“Kayıp” Davlos Papazı Papahrisostomos Hristofi’nin cenaze töreninden notlar…
Okurlarımızın çok değerli yardımları ve ısrarları sonucunda kalıntıları Livadya’da bir kuyuda bulunan Davlos papazı Papahrisostomos Hristofi, eşi Maria’nın Parisinos’taki mezarına defnedildi…
13 Ocak 2018 Cumartesi sabahı, değerli arkadaşım Hristina Pavlu Solomi Patça’yla birlikte Strovulo’da bir kilisede “ölüm”ü karşılamaya gidiyoruz… Ölüm, küçük bir tabutta yatıyor, toplanmamızı bekliyor… Ve biz de o küçük tabutu görebileceğimiz bir yerde toparlanıyoruz, Papahrisostomos Hristofi’nin cenaze töreninin başlamasını bekliyoruz…
Bu sayfaları takip edenler, Papahrisostomos Hristofi’nin yıllardır sözünü ettiğimiz “Davlos papazı” olduğunu anlayacaklardır…
Ölüm, kilisenin tahta oymalarına sinmiş, bize tepeden bakan tavandaki resimlerde ölüm, Davlos Papazı’nın tabutunun yanında yanan tütsülerle kilisedeki havayı dolduruyor ve hemen herkesin bugün giymekte olduğu siyah renge gizleniyor ölüm… Tüm yaşamım boyunca siyah renk giyemedim, kaç kez denediysem bunu başaramadım. Çünkü siyah renk bana ölümü hatırlatıyordu, ışığı öylesine bir emiyordu ki siyah renk, sanki ışık hiç var olamazmış gibi bir ortam yaratıyordu… Sanki da hayata karşı bir çığlıktı bu siyah renkler…
Davlos papazının ailesinden hayatta kalan tek kişi oğlu Hristakis Hristofi, sevgili eşi Maria’yla birlikte kilisede onlara başsağlığı dilemeye gelenlerle konuşuyorlar… Davlos papazının eşi, Hristakis’in annesi Maria yıllar önce vefat etmiş ve bugünü görememiş – kocasının akibetini öğrenemeden göçüp gitmiş buralardan… Ama bugün sevgili eşiyle aynı mezarda buluşacak çünkü Davlos Papazı, Parisinos’taki sevgili Maria’nın mezarına gömülecek – aynı mezarda yatacaklar ve sonsuza kadar orada birlikte olacaklar…
Maria ve Papahrisostomos’un hayatta olan tek bir çocukları var – bir çocukları daha varmış ama o küçük yaşta vefat etmiş… Şimdi hayatta olan Hristakis Hristofi, tek evlatları… Babasının “kayıp” edilmesinden sonra yaşamış olduğu üzüntüleri, bunca yıldır babasının akibetini canla başla araştırırken içinde kopan fırtınaları düşünemiyorum bile… Bu topraklarda “gerçeğe” ulaşmak çok zordur, çok enderdir çünkü “gerçek” çoğu zaman ölümle alakalıdır… İşte bu nedenle yüzeyin altında neler gizlendiğini, neyin gerçek, neyin yalan olduğunu bulmak çok zordur… Ancak bir kez daha bunu, çok değerli okurlarımın ısrarları ve inatçı çabalarıyla başardık ve Davlos papazının gizlenmiş gömü yerini bulduk: Livadya’da (Sazlıköy) bir kuyuya gömülmüştü, iki diğer “kayıp” şahısla birlikte…
Bugün ona veda etmeye geldik, bir kez daha “ölüm”le karşılaşmaya geldik, ondan sonra da bu topraklarda insanlık onuruyla varolma mücadelemize kaldığımız noktadan devam edeceğiz… Hayatı gözyaşlarıyla, düşkırıklıklarıyla, bazen öfkeyle kucaklayacağız ancak bunlarla başa çıkma yöntemini bulacağız, her defasında yeni bir yarayla, yeni bir izle, ölümün hep orada olduğunu bilerek yolumuza devam edeceğiz, ölümle ne zaman, nerede, nasıl karşılaşacağımızı bilmeksizin, onunla yeniden karşılaşacağımızı bilerek yürümeye devam edeceğiz çünkü ölüm, yaşamın çok büyük bir parçası…
