1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Karman Çorman Bir Düzen
Karman Çorman Bir Düzen

Karman Çorman Bir Düzen

Karman Çorman Bir Düzen

A+A-


Aliye Özsoylu
[email protected]

             Duvarların rengi bordo; upuzun bembeyaz bir masa; karşılıklı oturan iki gölge renk: Siyah ve gri. Süresi olmayan marjinal bir açık oturumla karşı karşıyayız. Süreyi belirleyen bir kum saati olmadığı için istedikleri kadar kendilerini tanıtabilir ve savunabilirler. Kötülük zaten siyah da iyiliğin biraz üstü kirlenmiş bu yüzden ona griyi yakıştırdım. Kendileri, renkleri ve gölgelerini aynı masada, koyu renk bir odada kafamın ta içinde karşılıklı oturttum ve sizi de hikâyelerini dinlemeye davet ediyorum. Siz dediğim insanlar işte; ne zaman tanıştınız, nasıl içselleştirdiniz, hangisini seçtiniz merak ediyorsunuzdur diye düşündüm. Siz de düşünmüşsünüzdür onları, onların bize yaptırdıklarını… İkisi de çok öznel, kişiye özel ama hadlerini aştıkları zaman benim ya da bizim olmaktan çıkıp hepimizin olmaya evriliyorlar. Çok yüzsüzler; bir de çokbilmiş ve tabi ki de fazlası zarar olan, yok eden olduklarının farkındalar. Söze hangisi başlayacak diye uzun bir süre bekledim; mâlum havada aşırı bir ego kokusu var. İkisi de burnundan kıl aldırmıyor, bu yüzden başka birinin elini masaya vurup ses çıkarması lazım. Ben yapamıyorum çünkü burası benim beynimin içi; başka bir soyutluğa giysilerini giydirmem lazım. Bu yüzden ateş kırmızısı rengi bir elbiseyle masanın sol tarafına tehlikeyi çağırıyorum. Sesi çıkartacak; meydan muharebesini başlatacak ve kendine sıra geldiğinde konuşmaya başlayacak olan ortak nokta o. Anlatmaya başladığında derin bir rahatsızlık hissedeceğim için karşısına fresh bir görüntü getirmeliyim. Bu yüzden üzerinde turkuaz rengi bir tshirt ve yeşil tonlarında etek giyen doğallığı masaya ekliyorum. Doğallık; daha henüz büyüyüp diğerleri gibi kocaman olamamış, çocukluk ve yetişkinlik arasında bir yaşta, bu yüzden o; her şey olup bittiğinde ortalığı toplasın diye bu masada oturuyor. Bu fantastik dörtlü; müthiş bir matematiğe sahip ve her birinin varoluş sebebi de sonucu da “insan”da başlayıp “insan”da bitiyor. Ne zaman “insancık” olmaktan sıkılıp “insan” olmaya heveslenirsek masadaki yerleri değişiyor ve yeni bir denkleme dönüşüyor. Bizi yönetiyorlar, besliyorlar, şekillendiriyorlar, var edip yok ediyorlar, bozup yeniden yapıyorlar ve bu masada bizimle ilgili olan ve hâlâ bitmeyen her şeyi tartışıyorlar. Biz bu masayız ve onlar etrafımızda oturuyorlar; kendilerini ve birbirleriyle olan bağlantılarını anlatmaya başladıklarında üstümüze çıkacaklar ama aşağıya indiklerinde geriye bizden neyin kaldığı bu kapışmayı sonlandıracak olandır.

Kötülük; iyilik olduğu sürece var olabileceğinin bilincindeydi fakat önce iyilikle tanışmadı; onun mazisi tehlike ile daha eskilere dayanır. İnsanın vicdan terazisinde ağır basan tarafta kötülük varsa eğer ortalık yangın yerine döner. Çünkü kötülük dediğimiz şeyin altındaki imza her zaman daha kalıcıdır. Tehlike ile el ele verip ondan olmayanlara kaçma fırsatı vermeden ve müsaade istemeden ezip geçen karanlık taraftır. Güvenli hissedip ya da güvende olduğunu düşünüp yapmış olduğun rutin işler, ayak bastığın sokaklar, evin, araban kısacası sana ait olduğunu düşündüğün her yerde bir kötülük başına gelecekse önce tehlikenin kahkaha sesini duyarsın; sonrası bilindik, kötülük bombayı patlatır. Her seferinde hazırlıksız yakalanırsın çünkü yöntemi sessizce ve ağır ağır adımlarla yaklaşmaktır. Hiç olmadık bir yerde; hiç beklenmedik başka bir insanda hayat bulur. Cenin halindeyken bile kuru; çocukken bile sevimsizdir. Çok derinlerde büyür ve ortaya çıkması için küçük bir kıvılcım yeterlidir.

