“Kayıp” bir annenin izinde… 2
Mehmet Karadal’ın sevgili annesi Ayten İbrahim, Aralık 1963’te onu birkaç saatliğine bir tanıdığına bırakıp evden çıktı, bir daha geri dönemedi…
Mehmet Karadal’ın “kayıp” annesinin öyküsünü anlattığı röportajımızın devamı şöyle:
SORU: Mehmet Karadal, kaç yaşındasın?
MEHMET KARADAL: Ve gittik bu Kıbrıslırum savcıya…
Kabul etti bizi hemen, görüştük.
Adam dedi, “Hayır, olamaz” ve telefonla aradı içeriyi…
“Hayır, derhal vereceksiniz” dedi “çünkü bu çocuk Kıbrıslıdır… Ve annesi ölü, nereden bilsin” dedi, “küçüktü çocuk” dedi. “Nereden bilsin ailesini?” dedi.
“Açacaksınız” dedi, “ne bilirsanız, açacaksınız defterlerinizi…”
Ve açtılar… Ve bulduk orada. Ve annemin Lefkeli olduğunu, annesinin adını da öğrendik.
Ve çıktım dedim ki “Ben araştıracağım…”
Ve araştırdım ve nenemi buldum.
SORU: Neneni görürdün dediydin bana ama bilmezdin nenen olduğunu…
MEHMET KARADAL: Nenemi görürdüm ama bilmezdim nenem olduğunu…
SORU: Adı neydi?
MEHMET KARADAL: Emine Yüzok.
SORU: Nenen nerede otururdu?
MEHMET KARADAL: Lefkoşa’da, Kızılay’ın arkasında… Bilmezdim nenem olduğunu ve ondan sonra tabii gittik, Sadık amca ve esas, ölen bir teyze vardı – Halayık Havva… Allah rahmet eylesin…
O, annemi ve her şeyi bilirdi…
Aldı bizi, götürdü neneme, evine…
SORU: Nenen nasıl karşıladı seni?
MEHMET KARADAL: İlk, kabul etmedi… Kapıyı kapattı, hatta bizi götüren rahmetli Havvaba’ya da birazcık küfretti… “Elin çocuğunu aldın bana getirdin, benim öyle bir kızım yoktur!” dedi.
SORU: Kavgalıydı nenen, annenle…
MEHMET KARADAL: Evet! Kavgalı olduğu için zaten gidip de bildirmedi polise… Çok inattı rahmetli nenem, bildirmedi işte, “Benim bir kızım var, kayıptır” diye…
Bildirmediği için, hiçbir kayıt tutulmadığı için hiçbir belge da ortaya çıkmadı.
Ondan sonra Havvaba’ya gelmiş. Zaten Havvaba’ynan da aynı mahallede otururduk Belediye Evleri’nde…
Geldi, demiş ki “Niye aldın da getirdin be Havva bana? Mahalle bilmez benim kızım olduğunu…”
Çünkü istemezdi, tamamen yani hayatından kızını çıkardı.
“Benim kızım yoktur” derdi.
Kim bilir aralarında ne geçti ki – ondan sonra tabii öğrendim her şeyi…
“Getirdin bana” dedi Havvaba’ya, “mahalle, benim kızım olduğunu bilmez. Aldın getirdin bana işte torunundur diye” dedi.
İlerleyen zamanda nenem yumuşadı ve Havvaba bana dedi, “Gidelim…”
Dedim “Yok” dedim, “ben gitmem öyle bir kadının evine” dedim. Üstelik orada annem için küfretti… Küfrettiğinde ölü anneme, ben yüzüne karşı da lafımı söylediydim…
“Sen kimsin ki ölmüş kadın hakkında böyle konuşun?”
Tabii bana bir şey söylemedi…
Ama Havvaba’ya demiş ki, “Haaa! Benim gibi hazırcevaptır ya!”
Ondan sonra Havvaba dedi, “Gidelim” dedi. “O şeyi oturdu… Zaten” dedi, “acılıdır… Dayın öldü, yenile öldü ve onun da acısını yaşadığı için…”
Ve kabul etti bizi… Tabii ağladı… Ağladı, üzüldü…
Ondan sonra bana geldik ve evimi öğrendi, devamlı artık gidip geldik birbirimize. Böyle annem için, devamlı alıp resmine bakardı.
SORU: Resmini nasıl buldun annenin?
MEHMET KARADAL: Annemin resmini, Londralı, annemi bilen Erbil Bey isminde birisi bana dedi ki “Annenin resmi bende var, ben sana çekip yollayacağım…”
Ve çekti, yolladı annemin resmini bana…
SORU: O resmi gördüğünde ne hissettin?
MEHMET KARADAL: Esasında beni diğer taraf büyüttüğü için ama gene da o resmi aldım, gittim camlattım… Her gören, “Kimdir?” derdi, “Annemdir” deyince, “E benzen” derlerdi… Yani yüz, hep anneyim… Tıpkı benzer… “Evet” dedim, “benzerim…”
Öyle pek şok da yaşamadım çünkü yeni doğmuş bir insan, görmedi, etmedi… Belki da hissettim da ben o hissiyatı alamadım, bilemem…
SORU: Teyzeni buldun dediydin…
MEHMET KARADAL: Evet, adı Siddiga…
Ondan sonra tabii, nenemle ahbap olduktan sonra… Ama Havvaba dedi “Senin teyzen var, geldi buraya… Burada yaşar, yerleşti Londra’dan gelip” dedi.
