım dilenmek, en kestirme yoldu benim için. Öyle de yaptım. Ancak bir kötü haber daha alacaktım; ondakiler de kendilerini tüketmişti, benimkilere kıskanarak herhalde. Komşu kıskançlığı!  Günü, Yoklar Günü ilan edecektim neredeyse. Arabayla sitenin hemen dışındaki markete gitmekten başka çarem kalmamıştı artık. Evden çıkmadan klimayı açıp üfleme noktasını çiçeklere doğrulttum. Maksat, onların solmuş bedenlerinin tekrar canlanmasını ve karınlarına pirinçli karışımın daha kolay yerleşmesini sağlayabilmekti. Günün en süratli hareketini  yapıp, geri geldikten sonra bedenlerinin panerde hala daha cansız bir halde durduğunu gördüm. Üzgündüm, ama yapacak başka bir hamlem de kalmamıştı artık. Eski canlılıklarına kavuşamamışlardı ne kadar çok uğraşmış olsam da.  Umutlarım da, karıncalar gibi delikten aşağıya tek tek kaydı, sonunda. Belki de karıncaların ahı vardı üzerimde. Neyse onlara biraz daha serin hava sunarak, uyanabilmelerine imkân tanımak olarak da yorumlanabilirdi, evdeki pirincin tükenmiş olmasını ve benim bu uğurda harcadığım süreyi.

Neredeyse bir paket pirinç, kıyılmış soğan, bol domates ve salçası, kurutulmuş feslikân**, taze nane, karabiber, tuz, zeytinyağı, limon ve en önemlisi kraliçe lezzet küp şeklindeki hellimlerin gözü bendeydi. Dikizleniyordum. Onlarsa,  olağanüstü mesut bir birliktelikle çiçeklerin karınlarındaki yeni odacıklarına yerleşip, bizleri mutluluğa boğmayı, kendilerini de mutlu kılmayı planlıyorlardı. Az daha bekleyeceklerdi. Bu arzuları yaklaşık bir saat sonra gerçekleşecekti çünkü, kapanmış çiçekleri tek tek dikkatlice açmak oldukça zorlu bir sanatı icra etmekle eşdeğerdi.  

 Son olarak işgal altındaki iki tencerenin kendilerini ateşe atması, hedefe ulaşmayı yaklaştırmıştı.  On dakikalık bir pişme süresiyle o muhteşem lezzete nihayet sahip oldum. Günün menüsü beni oldukça yorsa da, bu güzelliği hiç bir şeye değişemezdim. Yanında köy yoğurdu, haşlanış kabaklar ve masadaki sevdiklerimin tatlı gülümseyişleri de menüye refakatçi olarak hizmet ediyordu.

26 Haziran 2018

*Paner: Geniş, yuvarlak bir tepsi görevi gören (eskiden sıkça kullanılan) buğday kalemlerinin kurutulması ve renklendirilmesiyle yapılan bir mutfak gereci.

**Feslikân: fesleğen

Bu haber toplam 4710 defa okunmuştur
Gaile 463. Sayısı

Gaile 463. Sayısı