Katil çoğunlukla evde…
Kıbrıs'ta Kadın Cinayetleri…(1)
Katil çoğunlukla evde…
<<…. Bizim küçük adamızda azımsanamayacak sayıda kadın cinayeti vardır. Altay Sayıl 1924-1988 yılları arasındaki kadın cinayetlerini bir kitapta toplamıştı. 65 yılda 100 kusur
Kıbrıs'ta Kadın Cinayetleri…(1)
Katil çoğunlukla evde…
<<…. Bizim küçük adamızda azımsanamayacak sayıda kadın cinayeti vardır. Altay Sayıl 1924-1988 yılları arasındaki kadın cinayetlerini bir kitapta toplamıştı. 65 yılda 100 kusur kadın öldürülmüş ve YENİDÜZEN gazetesinde, Fayka Arseven’in araştırmasında 2000-2007 yılları arasında, yani 7 yılda sekiz kadın cinayeti saydım. 1988-2000 yılları arasını bilemesem de bu sayı hiç de az değil…>>
En çok okunan romanlardır cinayet romanları ve aslında her gerçek cinayetin de bir öyküsü vardır. Savaş dışında da, insanın insana kıyabildiği insanoğlunun bir başka yüzüdür işte…
Ve kadınlar vardır bu cinayetlerin arasında; kadına yönelik şiddet, kadını istismar etmek ve kadını seks kölesi olarak kullanmak dışında…
Kadın cinayetleri birçok teze konu olmuş olaylardır.
Bizim küçük adamızda da azımsanamayacak sayıda kadın cinayeti vardır.
Altay Sayıl 1924-1988 yılları arasındaki kadın cinayetlerini bir kitapta toplamıştı. 65 yılda 100 kusur kadın öldürülmüş ve YENİDÜZEN gazetesinde, Fayka Arseven’in araştırmasında 2000-2007 yılları arasında, yani 7 yılda sekiz kadın cinayeti saydım. 1988-2000 yılları arasını bilemesem de bu sayı hiç de az değil.
Hepsi ayrı bir romana konu olabilecek bu cinayetlerin çoğunluğunun nedeni cinsellik. Yani kadınlar genellikle aşk ve kıskançlık yüzünden öldürülüyor.
Çoğunlukla başkasına yar etmektense Azraile teslim ediliyor sevilen kadın...
Hınç mı yoksa çaresizlik mi bu?
“Yoksa öldüresiye sevmek” mi?
Yine bu cinayetler çoğunlukla ya kocalar ya da sevgililer tarafından işlenmiş. Yani katil evde!
İlk sıradaki cinayet nedeni cinsellik…
Ve kadınların öldürülme şekli; eşleri sırtlarından vuruyor kadınları, sevgilileri ise göğsünden yani yüreğinden…
SEKS KÖLELİĞİ…
Daha önce aslında dünyanın günümüzde en büyük insanlık sorunlarından biri olan seks köleliğini yazmıştım. Adamızdaki ve dünyadaki durumu irdelemeye çalışmıştım yazılarda… Her gün günlük hayatın bir başka yerinde mantar gibi biten bu sahte ışıklı dünyanın gerçek yüzünü kendimce anlatmaya çalışmıştım.
Bu dünyada çilesi bitmeyen; her ülkede bambaşka sorunlar altında mağdur olan kadının bu sektördeki mağduriyetlerine değinmiştim.
Ve tabii ki buna göz yuman erkek egemen bir siyasetin ve politikaların iç yüzünde görebildiğimiz gerçekleri, su yüzüne çıkarmaya çalışmıştım; yapabildiğimce...
Meğer dünya bu konuda ne çok acılıymış! Ardı arkası kesilmedi bu konudaki workshopların, konferansların…
Yok, yanlış anlamayın, biz Kıbrıslı Türkler olarak ender bir iki çalışma haricinde, pek bir şey yapmadık. Öyle ya bizim ilgilenecek çok daha ciddi işlerimiz vardı!
Ama işte sonu cinayete varan sayısız cinsellik faciası! Kim inkâr edebilir bu acı toplumsal gerçeğimizi?
Milyonlarca yıldır bitmeyen Kıbrıs sorunu, binlerce yıldır çözemediğimiz sağlık ve eğitim sistemi sorunlarımız dağ gibi önümüzde bekliyordu.
Bunca iş arasında bir de kadın hakları ile mi uğraşacaktık?!!.. O haklar yıllar boyu çeşitli şekillerde kana bulanmış olsa da!.. O haklar çoğu zaman kendimize özgü seks köleliğinin labirentlerinde kaybolmuş olsa da!..
