“Kayıp” dedesini arayan torun… 2
Fransa’da doğup büyüyen Dylan Cavit, 1 Ocak 1964’te Lefkoşa’dan Leymosun’a giderken “kayıp” edilen dedesi Cavit Sadık’ı arıyor… Babası Mehmet Cavit’i iki yıl önce kaybeden Dylan Cavit, şimdi Kıbrıs’ta yaşıyor…
Dylan Cavit'le "kayıp"dedesi Cavit Sadık'la ilgili röportajamızın devamı şöyle:
SORU: Nenenizin adı neydi?
DYLAN CAVİT: Zekiye’ydi… Zekiye Cavit… Caviter diye soyadı aldı sonradan, soyadı seçmek gerekince…
SORU: Dedeniz Cavit Sadık “kayıp” edilmişti… Babanız Mehmet Cavit hiç bundan bahseder miydi size? Ailenin nasıl etkilendiğinden…
DYLAN CAVİT: Bunları çok sonraları, büyüyünce anlamaya başlamıştım… Babam bizi düzenli olarak Kıbrıs’a getirirdi. Annem ve küçük kardeşimle birlikte, ailece Kıbrıs’a gelirdik, babam, ben…
Her iki yılda bir, mutlaka gelirdik. Bunlar benim için fantastik deneyimlerdi ama aynı zamanda çok duygusal anlardı bunlar…
Babam, annesini görünce ağlardı mesela…
SORU: Leymosun’da mıydı neneniz?
DYLAN CAVİT: Ben onu tanıdığımda Girne’de yaşıyordu. 1974 sonrası Leymosunlu Kıbrıslıtürkler, Girne’ye yerleştirilmişti çünkü…
Leymosunlu’ydu ama…
BURCU TOKER CAVİT: Leymosunlu’ydular… Zekiye nenenin annesi de Leymosunlular tarafından çok iyi tanınan birisiydi – çünkü okulda çalışır, çocuklara bakardı… Sanırım belli bir yaştan her bir çocuk, tanırdı onu… Şöhret Hanım’dı adı… Zekiye Cavit ise terziydi. Tanınmış bir terziydi, hatta öğrencileri vardı, onlara dikiş dikmeyi öğretirdi… Pek çok İngiliz müşterisi vardı Zekiye Hanım’ın… Çünkü ünlü bir terziydi Leymosun’da…
DYLAN CAVİT: Zekiye nenem, mesleğiyle gurur duyardı – Kraliyet ailesinden birisine bir gelinlik dikmişti ve onun fotoğrafı vardı kendisinde, bundan çok büyük gurur duyardı…
BURCU TOKER CAVİT: İzzet amcanın anlattığına göre, Leymosun’da limana yakın bir yerde Cavit Sadık dedenin bir kahvehanesi vardı. Önceleri bu kahvehanede çalışırdı Cavit Sadık… Çok çalışarak bu kahvehaneyi satın almış, kahvehane kendisinin olmuştu… Sonra bu kahvehaneyi terzi atölyesine dönüştürmüşlerdi. Ve sonra da Cavit Sadık bir başka küçük dükkan açarak, bir şeyler satmaya başlamıştı. “Kayıp” edilinceye kadar da bu işi yapıyordu… Sanırım bu dükkan da Piskobu’daydı… Terzi atölyesi, Zekiye Hanım’ın atölyesiydi… İzzet amca bize böyle anlattı…
DYLAN CAVİT: Bu söyleyeceklerimden çok emin değilim, gazeteci olarak araştırabilirsiniz bunu… Babam söylediydi bu söyleyeceklerimi…
Babamın anlattığına göre Leymosun’daki evlerinde yaşarken, çocukların girmesi yasak olan bir oda varmış evde… Bir keresinde girip baktıklarında, bu odada silahlar olduğunu görmüşler.
SORU: Dedeniz Cavit Sadık, herhalde TMT’deydi… Ve belki ona saklaması için silah vermişti “Teşkilat”… Eğer bunu Kıbrıslırumlar öğrenmişseydi, belki de mimlemişlerdi dedenizi… Çünkü genellikle bilirlerdi kimin ne yaptığını Kıbrıslırumlar…
DYLAN CAVİT: Bilmiyorum… Bir olay daha var, ben küçükken yaşadığımız… Çok küçüktüm, yine Kıbrıs’ta tatildeydik… Ya yedi yaşlarındaydım veya dokuz yaşlarındaydım… Küçük bir otelde kalıyorduk Girne’de ve bir gece Zekiye nenemizi görmeye gitmiştik. Ama ona gitmeden önce, yaşlı bir adamı ziyarete gitmiştik. Bu yaşlı adamla görüşüp oradan ayrıldığımızda, arabada babamın ağladığını görmüştüm… Daha sonra annem bana o yaşlı adamın emekli bir yargıç olduğunu, babama babasının bir “hain” olduğunu söylediğini anlatmıştı. Bilmiyorum…
SORU: O dönemlerde herkese “hainlik” damgası basıyorlardı… Hoşlanmadıkları insanlara “hain” diyorlardı… Mesela ben 4-5 yaşlarındayken babamın bir arkadaşının babama bir şeyler anlatıp ağladığını hatırlarım. Adam o zamanlar Türk Hava Yolları’nın tek acentesiydi Kıbrıs’ta – 1963 öncesiydi sanırım… O zamanlar Kıbrıs’a pek fazla uçuş olduğunu sanmıyorum. Yani herhalde birileri bu ana bayiliğe göz dikmişti ki babamın bu arkadaşını “hainlik”le suçlamışlar, onu batırmışlar ve THY acenteliğini elinden alıp başka birilerine vermişlerdi… Suçsuz-günahsız yere “hainlik” basılarak öldürülmüş insanların öykülerini de yazdım… Çok kolaydı birilerini “hainlik”le suçlamak o günlerde…
