1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Karpazlı Rumlar, Üçüncü Viyana Anlaşması ve Bunun Uygulanma(ma)sı
Karpazlı Rumlar, Üçüncü Viyana Anlaşması ve Bunun Uygulanma(ma)sı

Karpazlı Rumlar, Üçüncü Viyana Anlaşması ve Bunun Uygulanma(ma)sı

Karpazlı Rumlar, Üçüncü Viyana Anlaşması ve Bunun Uygulanma(ma)sı

A+A-

 

Ali Dayıoğlu
[email protected]

 

Giriş

Etnik, dinî ve siyasi çatışmaların yaşandığı hemen her yerde kalıcı bir barışa ulaşmanın aracı olarak ne zaman geçmişle hesaplaşmanın gerekliliğinden bahsedilse milliyetçi ideoloji hemen devreye girmekte ve bunu asıl yapması gerekenin “karşı taraf” olduğunu savunmaktadır. Benzer bir durum Kıbrıs’ın her iki tarafında da mevcuttur. İki tarafın milliyetçileri adada yaşanan çatışmalardan ve acılardan birbirlerini suçlarken kendilerini pirupak olarak görmeye devam etmektedirler. Daha da önemlisi, bu kesimler, kendi toplumlarını geçmişle yüzleşmeye davet edenleri içteki birliği bozan ve düşmanın ekmeğine yağ süren “Beşinci Kol” olarak gösterme gayreti içerisindedirler.
Söz konusu kesimlerin bu gayretlerine rağmen Kıbrıs’ta kalıcı bir barışa ulaşabilmek için geçmişle yüzleşmenin gerekliliği ortadadır. Bundan hareketle elinizdeki yazıda 1974’ten 2000’li yılların başına kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde bir Kıbrıs Türk/Türk ulus-devleti oluşturma gayesi çerçevesinde yabancı ve güvenilir olmayan unsurlar şeklinde değerlendirilen Rumlardan nasıl “kurtulmaya” çalışıldığı özetle anlatılacaktır. Bu şekilde “karşı taraftan” “kurtulma” çabasının yalnızca Kıbrıs Rum milliyetçilerinde değil, Kıbrıs Türk milliyetçilerinde de mevcut olduğu ortaya konulacaktır. Bunu yaparken 1974’ten sonra kuzeyde yaşamaya devam eden Rumların haklarını korumak için düzenlenen Üçüncü Viyana Anlaşmasının düzenlemelerinden hareket edilecek, Anlaşma hükümlerinin ne şekilde ve nasıl ihlal edildiği aktarılacaktır.

Üçüncü Viyana Anlaşması

Türkiye’nin 1974’teki askerî müdahalesinin ardından Rum resmî makamlarına göre yaklaşık 142.000 Rum kuzeyden güneye göç etmek zorunda kaldı. Bununla birlikte, özellikle Karpaz bölgesinde olmak üzere yaklaşık 20.000 Rum, Kuzey Kıbrıs’ta yaşamaya devam etti. Bu kadar büyük bir Rum topluluğunun varlığı Kuzey Kıbrıs’ta bir Kıbrıs Türk/Türk ulus-devleti oluşturma gayesiyle tezat oluşturmaktaydı. Dolayısıyla, Rumları güneye göç ettirecek çeşitli “önlemler” devreye sokuldu. Gönüllü göçlerin dışında, uygulanan baskılar sonucunda kuzeydeki Rumların sayısı 1975 yazında 10.000 civarına indi.

Nüfusları bu şekilde hızla azalan kuzeydeki Rumların gelecekteki durumlarının ne olacağı tartışılmaya başlandı. Bu tartışmalar sonuç verdi ve 31 Temmuz-2 Ağustos 1975 tarihlerinde Rauf R. Denktaş ile Glafkos Klerides arasında Viyana’da yapılan toplumlararası görüşmelerin üçüncü turunda kuzeydeki Rumların durumu ele alınarak bazı kararlara varıldı.

