1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kayıp” kalıntıları taşındığında, ailelere kalan büyük bir yıkım oluyor…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kayıp” kalıntıları taşındığında, ailelere kalan büyük bir yıkım oluyor…

A+A-

 

sev-022.jpg

 

 

Abohor çöp alanı yanında havara alınan yerden taşınan toprakla kalıntıları yem fabrikası arkasına götürülen ve kazılarda pek az kalıntısı bulunan iki “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar aileleri tarafından defnedildi…

 

Abohor çöp alanı yanında havara alınan yerden taşınan toprakla, kalıntıları Abohor’daki bir yem fabrikasının arkasına götürülen ve kazılarda pek az kalıntısı bulunan iki “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar Kayıplar Komitesi tarafından DNA testleriyle kimliklendirilerek ailelerine teslim edilmiş, defnedilmişler… Ancak geride büyük bir yıkım kalıyor – çünkü “kayıp” kalıntıları taşındığında, yerleri değiştirildiğinde, bulunan birkaç küçük kemik parçası, aileleri dayanılmaz acılara boğuyor… Onlar sevdiklerinin canlı olarak dönme hayali içinde yaşarken, kendilerine yalnızca birkaç küçük kemik parçası verilerek “İşte senin oğlun bu… İşte senin kocan bu…” deniyor ve sevdiklerinin bir bütün olarak kalıntılarını alıp defnedemiyorlar…

Abohor çöp alanı yanında havara alınan yerden toprak taşınırken “kayıp” kalıntılarının ortaya çıktığı yönünde en az on yıl önce bu sayfalarda görgü şahidi bir tanığın anlattıklarına yer vermiştik. 1974’te görgü şahidimiz bir çocuktu ve buradan taşınan toprağın Çelebi Yem Fabrikası arkasına götürüldüğünü de görmüştü – bisikletiyle taşınan toprağı takip etmişti. Biz bu konuda Kayıplar Komitesi’ni de bilgilendirmiştik ve sözü edilen yerde 2011’de Kayıplar Komitesi kazıya başladığı zaman, burayı da ziyaret ederek, görgü şahidi okurumuzla Kayıplar Komitesi yetkililerini de temasa geçirmiştik…

Sonuçta bu alanda pek az kalıntı bulunabilmişti – bu kalıntıların iki kişiye ait olduğunu, bu iki “kayıp” Kıbrıslırum’un DNA testleriyle kimliklerinin belirlenerek defnedilmek üzere Kayıplar Komitesi tarafından ailelerine iade edildiklerini ve defnedilmiş olduklarını öğrendik.

Dün dikkatimize gelen bu bilgiyi okurlarımızla da paylaşmak istiyoruz…

Okurumuzun göstermiş olduğu alanda bulunan iki “kayıp” Kıbrıslırum’un isimleri Antonios Kostis Nikolau ve Yiasumis Yeorgios Marku…

Antonios Kostis Nikolau, 1974’te Mia Milya’da (Haspolat) asker imiş… 1954 doğumlu ve bekarmış. Savaş nedeniyle yedek asker olarak görev yapmaktaymış… Yiasumis Yeorgios Marku ise Frenaros köyünden imiş. 1949 doğumlu olan Yiasumis Yeorgios Marku da bekar imiş ve o da yedek asker olarak Mia Milya’da görev yapmaktaymış savaşta…

Bu alanla ilgili olarak bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bilgi veren şahidimize ve kardeşi ile ailesine çok teşekkür ediyoruz. Bu alanda kazı yürütmüş olan Kayıplar Komitesi yetkililerine ve kazı ekibine de sonsuz teşekkürler… Bu iki “kayıp” Kıbrıslırum’un ailesinin yaşadığı trajediden ötürü üzüntü duyuyoruz ve ailelerinin acılarını paylaşıyoruz.  Okurumuz görgü şahidinin yardımlarıyla birkaç parça kalıntılarının olsun bulunmuş olması, çok küçük bir şey belki bu korkunç trajedinin ortasında ancak en azından okurumuzun paylaştığı bilgilerle, bu iki ailenin “Belki bir gün geri dönecek” beklentisi sona ermiş bulunuyor ve en azından onların yasını tutup bu büyük acıyla baş etmenin, kendi hayatlarına bir şekilde devam etmenin yolunu aramalarına yardımcı olmuştur okurumuzun insaniyeti…

Biz kazı alanını 31 Ekim 2011 tarihinde Kayıplar Komitesi’nin o dönemki Kazılar Koordinatörü antropolog Okan Oktay ile Kayıplar Komitesi’nin o dönemki fotoğrafçısı Turgut Vehbi arkadaşımızla birlikte ziyaret etmiştik…

12 Kasım 2011’de “Mesarya’nın tozlu, rüzgarlı ovalarında…” başlığıyla kaleme aldığımız ve bu sayfalarda tam sekiz yıl önce yayımlanmış olan yazımızda şöyle demiştik:

“Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Okan Oktay ve Kayıplar Komitesi fotoğrafçısı Turgut Vehbi’yle birlikte Düzova (Eksomedoş) ile Abohor’un (Cihangir-Ebiho) buluştuğu kavşak yakınlarına giderek buradan ayrılan toprak yolu buluyoruz... Toprak yol bizi Çelebi Yem Fabrikası’nın arkasında kalan tarlalardaki kazı bölgesine götürüyor...

