“Katliamı yapanlar hariç, hiçbir Kıbrıslırum’a karşı nefret duymuyorum...”
1974’te EOKA-B’nin Dohni katliamından sağ kurtulan Suat Kafadar, Kıbrıs Haber Ajansı’ndan Ralli Papayeorgiu’ya konuştu:
1974’te EOKA-B’nin Dohni’de gerçekleştirdiği katliamda öldürülen ve iki ayrı toplu mezara gömülen 84 kişiden tek sağ kurtulan Dohnili Suat Kafadar, Kıbrıs Haber Ajansı’ndan Ralli Papayeorgiu’ya konuşarak “Kıbrıslırumlar’a karşı nefret duymuyorum” dedi…
Suat Kafadar pek çok kez medyada duygularını anlatmıştı – Kıbrıs Haber Ajansı’yla ise ilk kez konuşarak hiçbir Kıbrıslırum’a karşı kin gütmediğini ancak bu katliamı yapanlara karşı öfkesinin hiçbir zaman dinmeyeceğini anlattı.
Ralli Papayeorgiu’nun yazısında özetle şöyle denildi:
“Kendisi, 50 yaşındaki babası Hüseyin, 17 yaşındaki kardeşi Şeref, amcası Ahmet ve onun oğlu Aydın, toplam 45 kişi, iki otobüsten birinde yolcuydular. KHA’ya açıkladığına göre, katliamın, Palodia köyü yakınlarında bir yerde yapıldığını sonradan anlamış.
Saklanmak için güvenilir bir yer bulana kadar sekiz gün hiçbir şey yememiş. Kendisi beş kurşun yemişti. Kendisinin de içinde bulunduğu otobüsün yolcularına ne olduğunu ilk önce Muttayaga (Mutluyaka) Kıbrıslıtürk muhtarı, 10 gün sonra da Limasol’da Kıbrıslıtürk lideri Ziya Rızkı Piskobu İngiliz üslerinde öğrenmiş. Suat da daha sonra oraya götürülmüştü.
Onları önce Dohni İlkokulu’na topladılar
Yaşadıklarını KHA’ya anlatan Suat Kafadar, 15 Temmuz 1974’te, Başpiskopos Makarios’a karşı darbe yapıldığında, kendisi ve ailesi Dohni’de bulunuyordu. “Dohnili köylülerimizle ilişkilerimiz iyiydi. Makarios’un düşmesinden sonra, komşu köylerden ΕΟΚΑ-B üyeleri köyümüze gelmeye başladı. Tabii bizim köyden de ΕΟΚΑ-Β üyesi olanlar vardı. 20 Temmuz’da, Türk ordusu Kıbrıs’a çıkarma yaptığında, biz köydeydik. Silahımız ya da başka türlü mühimmatımız yoktu, sadece av tüfeklerimiz, belki bazı küçük silahlar vardı. 20 Temmuz’dan 15 Ağustos’a kadar ateşkes vardı”.
O zaman komşu köyden Kıbrıslırumlar Dohni’ye gittiler ve Kıbrıslıtürklerden ellerindeki her türlü silahı iade etmelerini istediler ve onlar da bunu yaptı. Bu arada, Kıbrıslıtür askerler, hastabakıcılar, öğretmenler gibi belli kişileri toplayarak, Kalavason polis istasyonuna götürerek, Kıbrıslıtürkler’in silahları nerede sakladıklarını söylemeleri için onları döverek eziyet ediyorlardı.
Komşu köylerden ve Dohni’den Kıbrıslırumların ve ΕΟΚΑ-Β üyelerinin, 13 Ağustos’ta 13 yaştan büyük erkekleri köydeki Kıbrıslırum ilkokuluna topladıklarını açıklayan Suat, şimdi ölen iki köylüsünün adını ... ve ... hatırladı (sadece ilk isimlerine değindi) ve onların da okulda olduklarını söyledi.