Ve dünyayı saran bu insanlık ayıbının, kadın hakları ihlalinin; bizim ülkemizde de bu kadar popüler olmasının, yayılmasının ve her kesimden rağbet görmesinin nedeni nedir?
Gerçekten “kimyamız mı bozulmuştu?”
Yoksa aslında kimyamızda vardı da, zaman içerisinde boyut mu değiştirmişti?
Kıbrıs aslında bir aşk cinayetleri adası mı? Cinsel istismar zaman içerisinde zamana uyup beyaz kadın ticaretine mi dönüştü?
Yakın tarihimizdeki kadın cinayetlerini incelediğimiz zaman, çarpıcı yorumlar yapmak mümkün…
Yakın geçmişimizde çoğunlukla, aşk, seks ve kıskançlık yüzünden işlenen bu cinayetleri irdelemeden ülkemizde bugünkü kadına yönelik cinsel istismarın gerçek nedenlerine tanı koymak zor olsa gerek…
YAKIN TARİHİMİZDE TOPLUMU SARSAN CİNAYETLER…
Dr. Behiç Cinayeti…
Altay Sayıl’ın kitabında beni derinden etkileyen bazı cinayet öykülerini sizlerle paylaşmak istiyorum. 1920’li yıllarda toplumu sarsan ve sosyal yaşamda derin yaralar açan bu cinayetler, aslında günümüzde çok da farklı olmayan yöntemler ve nedenlerle süregeliyor.
Dr. Behiç Cinayeti…
Bu cinayet 10 Mayıs 1924’de Lefkoşa’da işlendi. O yıllarda ve sonrasında da belki de en çok konuşulan cinayetlerden biridir.
Babası Kıbrıslı Türk olan Dr. Behiç Beyrut’ta doğmuş ve orada Fransız okulunda eğitim almış. Olaydan 12 yıl önce Kıbrıs’a gelmiş ve Lefkoşa’nın tanınmış simalarından müdür Hüsnü Efendi’nin en küçük ve en güzel kızı Fatma hanımla evlenmiş.
Behiç Bey doktormuş ve Sarayönü’nde muayenehanesi varmış.
Güzel eşi ve iki çocuğuyla Lefkoşa’nın Sarayönü’nde, başkentin meşhur konaklarından birinde yaşıyorlarmış. Üç de hizmetçileri varmış. Halleri vakitleri yerindeymiş yani.
Sadece doktorluğuyla ünlenmiş değildi Behiç Bey…
Önemli bir de siyasi kariyeri varmış önünde. Kavanin Meclisinin en güçlü adaylarındanmış.
Kıbrıs Türklerinin toparlanmaya başladığı o günlerde lider konumunda olan biriymiş.
Her şey dışarıdan fevkalade görünse de kıskançlık girmişti bir kere bu konağa da…
Behiç Bey, uzun bir süreden beri genç ve güzel eşinin arkadaşlık ettiği aileleri beğenmiyormuş. Bu Müslüman kadınların bu kadar rahat davranmamaları gerektiğini ısrarla vurguluyor ve eşinin onlarla görüşmesini yasaklamaya çalışıyormuş.
Zengin ve kimlikli bir aileden gelen eşi ise, ona hata yaptığını, boş yere insanlarla ilgili kötü düşündüğünü anlatmaya çalışıyormuş.
Ama bir kere Doktor beyin yüreğine kıskançlık tohumları serpilmişti işte…
Rivayete göre eşini hamamda gören bazı bayanlar, karnındaki beni dışarıda anlatmışlar, bu da içki masalarına konu olmuş. Dr. Behiç’in yükselişini hazmedemeyenlerin bir komplosu muydu bilinmez ama şehir efsanesine dönüştürülen bu asılsız öyküler, ahlakçı yanıyla ünlü Doktoru deliye çevirmeye yetmiş.
Önce eve gizlice bir silah getirmiş. Eşi ve hizmetçi bulup saklamışlar ama o silahı yeniden ortaya çıkarmış.
Dr. Behiç’in eve geç geldiği bir akşam eşi onu uyarmış. Onun pozisyonunda birinin daha düzenli olması gerektiğini söylemiş ve tartışma böyle başlamış. Doktor karısına sert davranmış, itmiş kakmış…
Bu davranışları içine sindiremeyen Fatma Hanım çarşafını giymiş ve annesinin evine gitmek için sokak kapısına yönelmiş. İşte o anda gözleri kıskançlıktan dönmüş olan eş, belki de içinde bulunduğu çaresizliğin de etkisiyle silahı almış ve 22 yaşındaki gencecik anneyi sırtından vurmuş…
Behiç Bey olaydan sonra gelen polislere teslim olmuş ve uzun süre affedileceğini umut etmiş; ta ki 40 gün sonra, idamından bir gün önce ona idam edileceği bildirilene kadar.