Hristakis Hristofi cenaze töreninde kilisede konuşuyor… Onu dinliyoruz… Ardından arkadaşım Hristina’yla birlikte Cineplex yakınındaki mezarlığa gidiyoruz, Davlos papazı sevgili eşi Maria’nın mezarına defnediliyor. Hristakis ve Maria, babalarının mezarına koymak üzere nergis getirmişler, ben de bir çelenk getirdim, o da mezarına konuyor Davlos Papazı’nın – Yalusa’dan, Akatu’dan, Davlos’tan insanlar, göçmen insanlar burada – kimisi hiç tanımadığım okurlarım, Patriçi’den bir okurum sesleniyor bana, ayaküstü konuşuyoruz, “Her hafta yazılarını okuyorum” diyor… Hepimizin çiçekleri, çelenkleri mezarı kaplıyor…
Ardından mezarlığın karşısındaki bir kafeye gidiyoruz, burada gelenek olduğu üzere, mezarlıktan sonra cenaze törenine katılanlara kahve ikram ediliyor…
Yeni insanlar tanıyorum, yeni okurlar… Ölüm, yavaş yavaş uzaklaşıyor, hayat gene bütün renkleri ve çelişkileri ve sürprizleriyle bizi kucaklamaya başlıyor…
Davlos Papazı Papahrisostomos Hristofi’nin Livadya’daki gömü yerinin bulunmasında emeği geçen, bu kuyunun kazılmasında ısrar eden ve bu alanın yıllarca takibini yaparak sürekli beni bilgilendiren, Kayıplar Komitesi’nin zaman zaman burada yürüttüğü kazıları takip ederek oradan ayrıldıklarında geri dönmeleri için ısrar eden çok değerli okurlarıma bu sayfalardan bir kez daha teşekkür ediyorum… Onlar sayesinde artık Hristakis Hristofi, sevgili babacığına kavuştu, onu kendi dinsel ritüelleri uyarınca alıp annesinin mezarına defnetti… Belki bu da onun azıcık huzur bulmasına yardımcı olacak… Onun ve ailesinin acısını paylaşıyorum…
BASINDAN GÜNCEL…
“Kıbrıs’ta emek, sol ve çalışanların kardeşliği mücadelesinde iki yılmaz savaşçı; Yılper İşçioğlu ve Hasan Raif…”
Ulus IRKAD
Geçen hafta kaybettiğimiz iki değerli, insandı Yılper İşçioğlu ve Hasan Raif… Yılper Bey’i 1984 yılında Monarga Boğazı’nda tanımıştım. O zaman da inanmış bir sosyalistti; öleceği güne kadar da inanmış bir sosyalist olarak kaldı. Kendisiyle daha fazla 1990’lı yıllardan sonra, daha sık görüşüp, konuşup tartışmaya başlamıştık. Devamlı okuyan ve yeni çıkan kitapları hemen alıp kütüphanesine koyan bir aydındı aynı zamanda. Dolayısıyla benimle tartışıp konuşmamız için konuları hazırdı. Anlattığına göre 1974 öncesi, 1969 yılına kadar, Rum Bölgelerinde çalışmış, PEO üyeliği yapmış ve 1969 yılında Sovyetlerin bir burs vermesiyle, Sovyetlere iş makinaları üzerinde öğrenim görmek için gitmişti. Yılper Bey, belli ki Sovyetlerde sadece eğitim görmemiş, orada bayağı okuyarak, deneyim kazanarak, kendisini işçi sınıfı bilimi üzerinde de eğitmişti. Anlattığına göre, gene 1974 öncesi, CTP’nin kuruluşu sırasında da görev almış ve partinin kurulmasında da emeği geçmişti. 1974 sonrasında Sanayi Holding’te çalışmaya başlayan Yılper Bey, Holding’te Dev-İş’in örgütlenmesinde bayağı emek göstermiş ve hemen hemen kısa zamanda tümüyle işçilerin örgütlenmesine yardımcı olmuştu. Sanayi Holding’in altın çağını yaşadığı zamanlarda, bu nitelikli işçi katmanlarıyla, Holding üretim verir bir duruma da gelmişti. O dönemlerde gerek sünger üretimi, gerek plastik ve de soba ve kalorifer üretimleri, Sanayi Holding’te had safhaya çıkmış, Sanayi Holding Türkiye ve civar Arap ülkelerine bile ihracat yapar duruma gelmişti.