“Bizi bir odaya oturttular, dışarıda, sakallı, uzun saçlı, ellerinden silahlarla ΕΟΚΑ-Β adamları vardı. Ertesi günü öğlene kadar orada kaldık. O akşam Birleşmiş Milletler köye geldiler. Bu adamlar, köye gelen ve kaçan Birleşmiş Milletler bizi görmesin diye, bize oturup, rahat durmamızı söylediler. Daha sonra Yunanlı bir subay geldi ve hepimiz ayağa kalktık. Adam bize: “Korkmayın, Bugün siz bizim esirimizsiniz, yarın biz esir olabiliriz” dedi ve oradan kaçtı. Köyümüzde ve köyümüzün etrafındaki köylerde, ΕΟΚΑ-B sorumlusu ... (ilk adını söyledi) idi…”
Geçiş Yolları
Ertesi gün, 14 Ağustos’ta, üzerinde KARS yazan, sahibi Kıbrıslıtürk olan bir otobüs, okulun dışına gitti. Bir Kıbrıslırum, onlara, sıraya girerek otobüse binmelerini söyledi. Suat anılarını anlatmaya şöyle devam etti: “Otobüsü doldurduk. Otobüse dört silahlı adam da girdi. Birisi şoförün arkasına oturarak silahı bize çevirdi. Bize. bizi Limasol’a, bir askeri kampa götürdüklerini söylediler”.
Yermosaya barikatında, Kıbrıslırum polisler onları durdurdu. Otobüsteki adamlardan bir tanesi aşağı indi. Kıbrıslırum polisler ona “Bunlar kim?” diye sorunca, alaycı bir şekilde, “Turistler” diye cevap verdi. Barikatları açtılar, geçtik. Bunun bir parola olup olmadığını bilmiyorum. Sanki bu önceden planlanmış gibiydi. Lanitio Lisesi’nin yanındaki yoldan geçtik ve sağa döndük. Biraz sonra Ayia Fila’ya gittiğimizi anladım. Oradan da geçerek dağ yoluna çıktık. İsimlerini bilmediğim başka köylerden de geçtik”.
Belli bir noktada, asfalt yoldan çıkarak toprak bir yola girdiler. 100 metre geçmeden otobüs durdu. Yolcuları indirerek, 100 metre kadar yol yürüttüler. “Yüksekte bir yerdeydik. Doğal duvarla çevrili bir cadde gibiydi. Oradan, çok uzak bir mesafeye kadar çadırlar görünüyordu”.
İnfaz
“Korkmamamızı, yere oturmamızı söylediler, `Bir sigara yakın, yiyecek bir şeyiniz varsa, yiyin` dediler. Onlar, otobüs şoförüyle birlikte önümüzde duruyorlardı. Onun da elinde silah vardı ama onların silahlarından daha faklıydı”. Biraz sonra, onları esir kampları olan bu çadırlara götüreceklerini söylediler. Devamla, gösterdikleri yere, kimliklerini, pasaportlarını ve daha başka belgelerini bırakmalarını söylediler.
“Bu dört kişiden birisi, çadır için battaniye ve gerekli şeyleri getirmeye gideceğini söyledi. Duvardan atladı ve çok geçmeden havada bir kurşun sesi duyuldu. Kurşun sesi duyulur duyulmaz, ellerinde silahlarla geride kalanlar, bizi toplamaya başladılar. 10 dakika boyunca ateş ettiler, silahları boşaltıp, dolduruyorlardı. Kimin ateş ettiğini göremedim. Bizi yarım ay şeklinde oturtarak ateş ettiler. Yüzlerini göremedim. 45 kişiydik. İlk önce neye bakacaktın? Kurşunlara mı, oraya, buraya düşen cesetleri mi? Birisinin kurşun istediğini duydum. Sonra silahlar sustu…”
Suat Kafadar kendisinin de yaralandığını ve çok soğuk hissettiğini söyledi. Yüzünden sıcak bir şey akıyordu ama kendini tutarak nefes almadı. Üzerine düşen şahsın kafasından akan kandı yüzüne akan. “Birisi, ‘Hareket eden varsa kafasından vurun,’ dedi. Öylece kaldım. Nefesimi tutuyordum. Kurşun sesleri duydum. Muhtemelen birilerine ateş etmişlerdi. Başka birisi, “Ölülerin ellerinden saatlerini toplayalım” dedi, diğeri ise, “Bırak, kimse görmeden gidelim” diye cevap verdi. Bu da, belki de bunu yapmaları konusunda onlara talimat verilmediğini gösterir. Birisi, “Gidelim bir şiro getirelim ve onları gömelim” dedi….”
