Kayıp bir ülkenin ilanı!
Bir mahkeme ilanı yüzleştiğimiz tehlikeyi, hakikati ve yozlaşmayı yüzümüze çarpıyor yeniden…
Ada yarısının nasıl atıl kaldığını, eğreti hayatlarımızı, nüfus siyasetinin lakaytlığını, insanın değersizliğini, başıboşluğu ve sahipsizliği iliklerimize kadar hissediyoruz.
İnsan yoruluyor anlatmaktan, her daim...
Nereyi tutsanız elinizde kalıyor, nereye baksanız gözünüze batıyor.
***
Chukwuebuka Nwokeke.
Ülkeye öğrenci olarak gelmiş.
Mağusa’da bir üniversiteye kayıt yapmış.
“Öğrenci” sözcüğünün çağrışımı uçsuz bucaksız, aklımıza sadece okul, bilim, ders, diploma gelmiyor; onlarca farklı şüphe, kaygı, senaryo canlanıyor.
***
Ülkeye öğrenci olarak gelmiş.
Önce “Öğrenci Ehliyeti” vermişler, sonra “D Sınıfı Ehliyet.”
Ehliyeti aldığı tarihten 6 ay sonra 100 puanı doldurmuş ve ehliyetini iptal etmişler.
Ne olmuş?
Tahmin edebilirsiniz!
Yine de araç kullanmaya devam etmiş bu kontrolsüz ülkede…
Ehliyetsiz!
Üç arkadaşını almış, Mağusa’da gezintiye çıkmış, gece geç saatlerde, muhtemelen kafası da iyi, önünde çöp toplayan kamyonu görmemiş, çarpmış ve bir belediye emekçisini ezmiş.
Belediye işçisi beyin travması geçirmiş, onlarca operasyon…
Öğrenci kayıp!
Kaçmış.
Bulunamamış halen…
Ehliyeti de yok ya…
O nedenle ağır yaralanan belediye işçisine tazminat ödenmiyor.
O durumda “Zorunlu Sigortalar Garanti Fonu” giriyor devreye…
Bu fon ortak vergilerimizden oluşuyor.
Öğrencinin parasını bir tamam alan ve kaydını yapan üniversiteyi kimse sorgulamıyor tabii!
Mahkeme ilanına göre bu rakam 1 milyon 800 bin TL olarak görülüyor.
İşçinin yaşadığı onca zulme mi üzülelim.
Sokaklara çıkmaya korktuğumuz acı gerçekliğe mi?
Yoksa…
Bir rezil düzende, öğrenci kılıklı birinin sebep olduğu hasarı hep birlikte ödemek zorunda kaldığımıza mı yanalım…
Fon, bu parayı geri almak için dava açıyor şimdi…
"Davalı ispatı vücut kaydı için tayin kılınan müddetin son gününden itibaren on dört gün zarfında müdafaasını vermekte kusur ederse ihbar verilmeksizin aleyhinde hüküm kaydı" yapılabilecekmiş.
Öyle öyle!
Bir de okuyacak da anlayacak sizi…
Nüfusun böylesine kontrolsüz aktığı, öğrenciliğin bu kadar sıradanlaştığı, ehliyet almanın basitleştiği, hayatın böylesine ucuzladığı bu eğreti devlette dünyayla aramızdaki mesafe açılıyor giderek.
Geceleri gönül rahatlığıyla sokağa çıkma özgürlüğümüzü yitirdiğimiz bir süreçte bizi nutuklarla, marşlarla, bayraklarla avutuyorlar.
İnsanlığımızı yitiyoruz her gün biraz daha…
Dört kadın, bir eş ve nüfus!
Toplumcu Demokrasi Partisi Başkanı, Avukat Mine Atlı bir anısını anlatıyor.
Bir köyde siyasi çalışma yapmaya gitmiş.
Kadınlarla buluşmuş ve partisinin siyasi görüşünü, hedeflerini, yol haritasını izah etmeye başlamış…
“Dört kadın kendi evlerinden örnek veriyor.
Hayatlarını, zorluklarını, dertlerini anlatıyor.
Dinledikçe fark ediyorum ki bu dört kadın da aynı adamdan, tek bir eşten söz ediyor.
Aynı evde…
Bir adamın dört eşi…”
***
Bunun çok yaygın olmadığını söylüyorum, “Herhalde bir istisna, size denk geldi” diyorum.
“Tahmin ettiğinden çok daha fazla” diyor Mine Atlı.
Kanal Sim’deki “Masa”da hem şaşkınlık içinde hem de ürpererek, göz göze geliyoruz Aysu’yla…
***
Nüfusun kendisi de yapısı da çok değişti.
Şimdi daha da değişiyor.
Uluslararası toplumdan ve hukuktan uzak bir halde, tam bir arkada bahçede, kayıt dışılık içerisinde bu durumu yönetmek mümkün değil…
Hele hele irade yokken…
***
“Hakikat bu” diyor Mine Atlı ve siyasi partilerin, yeni nüfus yapısına göre kendini konumlaması, düzenlemesi, örgütlenmesi gereğinin de altını çiziyor.
Gerçeği kabullenmekte zorlanıyor insan…
Bütçe tartışmalarını takip etmek mümkün değil!
Bütçe görüşmeleri sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyor ve kimse takip edemiyor… Gece yarısı değil… Ötesi… Sabah ezanına dek… Özellikle muhalif vekiller çok ciddi iddialar ortaya koyuyor, hükümeti sorguluyor, yalanlar deşifre ediliyor. Ama öyle bir süreç var ki tüm bu tartışmalar toplumdan uzak yapılıyor… Bir hafta içine sıkıştırılmış ve insani saatlerden uzak tartışmalar…
Sağlıktan eğitime ekonomiden tarıma gençlikten spora hemen her başlık tartışılıyor. Tüm bu tartışmalar topluma ulaşmıyorsa ne işe yarıyor? Bu biçim değişmeli…
Toplumun ortak yarattığı kaynakla neler yapılıp neler yapılmadığını öğrenmek için tam da fırsat aslında… Bütçe tartışmaları “kimseler duymasın” üzerine planlanmış gibi… Milyonlar onaylanıyor ama nasıl bir hizmet üretilmiş bilmiyoruz. Eksiği, aksağı, haklıyı, haksızı anlamıyoruz. Paranın hesabı var, üretimin yok… Performansı ölçmek ayıpmış gibi…
Kamu hastanelerinde bir hekim kaç poliklinik yapıyor, kaç ameliyat; bir müfettiş günde kaç inşaat denetliyor ya da kaç öğrenciye kaç öğretmen düşüyor, ne kadar okula ihtiyacımız var… Karayolları bütçesinin ne kadarı asfalta ne kadarı o asfaltı dökmek için para alan işçiye gidiyor bilmiyoruz. Maliye’nin kasasında para var ama altyapıya harcanmıyor. Yatırım yok ve bunun sebeplerini konuşamıyoruz.
Bütçe tartışmaları ülkenin aynası aslında… Israrla ve inatla hepimize “muhtaç” olduğumuz dayatılıyor… Öyle öğretiliyor ki “kendi ayaklarımız üzerinde duramayız.”
Bütçe rakamları böyle söylemiyor hâlbuki…