Şanssızlıkların, çaresizliklerin, akılsızlıkların, bencilliklerin, kaybedişlerin toplamında ya da yarısında bile kendini göstermek, yer edinmek için her zaman hazırdır. Tıpkı profesyonel bir yedek futbolcu gibidir. Isınır; oyuna son dakikalarda girer ve oyunu sürpriz bir şekilde bir hamleyle alır. Kötülüğün bir kişide vücut bulup tüm insanlığı etkileyebilen halleri en dayanılmaz olanıdır. Yapmak istediği her şeyi, vermek istediği zararı tek bir kişiden faydalanarak yapmakta ustadır. Kötülük istenildiğinde kovulacak bir şeydir aslında çünkü yerleşik değildir. Yaratıldığı gibi hafifletilebilir de ama asla yok olmaz. Sadece azalır. Kötülük; fotoğraflara sebep olandır. Kadrajda yer almaz, fotoğrafın içerisinde kendini göstermez; sebep olduklarına bakınca o fotoğraf çekilmeden birkaç dakika önce orada bulunduğu aşikârdır. Ellerini havaya kaldırıp teslim olma dürtüsüyle büyüyen bir çocuğun korku dolu gözlerine sebeptir. Bir hiç uğruna, sadece birileri başka birileriyle sidik yarışına girdiği için toprağın renginin değişmesine sebep olan coğrafyanın yeniden şekillenmesindeki hammaddedir. Buzdolabının içindeki çocuk cesedidir. Sapığın suratındaki tırnak izidir. Sokak ortasında hiçbir tehdit yokken, sırf zevkine oluşan tekme ve tokatların lacivert üniforma giymiş halidir. Hak edilmiş bir başarının arkasından gelen dedikodudur ve dolayısıyla hak edilmemiş başarıların elde edilmesine yardımcı olan basamakların âlâsıdır. Şiirin, müziğin ne ifade ettiğini kavrayacak kapasiteye sahip olmadığından en yüksekten zırvalayan bir sinek vızıltısıdır. Ne yazık ki bu vızıltıyı dikkate alan bir sinekler ordusuna sahiptir. Anlatsa bitiremeyeceği kadar çok fazladır; masaya serdiği fotoğrafların bir o kadarı olduğunun çirkin göstergesidir. Kısacası kötülük; iyiliğe kafa tutan, er meydanına indiğinde çirkinleşen, iğrenç görüntüsünden haz duyan bir tavırdır. “Şeylerin” içerisinden çıkıp “insan olanın” bulunduğu noktaya düşen yüzsüz bir atom bombasıdır. İyiliğin düşmanı, tehlikenin kardeşi ve doğallığın hiçbir şeyidir.