Geçerliliğini halen sürdüren, dolayısıyla da Kıbrıs Türk makamlarını hukuken bağlayan Üçüncü Viyana Anlaşmasına göre 2 Ağustos 1975 itibarıyla Kuzey Kıbrıs’ta bulunan Rumlar burada kalıp kalmama konusunda serbest olacaklar ve bu tarih itibarıyla güneyde yaşayan Kıbrıslı Rumların bir bölümünün kuzeye transfer edilmesini de kapsayacak şekilde ailelerin birleştirilmesi ilkesine öncelik tanınacaktı. Böylece, kuzeyde yaşayan Rumların zorla güneye göç ettirilmelerinin yasaklanması bir yana, güneydeki Rumların kuzeyde bulunan ailelerinin yanlarına gelmelerinin engellenmeyeceği vurgulanmış oldu. Kuzeydeki Rumların adanın kuzeyinde serbest dolaşım özgürlüğünden yararlanacaklarının belirtilmesinin ardından BM Kıbrıs Barış Gücünün kuzeydeki Rum köylerine ve ikametgâhlarına serbestçe gidebileceği vurgulandı. Bunların dışında, kendi doktorlarının tıbbi gözetiminde bulunma, dinlerinin gereklerini yerine getirme ve eğitim olanaklarından yararlanma hususlarını da kapsamak üzere, Kuzey Kıbrıs’ta normal bir yaşam sürdürebilmeleri için Rumlara her türlü yardımın sağlanacağı belirtildi.

Üçüncü Viyana Anlaşmasının Uygulanma(ma)sı

Üçüncü Viyana Anlaşması kuzeydeki Rum varlığını koruyamadı. Bunun sonucunda kuzeydeki Rum sayısı hızla azalmaya başladı. Örneğin, 1975’te 3.582, 1976’da 5.828, 1977’nin ilk 9,5 ayında da 910 Rum güneye göç etti. 30 Kasım 1981’e gelindiğinde kuzeyde yaşayan Rumların sayısı 1.076’ya indi. Temmuz 2014 itibarıyla da 343 oldu. Böyle bir sonucun ortaya çıkmasında, yukarıda da değinildiği gibi, Rumların bir yandan kendi toplumlarından kopmamak için gönüllü yaptıkları göçler rol oynamakla birlikte esas olarak karşılaştıkları baskılar etkili oldu. Bu baskıların başında eğitimle ilgili olanlar geliyordu.

Buna göre, ilkokulu bitirmiş olan Rumlar uzun yıllar eğitimlerine devam etmeme ya da eğitim alabilmek için Güney Kıbrıs’a gitme gibi bir seçenekle karşı karşıya bırakılmışlardı. Çünkü Rumların Kuzey Kıbrıs’ta bir ortaokulları ve liseleri yoktu. Gerçi ilkokul sonrası eğitim için güneye gitme hakları vardı ama şöyle de bir durum söz konusuydu: Güneyde eğitim almış olup da 18 yaşına gelmiş Rum kızlar ve Marunîler ile 16 yaşına gelmiş Rum erkeklerin tekrar kuzeye geçişlerine 1998’e kadar izin verilmiyordu. Böylece bu insanlar ‘ya eğitim, ya aile’ gibi bir ikilem içine sokulmuşlardı. 1998’de bu engel Rum kızlar ve Marunîler için kaldırıldı fakat 16 yaşına gelmiş Rum erkeklere konulan kuzeye geçiş engeli 2003’e kadar, yani Kuzey Kıbrıs ile Güney Kıbrıs arasındaki geçişlere Kıbrıs Türk makamlarınca izin verilmesine kadar devam etti. Bununla birlikte sorun esas olarak Türkiye’nin 2001’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde “Cyprus v. Turkey” davasını kaybetmesinin ardından çözüldü.

Mahkeme, Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Rumlar için Rumca eğitim veren bir ilkokulun bulunmasına rağmen bu olanağın ortaöğrenim düzeyinde sağlanmamasını, bundan dolayı Rumların ‘ya eğitim, ya aile’ ikilemi içerisinde bulunmalarını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) ihlali olarak değerlendirdi. Kararın ardından yoğunlaşan baskılar üzerine kuzeydeki Rumların en yoğun olarak yaşadıkları Dipkarpaz’da 2004’te ortaokul, 2005’te de lise açıldı.