Bir kez yasal düzenin dışına kaymışsa bir yer, o zaman işler her zaman çığırından çıkar… Tüm dünyada hangi “yeraltı teşkilatı”na veya “özel tim”e bakarsanız bakınız, yozlaşmayı görebilirsiniz… Çünkü kendilerini yasaların üstünde görürler ve canları ne çekerse yapar bazı elemanları… Kimse de bunları kontrol altına alamaz… Çünkü yasal bir denetim yoktur bunların üzerinde… Böylesi “teşkilat”lar şeffaf değildirler, herhangi birisine yasalar önünde hesap vermezler. O nedenle bir takım çıkarları için kolaylıkla başkalarına çamur atabildiklerini görüyoruz…
Tüm bunların temizlenmesi, geçmişte hem kendi içimizde, hem Kıbrıslırumlar’ın kendi içinde, hem de birbirimize karşı neler yapılmış olduğunu açıkça konuşup temize havale etmezsek, hiçbir zaman demokratik bir ülkeye kavuşamayız… Çünkü bir şeyleri saklamak isteyenler hep milliyetçiliğe sarılıp başkalarını susturmaya çalışacaktır hep… Bayraklarla veya dinle üstünü örtmeye çalışacaklardır yapmış oldukları pisliklerin… Bir gerekçe bulacaklardır her zaman bunun için… Tüm bunları bu adada yaşayan toplumlar olarak hem kendi içimizde, hem de birbirimize karşı temizlemeliyiz…
DYLAN CAVİT: Bir gazeteci olarak bu da sizin görevinizin bir parçasıdır sanırım, neler olup bittiğini ortaya çıkarmak…
SORU: Tüm bunları senelerdir yazıyoruz… Mesela “Milliyetçiliğin Öksüz Bıraktıkları” diye bir yazı dizisi yayımlamıştım YENİDÜZEN’de geçmiş yıllarda – iki tarafın “teşkilatları”nın kendi insanlarını “hain” diyerekten nasıl öldürdüğü hakkındaydı bu yazı dizisi – öldürülen insanların evlatlarıyla röportajlar yapmıştım…
Eğer o yargıç babanıza dedeniz için “o haindi” demişse gerçekten, belki de dedenizin “teşkilat” tarafından öldürülmüş ve “kayıp” edilmiş olduğunu ima ediyordu, kim bilir?
DYLAN CAVİT: Mümkündür bu… Ben de bunu düşündüm..
SORU: Eminim bunları yazdığımız zaman eğer böyle bir konu varsa, insanlar bizi arayıp söyleyeceklerdir… Özellikle Leymosunlular, böyle bir iddianın altında yatan bir şey varsa bize söyleyeceklerdir…
DYLAN CAVİT: Evet…
SORU: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
DYLAN CAVİT: Kıbrıs’a yaz tatillerinde geliyorduk… Altı yıl önce buraya geldiğimde Kıbrıs’ta kalıp kalmayacağımdan emin değildim. Ama sonra çocukluğumdan parça parça hatıralar gelip beni buluyor. Mesela arabaya giriyorum, sonra dağlara bakıyorum: Burası benim ülkemdir diyorum…
Ama bunu burada doğup büyümüş bir Kıbrıslıtürk gibi yapmıyorum, bir kimlik olarak yapmıyorum – demek istediğim, Kıbrıs benim bir parçamdır… Geçmişe olup bitenlerle ilgili elimizden bir şey gelmez ancak eğer varlığımla eğer gerçeğin bir bölümünün ortaya çıkmasını sağlayabileceksem, bu gelecek için çok anlamlı olacaktır diye düşünüyorum… Geçmişten söz etmiyoruz biz, gelecekten söz ediyoruz…
Önemli olan da budur sanırım… Burası bölünmüş bir ülkedir, mesela bir yabancı bana bir şey sorduğunda veya bölünmüş bir haritada kuzeyin görünmez kılınır gibi gösterildiğinde buna çok üzülüyorum ve
“Kıbrıslıtürkler çok iyi insanlardır, gelip görün” diyorum. Burası sanki evin içinde harika bir ağaç gibi duruyor – kimse o güzel ağacı göremiyor…
SORU: Bir arkadaşımızın deyişiyle “Sevimli hayalet Casper gibiyiz biz Kıbrıslıtürkler…”
DYLAN CAVİT: Evet! Eğer insanlar öykülerimizi duyabilirse, bu o zaman insanların kalplerinde huzur bulabilmelerini sağlayabilir…
Ben bununla yaşabilirim ancak geçmişteki bu bulanıklık, tıpkı bir fotoğrafın bulanık olması gibi duruyor – mesela bir fotoğraf düşünün, “Bu dedenizdir” diyor size biri ama tam göremiyorsunuz resmin ne olduğunu… Onunla hiç tanışmadınız, yalnızca onunla ilgili anlatılanları dinlediniz… Mesela dedemi ve nenemi tanıyan birileri “Aman onları tanırdık” dediklerinde, iki cümle bile söyleseler çok mutlu olurum!
DEVAM EDECEK