Doktor idama giderken mırıldanıyormuş “Ne idim, ne oldum ve ne olacağım”…
Son sözleri “Günahımı bana bu cinayeti işletenler çeksin” olmuş.
Kıbrıs tarihine en kısa sürede idam edilen mahkûm olarak geçmiş Doktor Behiç.
Fatma Hanım için bütün Lefkoşa ağlamış. Cenazesinde gözyaşları sel olmuş. Vakitsiz ve nedensiz biri 6, diğeri ise 2 yaşında olan iki çocuk hem annesiz, hem de babasız kalmış.
Bu kadın cinayeti, Dr. Behiç’i siyaset sahnesinden silmek için olan bir komplo muydu bilinmez ama Kıbrıs tarihine ‘sosyete cinayeti’ olarak geçmiş ve uzun yıllar belleklerden silinmemiş.
Ve upuzun destanlar yazılmış bu cinayet için.
…
İşret peşine düşmüş hem olmuşdu mubtela
Otuz yaşın geçmiş kullanıyordu hala
Nalet olsun işreti icad edene andan gelir her bela
Kıbrıs’ın her tarafında kazanmıştı büyük şöhret.
Kavanin azalığı almak içün ederdi gayret
Ufak büyük hürmet ederdi hem de fikrine hürmet
İşret bahanesiyle katil oldu gençlerimize olsun ibret.
Dünyada her yıl 5 binden fazla kadın katlediliyor
Dünyada her yıl 5 binden fazla kadın namus adı altında katlediliyor. Ancak kesin sayısını tespit etmek zor.
Toplum içindeki önyargılar, gelenekler ve utanç kadının maruz kaldığı uygulamaları konuşması önünde engel oluşturuyor. Namus cinayetlerinin çoğunluğu, Afganistan, Bangladeş, Mısır, Hindistan, Kürdistan, İran, İsrail, Türkiye, Filistin, Ürdün, Lübnan, Nijerya, Pakistan, Peru gibi ülkelerde yaşanıyor.
Namus cinayetleri, kanayan bir yara. Birçok ülkede kadınlar “namus temizliği” adı altında katlediliyor ve toplum sessiz, yasalar etkisiz kalıyor. Dünya genelinde BM rakamlarına göre her yıl 5 bini aşkın kadın namus cinayetlerinin kurbanı oluyor. Ancak gerçek rakamların daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.
Zira kadınlar gördükleri baskı, katı gelenekler ve utançtan dolayı yaşadıklarını gizlemeyi tercih ediyorlar genelde….
Afganistan, Bangladeş, Mısır, Hindistan, Kürdistan, İran, İsrail, Türkiye, Filistin, Ürdün, Lübnan, Nijerya, Pakistan, Peru ve Brezilya gibi ülkelerde kadınlar genellikle bu tür cinayetlerin kurbanı oluyor. Ancak çoğunlukla Müslüman ülkelerde namus cinayetleri işleniyor. Birçok Müslüman ülke yöneticisi, İslamiyet’te bu tür uygulamaların olmadığını söylese ve kınasa da cinayetler aralıksız sürüyor.
Türkiye: Türkiye'de 2000-2005 yılları arasında 1091 töre cinayeti işlendi. Aynı sürede intihar eden kadın sayısı da 5375 oldu. Bu rakamlar Türkiye'de, her gün 1 kadının töre/namus gerekçesiyle öldürüldüğünü, ayrıca öldürülmekten kurtulmak için kaçan ve ailelerine teslim edilen kadınların da çoğunlukta öldürüldüğünü gösteriyor.
Dünyanın ve Türkiye’nin bozuk olan namus sicili bizde de çok temiz değil. Bu adada iki toplum da; kadınları cinsellik, töre, yasak ve ensest ilişkiler nedeniyle öldürmüş…
Halit Arap Cinayeti…
Bu cinayet başka bir kadının sevgilisi tarafından öldürülmesi olayıdır. Ne yazık ki cinayet olarak değil de destan olarak anılır!.. O günlerde cinayet işleyen, dağlara kaçan adi suçlulara dahi Kıbrıs Türk halkının yataklık etme gibi bir alışkanlığı vardı. Nedeni belki de halkın sömürge yönetimine duyduğu tepkiydi.
Bu cinayetin beni en çok etkileyen yanı da, suçluyu yakalayan polisin, suçlu için ağıt yakması, destan yazması oldu.
Ve aslında burada da mağdur bir kadındır.