1980 Darbesi sonrası, ANAP hükümetleri sırasında, Türkiye’nin yavaş yavaş ekonomiye el atması ve Kuzey Kıbrıs’ı üretimden koparma paketleriyle, Sanayi Holding yavaş yavaş gücünden kaybetmeye başlamış ve 1983 sonrasında artık Sanayi Holding fabrikaları kapanmaya, işçilere de yol göstermeye başlanılmıştı. Belli ki her şey bilinçli bir şekilde, Kıbrıslıtürkler, dinamizm ve nüfus kaybederken, üretimden de koparılmaya başlamışlardı. Bu dönemde mevcut rejim, ekonomik faydaları düşünmeden, tanınmayacağı biline biline, bir ayrı cumhuriyet ilanına gitmiş ve bu elbette toplumun üretimine de, ihracatına da darbe vurmuştu. Yönetici egemen kesim bu durumu hiç kaale almamıştı. Üretimi olmayan bir toplum elbette artık yokolmaya başlar. Bu durumlar olurken, siyasal ve ideolojik yapılanmalar da değişmeye başladı. Yılper Bey, kurduğu ve emek verdiği partide de yalpalamalar ve fireler görmeye başladı. İdeolojik olarak parti, başından Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bağlı kalmaya karar vermişken, yavaş yavaş artık Türkleştirme politikalarına uygun olarak da, yalpalamalarla sağcılaşmaya başlamıştı. Gorbaçov sonrası, SSCB’de Sosyalizmden uzak politikalar, hemen CTP tarafından taraf bulurken, Parti daha sonra renk değiştirecek ve artık emekten yana politikaları terk etmeye doğru hız alacaktı. Brejnev Dönemi’nden itibaren, SSCB de geriye gidişi iyi gözlemleyen Yılper Bey, aslında Stalin Dönemlerinde de, 1926 sonrasında, bürokrasinin etkin olmaya başladığını, entellektüel devrimci birikimi ile görmekteydi. Hatta “Tek Ülkede Sosyalizm” sorununu da kafasında soruşturmakta ve yanıtlar da bulmaktaydı. Tüm dünyada birden sosyalizm olmazsa, tek ülkede sosyalizm ona göre de sorunlar getiriyordu ve bunu SSCB’de gözlemlemişti. Bu arada CTP içinde 1997 yılına doğru Özker Özgür’e karşı da kampanyalar başlamıştı. Nitekim 1990’lı yılların sonlarına doğru Özker Özgür ve onun siyasetine inananlar da partiden atılacaklardı. Ayrı bir parti, sonra YKP ile bir birliktelik ve sonra gene ayrılma… Ama Yılper Bey bu ayrılmada YKP içinde kalacaktı. Partinin siyaseti ona daha yakın gelecekti. Bu dönemden sonra, Yılper Bey’le gerek parti toplantılarında, gerekse bu arada başlayan iki toplumlu toplantılarda, bir araya gelecek ve konuşma ortamları ve tartışmak için fırsatlar da bulacaktık. O dönemlerde Pile’de de Kıbrıslırum arkadaşlarla bir araya gelecek ve tartışma ortamlarında son gelişmeleri, solun durumunu Yılper beyle çok tartışacaktık. Kıbrıslırum arkadaşlar ona “Yuri” demekteydiler. O zamanlar daha aramızda olan ve daha sonra 2010 yılında ölen arkadaşımız Michael Kirliçça da bu konuşmalarda ve tartışmalarda yer alacaktı. Yılper Bey, devamlı okuyan ve kendini geliştiren bir insan olduğu için, entellektüel olarak da dolu doluydu. Kıbrıslırum arkadaşlar Rusça bilmedikleri için onlarla hem Rumca hem de İngilizce olarak da konuşmaktaydı. Üç dile de hakimdi. SSCB’de gördükleri, dünyada yaşayıp gördükleri de, onun için büyük deneyim olmuştu. O yıllarda, 2003 öncesi Pile’ye gitmek, orada Kıbrıslırum arkadaşlarla toplanmak gerçekten Kuzey’deki yönetimde rahatsızlıklar yaratmakta ve rejim bizi bayağı rahatsız da etmekteydi. Yılper Bey bunları yaşadığımız zamanlarda da devamlı yanımızdaydı. Son on senedir Türkiye’de, çocuklarının yanında yaşamaya başlamıştı Yılper Bey. Bu yüzden ölüm haberini alana kadar sadece ölmeden bir hafta önce Facebook’ta haberleşmiştik.