Bir an ağzına kan giren Suat inlemeye başladı. Diğer bir Kıbrıslıtürk, ölmeyen ve yanında bulunan Niyazi Çavuş, Kıbrıslırumların gittiğini söyledi. Kendisi de dönüp baktı ve gerçekten gittiklerini gördü. Niyazi’nin Kayıpları Araştırma Komitesinin kazılarında bulunmadığını söylüyor Suat Kafadar. Yeğeni, üstünden geçerek kaçtı ve kendisine de aynısını yapmayı söyledi. “Nereye gideyim?” Niyazi’ye baktım, göğsü delik-deşikti. Nereye gideyim? Çadırları görüyordum… Her tarafta Kıbrıslırumlar olmalıydı. Ben başka yöne doğru gittim…”
Suat Kafadar, ilk gece katliamın olduğu bölgede bir ağaç üstünde kaldı. “Karıncalar üstüme, yaralarıma çıkıyordu. Bütün gece kaşınıyordum”. Ertesi gün de aç susuz, aynı ağacta kaldı. “Ağustos ayında yiyecek nereden bulabilirdim? Ne yiyecektim?”
İkinci gece yürümeye karar verdi. Uzaktan, yüksek bir kule üzerinde yanıp sönen kırmızı bir ışık gördü. Moni elektrik santrali merkezi olduğunu anladı çünkü inşaatında çalışmıştı. Olayın sekizinci gününde, efkalipto ağaçları olan bir köye vardı ve burasının Muttayaga olduğunu anladı.
Kıbrıslıtürk muhtarın oğlunu tanıyordu. Onu evlerine götürdü, yaralarını sardı, banyo yaptırdı, yemek yedirdi ve bir gece orada uyudu. Ertesi gün, Moni kulesinden düşen ve feci bir şekilde belini inciten bir Kıbrıslıtürke bakmak için Muttayaga’ya giden Kızıl Haç ambulansı ile onu köyden kaçırdılar. Söylediğine göre, bunu, TMT üyesi de olan Muttayaga muhtarı Kıbrıslıtürk doktorlarla birlikte ayarlamıştı.
Suat, Limasol’da, ambulansla iki Kıbrıslırum barikatından geçtiklerini ve daha sonra da, Limasol ve Baf kazasından Kıbrıslıtürklerin toplandığı Piskobu üslerine yönlendiklerini açıkladı. Orada, Limasollu Kıbrıslıtürk şefi Ziya Rızkı’yı bularak olayları anlatacaktı.
Ziya’nın güvenlik adamları, oraya battaniye istemek için gittiğini düşünerek, onunla konuşmasına izin vermediler. Suat Kafadar, sinirlenerek, oradan kaçmaya karar verdi. Uzun bir yürüyüşten sonra, babasının, Limasollu zengin çiftlik sahibi bir arkadaşına rastladı. “Ne yapıyorsun oğlum Suat? İyi, Turan amca. Baban, kardeşlerin? İyi amca. Başka ne var? İyilik, her şey yolunda”.
O zaman Suat, olanları en nihayet birisine anlatması gerektiğini düşündü, artık 10. gündü. “Turan amca, bir katliam oldu. Babam ve kardeşim de şehit oldu”. Turan onu elinden tutarak yine Rızkı’ya gittiler. Onlanları anlatınca, başında ona inanmadılar. Devamla, mevcut iletişim sistemiyle Lefkoşa ve başka bölgelerdeki Kıbrıslıtürkleri bilgilendirdiler ve böylece katliam öğrenilmiş oldu.