İyilik; dağılmış durumdadır. Kötülüğün kendini tarif ederken kullandığı fotoğraflara bakıp kulakları patlayana kadar dinlemenin nasıl bir ıstırap haline dönüştüğünü sorgular içinde. Doğallık; o kadar sakindir ki fotoğrafları toplayıp kötülüğün önüne geri iter. Eylemde bulunan odur çünkü iyilik en önce onunla tanışmıştır. Doğup tüm yaşamı boyunca hep doğal kalma yeteneğini gösterebilen insanların bastığı her yeri güzelleştirebileceğine inanır iyilik bu yüzden doğallığın yüzüne bakarken istemsizce ağlamaya başlar ve anlatır. İyilik; eleştirir, sorgular, “niye” diye sorar ve hep bir sebep aradığı için de tutuklanır. Mantığın yumuşak yüzüdür bu yüzden iyiliğin fazlalığından korkulur, endişe edilir. Endişe; tehlikelidir ve tehlikeli olan her şeyde kötülük saklandığı yerden çıkmak için tereddüt etmez. İyilik; her zaman kötülükle tehlikeye katlanmak zorunda olduğu için güzele ulaşmanın yöntemlerini usanmadan geliştirir. Bu yüzden yaratıcıdır. Yaratıcılık; ayaklanmaya yol açar, birleştiricidir ve her şekilde kendini ifade eder. Yazıda, resimde, müzikte, çamurda, toprakta, gökyüzünde ve daha birçok şeyde sesini yükseltir. Tedirginlik yarattığı için susturulması gerekir. Tam da bu noktada kötülük ortaya çıkar ve dogmalarını, yaşayan ölülerini ve ayakta uyuyan miskinlerini gün yüzüne çıkarır. İyilik; saçma sapan ve gereksiz seslerin karşısında duran sessizliktir. Hiçbir zaman örnek almaz ama muhakkak bir noktada örnek alınır, alamayanlara da örnek gösterilir. Tüm sıradanlığa ve tek düzeliğe inat küçük bir kız çocuğunun saçındaki mavi tondur. Körü körüne inananlara; kötülüğe âşık olanların dibinden geçmeyi unutmayan isyankâr bir esintidir. Tüketimin tam tersine üretimdir. Çıplak ayakla toprağa basıp üzerindeki bütün yabancı hissettiği enerjiyi atabilme başarısına sahiptir. Gökyüzünde daha çok ama yeryüzünde de çoğalma direnci gösteren temastır. Hiç tanımadığı birini kaybedilme korkusuyla yaşayan bir insanın saflığıdır. Özgür ruhlu ve gezgindir. Kötülüğün kıskançlık sebebi, tehlikenin dişlerini sıkmasına yol açan ve doğallığın her şeyidir. Direnci, gücü, diriliği ve sonsuz özgüveniyle her zaman kazanandır. Kötülükten görmüş olduğu fotoğraflara rağmen dağılanları toplamaya çalışacak kadar umut doludur. Bu yüzden en son masadan o kalkar. Kötülük tehlikeye eliyle işaret ederek birlikte kalkmaları gerektiğini söyler. Daha çok çöp, leş ve manasızlık toplamak için dışarıya çıkar. Tehlike; mutlaka yine karşılaşacaklarını üstüne basa basa söyleyerek kapıyı kapatma zahmetinde bulunur. Doğallık; etrafa saçılanları toplayıp iyiliğin omuzundan öperek onu kapının önünde beklemeye koyulur. İyilik ise kafamın içinden en son ayrılandır. Dışarıya karışmak, insanlara bulaşmak için acele etmez çünkü şeytanla hiç işi olmaz. Bana, bize ve size küçük bir hatırlatmada bulunarak; minik bir el selamıyla vedalaşır. “Kötü adamların her defasında şanslı olmaları gerekir; iyi adamların ise tek bir sefer şanslı olmaları yeterlidir.”

Misafirlerim son sözlerini söyleyip kalkıp gittiklerine göre ben de derin bir nefes almak için gerçek bir kapıdan gerçek bir dünyaya adım atabilirim. Ama biliyorum; bu masa tekrar bir araya gelecek. Daha sağlam kanıtlarla, daha yıkıcı ve daha sarsılmaz duruşlarla bu oturum bir daha açılacak. Yeniden ve yine demeden önce bir soluk arasında başımı yukarıya kaldırıyorum. Düşünüyorum da; insan durduğu yerden kafasını yukarıya kaldırdığı zaman güvende hissettiren o mavi renkli çarşafı görüyor. O çarşafın üzerinde yatan; aslında yatmaya sadece hevesli olan; bizim içinde yaşadığımız ve sığamadığımız dünyanın varlığını hissediyor. Dünya; sürekli kıpırdayan, yerinde duramayan hiperaktif bir geometrik şekil ve kendi etrafında dönen bir serseridir. O döndüğü için mi başımız dönüyor hep merak etmişimdir. Soruya cevabı insana dair olan kısımlarda bulmaya çalışıyorum çünkü gezegenimizle kurduğumuz yamuk ilişki; biz insanların bir türlü yaratamamış olduğu o düz çizginin özlemidir. Bu özlemi gidermenin yolu; başımız dönüyorken o çizginin üzerinde ne kadar düz ve ne kadar eğri adımlar attığımıza bağlıdır. Umuyorum ki; insanlık bu yürüyüşün sonunu dik bir duruşla bitirebilecek ve bunu da kendine hediye edebilecektir.

 

Bu haber toplam 2584 defa okunmuştur
Gaile 360. Sayısı

Gaile 360. Sayısı