2000’li yıllarda iki toplumlu görüşmeler ve gerek Ledra Palace gerekse Pile’de birçok aktivite, eylem ve sempozyum veya kültürel, sosyal etkinliklere katılmaktaydım. Baskıcı totaliter rejimimiz de bu girişimlerimden o kadar rahatsız olacak ki, benim sahte bir senaryo ile mahkemelerde ağır cezada yargılanmama karar vermişti. 15 yıl hapsim istenmekteydi ve getirdikleri suç da kardeşime ait kasetin güya vergisi ödenmemiş 1 TL’si için cezalandırılmamdı. Bazen her gün, bazen de haftada birkaç defa Lefkoşa’ya ağır cezaya gitmek mecburiyetinde kalmaktaydım. Bu arada yurt dışına gitmem de yasaklanmıştı. Yurt dışına gitmek için Sivil Savunma ve Dışişleri Bakanlığı’ndan izin almam gerekmekteydi. İzin alma girişimlerim devamlı kabul edilmemekte, müracaat için gittiğimde de alayımsı gülüşlerle karşılaşmaktaydım. Birkaç defa bu yüzden uluslararası konferanslara ve sempozyumlara katılmam yasaklanmıştı. 2000 yılında Pile’de, AB’nin düzenlediği bir yuvarlak masa toplantısında sosyal bilgiler kitaplarının değişmesi için öneride bulunmuş ve sunum da yapmıştım. Derhal aleyhime soruşturma açılmıştı. Yurtdışına gidemiyordum. Bu arada Türkiye’de “Aydınlık” Dergisi (Perinçek) aleyhimde yayınlar yapmakta, ondan iktibas yapan Kıbrıs’taki aşırı sağ-milliyetçi gazete “Volkan” adlı gazete de bana saldırmaktaydı. Bu sırada İngiltere’de bir panel düzenlenmiş ve tekrar sunum yapmaya çağrılmıştım. Aileden bir hastalık olayını bahane gösterek çıkacaktım ki, Aydınlık tekrar aleyhimde yayınlarına başlamıştı. Bu yüzden benimle gelecek bir arkadaş vazgeçti ama ben gitmeye karar vermiştim. Şubat ayının ikinci haftasıydı ve bu ziyareti gerçekleştirdim. Gereken oturumlara katıldım ve sunumlarımı da yaptım. O sıralarda İngiltere Dışişleri Bakanı Sayın Hannay panele katılanları Parlamento’da bir oturuma davet etmişti. “İnşallah birileri duymaz, yoksa eğer bu resmi oturuma katıldığım ortaya çıkarsa Kuzey’de tekrar soruşturmaya uğrayabilirim” diyordum. Bir baktım, Hannay’in yanında İngiltere’ye daha önceki yaptığım ziyaretlerden birinde tanıştığım, kardeşim Hamza’nın tanıdığı ve arkadaşı Hasan Raif oradaydı. Bir aralık ona yaklaşarak bu toplantıyı resmi basına duyurmamasını rica ettim. Bana merak etmememi söyledi. Öyle de oldu. Hasan Raif’le bir daha hiç karşılaşmadım. Ama bu anı da ölüm haberini alınca hemen aklıma geldi. Gerçekten geçen hafta Kıbrıslıtürk halkının iki yılmaz savaşçısını kaybettik.
Yılper Bey de Hasan Raif de hep aydınlıklar içinde kalsınlar diyorum. Anıları Kıbrıs’taki çözüm, birleşme, barış, emek ve sol mücadelesinde hiç unutulmayacaktır. Yıldızlar onlara hep yoldaş olsun…
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 7.1.2018)