Din ve vicdan özgürlüğü alanında da ihlaller yaşandı. Bunların başında, 2003 öncesi dönemde kuzeydeki Rumların seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasından ötürü ibadet yerlerine ulaşmalarının, dolayısıyla da dinsel yaşamlarının gereklerini yerine getirmelerinin engellenmesi kaynaklanıyordu. Bu husus, “Cyprus v. Turkey” davasında AİHM tarafından din ve vicdan özgürlüğünün ihlâli olarak değerlendirildi. Gerçekten de uzun yıllar Rumların ibadet yerlerine ulaşmaları konusunda ciddi engeller çıkartılmıştı. O kadar ki, Karpazlı Rumların yoğun olarak yaşadıkları Dipkarpaz’daki Apostolos Andreas Manastırını ziyaretleri uzun süre yılda iki defayla sınırlandırılmıştı. Daha sonra bu süre yılda üçe çıkarıldı. Burada trajikomik olan husus, Kıbrıslı Türklerin yanı sıra turistler de diledikleri zaman Manastır’ı ziyaret edebildikleri halde, Karpazlı Rumların bu olanaktan mahrum bırakılmalarıydı. 23 Nisan 2003’ten itibaren ada genelinde serbest dolaşımın mümkün olmasının ve KKTC Dışişleri Bakanlığının aldığı çeşitli kararların ardından Karpazlı Rumların konuyla ilgili yaşadıkları sıkıntılar önemli oranda azaldı.

Karpazlı Rumlar mülkiyet, özellikle de miras hakkı konusunda da sıkıntı yaşadılar. 2008’e kadar, kuzeyde yaşayan Rumlar, eğer bu bölgede yaşayan mirasçıları yoksa öldükleri zaman mallarını güneyde veya yurtdışında yaşayan mirasçılarına bırakamıyorlardı. Bunlar, devlete kalıyordu. Devlet de yakın zamana kadar bunları başka kişilere tahsis etme yoluna gidiyordu. Böylece Rumlar mallarını kaybetmiş oluyordu. “Cyprus v. Turkey” davasında AİHM’nin bu uygulamayı mülkiyet hakkının ihlali olarak değerlendirmesinin ve uluslararası baskıların yoğunlaşmasının ardından miras hakkının tanınması için harekete geçildi. Bu çerçevede 2002’de bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldı. Karar, AİHS standartlarını karşılamadığı için 2008’de yeni bir Bakanlar Kurulu kararı kabul edildi. Bu kararla Kuzey’deki Rumların mirasçıları, belli prosedürlere uymak koşuluyla miras hakkından yararlanma olanağını elde ettiler. 

Karpazlı Rumlar uzun yıllar çeşitli ekonomik sorunlarla da karşı karşıya kaldılar. Konuyla ilgili şikâyetler iki husus üzerinde yoğunlaşıyordu. Birincisi, köy kooperatiflerinin Rum ürünlerini alma konusunda isteksiz davranmaları, ikincisi de Rum ürünlerinin piyasa fiyatından daha ucuza satın alınmasıydı. Ayrıca, Rumların sandallarla balıkçılık yapmalarına da izin verilmiyordu.