“Uuu?” dedim.
Ve komşuları, nenemin komşuları hemen açtılar telefon teyzeme.
Siddiga’ya dediler, “Siddiga, yeğeninin çocuğu bulundu! Ayten’in oğlu çıktı ortaya!”
“Hade yahu!”
“Eveet!”
Ve aradı benim numaramı, neneme bırakmıştım ben numaramı… Komşusu aldı nenemden numaramı, verdi teyzeme, teyzem beni aradı. Ve davet etti bizi evine, Ozanköy’e…
Sadık amca, ben ve nenem gittik.
Bak, nenemde, annemin resminde o kadar duygulanmadım ama teyzemi görünce duygulandım… Bambaşka oldum…
SORU: Benzer miydi o da?
MEHMET KARADAL: Evet, anneme benzerdi…
Dört kişi gittik ve Sadık amca önde çıktı, biz daha merdivenleri çıkmadan Sadık amca dedi kendine, “Hangisidir?” dedi, “Aha odur” dedi. “Çünkü annesinin aynı yüzü, odur” dedi.
Gittik işte, kucaklaştık.
Ve bana dedi, “Tıpkı annene benzen….”
Çünkü annemle çok samimiydi genç kızlıklarında.
Ve en çok o ikisi anlaşırmıştı yeğen olarak.
Zaten aile otururlardı…
Ve ondan da bilgiler aldım işte.
Bana dedi, “Asıl teyzen var Londra’da… Ama nenen onu da istemedi…”
Hatta nenem öldükten sonra açmış kendine telefon ve demiş “Annen öldü…”
“E napayım?” demiş, “Bana annelik mi yaptı ki?”
Onun adını bilmiyorum, hala daha da tanışmadık. Telefonda dahi tanışmadık. Bana selam yollar ama…
Siddiga, anneminan yeğendir, ben ona teyze derim… Annemle birinci yeğendir Siddiga çünkü iki kızkardeş evladıdırlar…
Benim nenemle teyze dediğim Siddiga’nın annesi kızkardeşti.
Siddiga’ya “Teyze” derim, çok tatlı, çok sevecen, hala daha görüşürüz. Zaten bir tek onunla görüşürüm.
Ondan sonra “Teyze” dediğim bu Siddiga Teyzem, beni birçok aile mensubuyla tanıştırdı. Güzelyurt’ta tanıştırdı mesela.
Güzelyurt’ta ne tesadüf, otobüs beklerken yeğenimin kapısında dururdum, derdi ki “Sana sandalye vereyim, oturun…”
Sohbet ederdik ayaküstü, yeğen olduğumuzu bilmezdik.
Tıpkı nenem gibi… Nenemi yolda görürdüm, nenem olduğu yüz sene düşünsem aklıma gelmezdi nenemdir diye.
Bir şeyler işte yaşadık.
SORU: Dedin ki bana Ertan Ersan’a gittin, Şehit Aileleri ve Malul Gaziler Derneği’ne… Karıştırdılar, hiçbir kayıt bulamadılar. Sana dedi ki, “Git sen bul, getir bana da işini yapayım…”
Bunu da birazcık anlatabilir min acaba?
MEHMET KARADAL: Sadık amca dedi ki “Gel, gidelim Şehit Aileleri Derneği’ne, belki” dedi bana, “orada bir kayıt bulunur…”
Ona uymadı, ben gittim. Hatta iki kez gittim.
Dedi bana “Bilgi toplarsan… Annen” dedi, “belki başka lakap kullanırdı, belki da kayıtlarda o lakapla var…”
İşte gittiğimde sordum, ilk ilgilendiler, sağolsunlar.
Bütün defterlere baktı, etti… Bulamadı.
Resimler gösterdi, bulamadı…
“Tanır mın?” dedi, “bak resimlere…”
Elimdeki resmi da götürdüm…
Yoktu…
“Demek ki” dedi bana, “kayıt yok… Ama” dedi bana, “sen Sevgül’e git” dedi bana… “Sevgül Hanım bu işlernan uğraşır, git bir onunla konuş… Bilgi toplarsan da bir neticeye ulaşın, gel” dedi bana “yanıma…”
Dedim, “Tamam…”
Ama deyince bana, “İşte belki başka bir lakap kullanırdı,”
“Ben ne bileyim…” dedim.
“E çünkü o zaman” dedi bana “belki TMT’yla ilgilidir. Çünkü o zaman o yannı geçenlerin çoğu” dedi, “sahte isimle geçerdi, bilgi toplamak için zaten çoğu… Belki da öyle bir şeydir…”
E ben dedim, “Onu siz bulacaksınız, ben nasıl gideyim da bulayım?”
Ve böyle kaldı, bir daha da gitmedim yani…
SORU: Ondan sonra burada konuştuyduk seninle ve aradıydık Cemaliye hanımı… Cemaliye Hocaoğlu çünkü 1963’te Leymosun’da hastanede çalışırdı… Cemaliye hanımın bir defteri vardı, ölenlerin kaydı vardı o defterde, hastanede olanların, hastanede ölenlerin kaydı vardı o defterde. Ondaydı bu defter… Ama Cemaliye hanımın maalesef ruhi durumu çok iyi değildi, belleği gider gelirdi…
MEHMET KARADAL: Cemaliye ablanın birebir telefon numarasını öğrendim… Buldum… Ve aradım.
Bana dedi ilk, “Hatırlayamadım” dedi.
DEVAM EDECEK