“Halit Arap” lakabıyla anılan Halit Mehmet, 1923 yılında, yani cinayetin işlendiği yılda, Sarayönü’nün meşhur kebapçı ve paçacısıymış. O günlerde onsuz bir Sarayönü düşünülemezmiş. 28 yaşında evli ve üç çocuk babasıymış. Güzel giyinen, çevresinde sevilen iyi huylu ve yakışıklı bir adammış. E, o günlerde erkek olur da sevgilisi olmaz mıymış, tabii ki onun da eşinden başka bir de hayat kadını varmış özel yaşamında… Adına gazeller yazılan güzeller güzeli bir kadın…
…
Kendisi çok genç değil parlaktı
Mavi gözlü hem semiz yuvarlaktı
Saçları lapiska, kaşları çatık
Hasılı beyaz hünkarlara layıktı
…
Bir gün gelip de Gülsüm bu ilişkiyi bitirmek isteyince, Halit buna razı gelmemiş. Yalvarmış, ayaklarına kapanmış ama Gülsüm “Çek git evimden” diyerek onu kovmuş. Öfkeli sevgili bıçağını çıkarıp Gülsüm’ün sinesine saplamış. Tam 23 kez... Öylesine hınç ve öfkeyle saplamış ki, darbelerden bir tanesi ile de kendi ayağını da derince yaralamış…
Yaralı haliyle Lefkoşa’nın üç kapısından birinden kaçmayı başarmış. Mesarya ovasına varınca, oradaki köylüler onu kahraman gibi karşılamışlar. Dağlarda mağarada saklamışlar ve yiyecek-su-giysi vermişler.
Bir süre burada saklanan Halit, ayağındaki yara kötüleşince, çaresiz polisi çağırıp teslim olmuş. Köylüler ise son ana kadar onun savaşmasını, teslim olmamasını beklemişler.
Halit Arap da o günlerdeki bütün cinayet suçluları gibi idam edilmiş. Affını hiç istememiş… Çünkü cezasının idam olduğunu biliyormuş.
Halit Arap’ın idamından sonra orada görevli bir polis memuru Halit Arap’ın destanını yazmış.
Dizeler boyunca…
Yazılmakla kalmamış o destan, çoğaltılarak iki tane bakıra satılmış da…
Efendiler hanımlar beğlerim
Destanımdan almanızı dört gözle beklerim
Sevindiriniz (Aynalı) fakiri
Acımayın veriniz iki dane bakırı
Dağaşan Köyü Cinayeti…
Dağaşan eski adı Vreçça bir zamanlar cinayetleri ile meşhurmuş. Çoğu Kıbrıslı bu köyü cinayetler köyü olarak bilirmiş. Trodos dağlarının eteğindeki bu minicik, meyve zengini doğa harikası köyün adı çıkmıştı bir kere.
Aşağıda anlatacağım 17 yaşındaki çoban kız Cemaliye’nin cahilce ve canice işlenen cinayeti de işte bu köyde olmuş…
Bu köyün kan davası cinayetleri meşhur olsa da Cemaliye’ninki bir töre cinayetiymiş.
Hemen savaş sonrasıymış. Şubat 1975. Henüz bütün Türkler kuzeye geçmemişti. 18 yaşlarındaki Cemaliye genellikle gündüz vakitleri dağda ailesinin hayvanlarını otlatmaya gidermiş. Akdeniz ikliminin de etkisiyle erken gelişen bu kız dağda olduğu bir gün köylülerinden birisinden hamile kalmış.
Bekar olan Cemaliye’nin hamile kalması köyde dedikoduları başlatmış. Kızın karnı büyüdükçe dedikodular da büyümüş.
Zavallı Cemaliye davarını otlattığı bir gün önce boğulmuş, sonra da karnı yarılmış.
Ceseti 25 gün sonra çalılarla örtülü halde bulunmuş.
Suçlu kim mi?
Davayı Türk polisi yürüttüğünden ve olay Rum tarafında olduğundan gerekli emareler toparlanamamış ve maalesef zanlı olarak tutuklanan kişi beraat etmiş.
Zavallı Cemaliye bu dünyaya kadın olarak gelmenin bedelini hayatıyla ödemiş.
Birleşmiş Milletler raporları gösteriyor ki; dünyadaki insan ticaretinin yüzde elliden fazlasını kadın ve çocuk ticareti oluşturmaktadır. Kadın ticaretinin de çoğunluğunun dramatik malzemesi, seks ve fuhuş sektöründe çalıştırılan kadınlar!..
Alışmışız vesselam kadını malımız gibi görmeye. İster sever, ister öldürür ve istersek ticaretini yaparız…
Yani çok da kimyamız bozulmamış aslında bu konuda… Her şey dünden bugüne olduğu gibi berdevam!..
Kaynaklar:
1. “Kıbrıs’ta Cinayete Kurban Giden Kadınlar”.---Altay Sayıl
2. “7 Yılda 46 cinayet”---Fayka Arseven