Karpazlı Rumlara yönelik ayrımcı uygulamalar bunlarla sınırlı kalmamış, yaşamın hemen her alanına sirayet etmişti. Bu husus “Cyprus v. Turkey” kararında da yer almıştı. Bu çerçevede AİHM, Karpaz’daki Rumların onur kırıcı bir davranış olarak değerlendirilen ayrımcılığa maruz kaldıklarını, bu kişilerin izole edilmiş bir şekilde yaşamaya zorlandıklarını, sürekli denetim altında tutulup hareketlerinin kısıtlandığını, topluluklarını yenileme veya geliştirme imkânlarının bulunmadığını ifade etti. Mahkeme, Karpaz’daki Rum topluluğuna dayatılan koşulların bu topluluğun mensuplarının şeref ve haysiyetlerini zedeleyecek nitelikte olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Bunun dışında AİHM, Karpazlı Rumların tüm hareketlerinin ve ilişkilerinin yetkililerce takip edildiğini, köylerinin dışına en basit nedenlerle çıkmaları halinde bile yetkililere hesap vermek zorunda kaldıklarını belirtti. Mahkeme, söz konusu takip ve gözetim altında tutma uygulamalarının, aile ziyaretleri de dahil olmak üzere, Kıbrıslı Rumların evlerine yapılan sosyal ve diğer amaçlı ziyaretler sırasında devlet görevlilerinin söz konusu kişilerin evlerinde hazır bulunmalarına varacak kadar ciddi boyutlara ulaştığının altını çizdi. Burada dikkat çekici olan husus, Mahkeme’nin bu uygulamaların “olağan” hale geldiğini belirtmesiydi. Bu uygulamaların dışında Karpazlı Rumların bazı fiziksel saldırıların hedefi olduklarına, ölüm tehditleri aldıklarına ve mallarının çalındığına vs. ilişkin şikâyetler de dile getirildi.

Seyahat özgürlüğü konusunda da sıkıntılar söz konusuydu. Karpazlı Rumlar, 2003 öncesinde bu özgürlüklerinin kısıtlandığını, Karpaz bölgesi dışına seyahat etmek istedikleri zaman polisten izin almak zorunda kaldıklarını, örneğin Gazimağusa’ya ancak bu şekilde gidebildiklerini belirtmişlerdi. Rumlar ayrıca Lefkoşa’ya ancak polis nezaretinde seyahat edebildikleri, Girne’ye gitmelerine ise izin verilmediği yönünde şikâyette bulunmuşlardı. AİHM de “Cyprus v. Turkey” davasıyla ilgili kararında, Karpaz’daki Rumların seyahat özgürlüklerinin kısıtlandığını, bu durumun kişilerin özel ve aile hayatlarını etkilediğini, din ve vicdan özgürlüklerini ihlâl ettiğini belirtti. Aynı kısıtlama kuzeydeki Rumları ziyareti etmek isteyen BM Barış Gücüne de zaman zaman uygulanmıştı.

Sonuç

Yukarıda değinilen insan hakları ihlalleri bunlarla sınırlı kalmadı. Daha fazlası kendi topraklarında yaşamak isteyen bu insanlara karşı uygulandı. Ama burada bir nebze de olsa sevindirici olan husus 2001 tarihli AİHM kararının ve 2003’te kuzeyle güney arasındaki karşılıklı geçişlerin serbest bırakılmasının ardından bu ihlallerin çok büyük çoğunluğunun ortadan kalkmasıydı. Bu gelişme kuzeydeki insan hakları rejimini güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda iki toplum arasında gerçek bir “güven artırıcı önlem” oluşturdu. Zaten egemen etno-dinsel unsur dışındaki kimlikleri yok sayan, onları yasaklayan ve onlardan kurtulmak isteyen devlet türü olarak ulus-devletin artık devrini kapatması, onun yerine çok kültürcü anlayışa sahip bir devlet yapısının gelmesinin gerektiği günümüzde, aksinin olması tam anlamıyla “tarih öncesinde” kalmak anlamını taşıyacaktı.

Son söz olarak şunu söylemek lazım: Rumlara reva görülen bu uygulamaların hatırlanması, daha da önemlisi yapılanlarla hesaplaşılması ortak bir Kıbrıs evinin oluşmasına büyük katkı koyacaktır; pek tabii bu “hesaplaşma” geçmişte Kıbrıslı Türklere yönelik uygulamalar nedeniyle Kıbrıslı Rumlar bakımından da geçerli olmalıdır.

Bu haber toplam 3411 defa okunmuştur
Gaile 303. Sayısı

Gaile 303. Sayısı