Ziya olay yerine ona göstermesini isteyince, korkarak bunu yapmak istemedi. Kendisini güvende hissetmiyordu, ama olayı, olay yerine giden Birleşmiş Milletler’e anlattı.
Ailesiyle yeniden buluşuyor
Dohni’de kalan annesi ve iki kız kardeşi ve Dohnili tüm Kıbrıslıtürkler, haberin yayınlanmasıyla hemen oradan kaldırılarak Vuno’ya (Taşkent) götürüldüler. Kendisi 4,5 ay Piskobu üslerinde kaldı. Helikopterle oradan Dikelya üslerine götürüldü ve oradan da ΤΜΤ üyeleri eşliğinde, 3-4 Kıbrıslıtürk barikatından geçerek Vuno köyüne gitti ve ailesiyle buluştu.
Vuno köyüne vardığında, tüm köylüleri, özellikle kadın ve çocuklar, yanına koşarak yakınlarını görüp görmediklerini sordular. “Aklımda beş kişi kalmıştı. Babam, kardeşim, yeğenim ve yanımda ölü olan iki kişi”.
Vuno köyüne götürüldüğünde ve ailesiyle yeniden buluştuğunda neler düşündüğüyle ilgili bir soruya Suat, bir rahatlama ama aynı anda bir güvensizlik duyduğunu söyledi. “Babam yoktu, kardeşim yoktu, tek başına küçük bir oğlandım”. Köye “dullar köyü” adını takmışlardı…
“Herkesten önce ben çözüm istiyorum”
Kapıların açılmasından sonra Dohni’yi ziyaret edip etmediği sorusuna Suat Kafadar, bir defa eşi ve bazı dostlarıyla birlikte gittiği yanıtı verdi. “Hatta, kapıların açıldığı yıl, şans eseri o gün 20 Temmuz’du” dedi gülümseyerek. “Dohni’de artık evim yok, ne de Kıbrıslıtürk komşularım”. Suat bazı Kıbrıslırum köylülerin de 1974’te köyden ayrılmalarından dolayı kötü hissettiğini söyledi.
Yanımda bulunan Kıbrıslıtürk gazeteci, Kıbrıs sorununa çözüm isteyip istemediğini sordu. “Ben herkesten çok istiyorum. Böyle olayların bir daha yaşanmaması için. Ama ne yazık ki olmuyor. Olacağı da görülmüyor”. Pek çoğu ona Kıbrıslırumlarla neden çözüm istediğini soruyorlar. Suat onlara, “Eğer birisi öldürdüyse, bundan hepsi sorumlu değil” diye cevap veriyor. “Bunu birisi yaptı, neden herkesi kötü olarak göreyim” diyor.
“Sizinle otobüste olan Kıbrıslırumları görseydin, yaptıklarını yapsalardı onlara ne diyecektin?” Sorusuna, “Hiçbir Kıbrıslırum’a karşı nefret duymuyorum. Ama bu katliamı yapanlar için öfkem hiç dinmedi ve dinmeyecek. Onları bilmiyorum, belki de hiç tanımayacağım. Ama birisi bana onları gösterse, belki de boğazlarını sıkarım, bilmiyorum”.
Uzun yıllar, geceleri uyanarak bağırıyordu. Her zaman aynı rüyayı, aynı görüntüleri, aynı yeri görüyordu. Her yıl, 14 Ağustos’ta kendini kötü hisseder ve başında bir kaşıntı duyar.
Suat Kafadar, 1975’te evlendi ve iki oğlan ve bir kız sahibi oldu. Onları, inşaatlarda çalışarak, boyacılık ve daha başka işler yaparak büyüttü. Herkese devlette iş buldular, ama kendisine hayır. Kendisi ne savaş yaralısı ne de savaş kahramanıydı. Yaşadıkları ve sahip olduğu üç çocuk için yardım alabilmesi için 15 yıl bekledi.
(Kıbrıs Haber Ajansı – Ralli Papayeorgiu – 15.6.2017)