Bu fabrika yolun yakınına,  kazı yerine yakın bir noktaya, 1974 sonrası yapılmış – yani 74 öncesi burada bir fabrika yokmuş... Okurlarımdan biri 1974’te henüz 10-11 yaşlarında bir çocuktu ve Beyköy-Cihangir yöresinden alınan havaranın bu bölgeye getirilişini izlemişti... Havaranın içinde insan kemikleri vardı... “Beyaz Kıraç’tan alınan bu havara, fabrika yapılırken temeline dökülmüştü – kemikleri görmüştük, bisikletle gitmiştik fabrikanın yapılacağı yere ve buraya dökülen havaranın içindeki insan kemiklerini görmüştük... Sanırım bunlar Voni’de (Gökhan) tutuklandıktan sonra Beyköy-Cihangir yöresinde öldürülenlerin bir kısmının gömüldüğü bir havara çukurundan alınmıştı...” diye anlatmıştı bu okurum ve ben de onun söylediklerine bu sayfalarda yer vermiştim...

Çelebi Yem Fabrikası’nın arkasında kazıların yürütülmekte olduğu olası gömü yerini buluyoruz, kazı ekibinin lideri olan arkeolog Demet Karşılı karşılıyor bizi... Yemekten sonra atıştırmaları için onlara bir kutu baklava getirdim, bize kahve yapmakta ısrar ediyorlar. Ancak önce kazı yerini incelemeye gidiyoruz. Burada arkeologlarımız Demet, Çınar, Andreas ve Liana çok geniş bir tarlayı kazıyorlar ve ikili veya üçlü gruplar halinde gömüldüğü iddia edilen yedi Kıbrıslırum “kayıp”tan geride kalanları arıyorlar...

Burada toprak tozşeker kıvamında ve gün boyu bu açık arazide o kadar çok rüzgar ve toz toprak var ki kimi zaman arkeologlarımızın kendilerini bu toz-topraktan koruyabilmek için koruyucu maskeler ve gözlükler taktığını öğreniyoruz. Arkeolog Andreas bize maskesini ve gözlüklerini gösteriyor...

Bir yandan Çınar küçük bir piknik ocacığında bize kahve pişirirken, altın saçlı Demet de piknik buzluğunun üstüne oturuyor çünkü onlara ait birkaç açılıp kapanan sandalyeye biz oturduk! Şirocu Ahmet Dayı da geliyor...

Kahvelerimizi içerken, bu bölgeyle ilgili bilgisi olabilecek olan bir okurumu arıyorum... Belki bu bölgeyle ilgili bilgisi vardır...

Kıbrıslıtürk okurum telefonda bana “Orada pek bir şey bulamazlar” diyor...

“Neden bulamasınlar ki?”

“Çünkü o bölgede savaşta ölen insanlar hiçbir zaman gömülmemişti. Eğer onlardan artakalanlara ulaşırlarsa, bu bir mucize olur... 1974’te bu tarlalarda ortalığa saçılı ölü insanlar vardı... Birkaç kişi orada, tek bir kişi burada, üç kişi orada yatıyorlardı tarlanın içinde. Ama kimse onları gömmeye gitmedi. Bir keresinde köyümüzden bir şahsın, traktörüyle buradan geçerken yol kenarında durup, orada ölü olarak yatan bir Kıbrıslırum’un kolundan saatini aldığını gördüydüm...”

“Onları neden gömmemişler ki?”

“Onların nasıl olup da bu tarlada öldürülmüş olabilecekleri bile aklın almadığı bir şey. Çünkü “Toplu Ovası” diye de bilinen bu bölgeye insanlarımız savaşmaya da, ölenleri gömmeye de gitmemişti. Kıbrıslırumlar’ın bu tarlalara mayın yerleştirdikleri yönünde ciddi söylentiler vardı. Bu yüzden insanlar onları gömmeye gitmemişti, mayınlardan korkuyorlardı... Zaman zaman bu tarlalarda ezilmiş bazı cesetlere rastlıyorduk ama bu da benim için bir muamma çünkü hatırladığım kadarıyla bu bölgeye tanklar da gitmemişti...”

“Bir gün uygun bir zamanında buluşalım ve buraya gelelim... Böylece bana traktörlü şahsın bir “kayıp” Kıbrıslırum’un kolundan saatini aldığı noktayı gösterebilirsin. Belki o noktada bazı kalıntılar bulabilirler...”

“Elbette” diyor okurum, “ancak Abohorlu Kıbrıslıtürkler, çok uzun süre boyunca o tarlaya hiç gitmediler, mayınlandığı yönünde söylentiler vardı diye... Bunu da bilin...” diyor.

Bize verdiği bu değerli bilgiler için okuruma teşekkür ediyorum ve telefonu kapatıyoruz.

Mesarya’nın bu düzlük ovaları her zaman rüzgarlıdır: Zaman zaman bu bölgelerden geçerken uzaklardan küçük hortumcukların tarlalarda dolanıp durduğunu görürüm. Bu Mesarya’ya özgü bir şey: Aniden ortaya çıkarlar ve sonra da aniden kaybolurlar...

Demet’e ve ekibindeki arkeologlara ve de şirocu Ahmet Dayı’ya vedalaşıyoruz ve Demirhan’a (Trahoni) gidiyoruz… Burada da “Muluhiya Tarlası” denen bir noktada son beş aydır Kayıplar Komitesi kazı ekibi, kazı yürütüyor…”

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – Kasım 2011)

 

“KAYIP” KALINTILARININ TAŞINMASI…

“Kayıp” kalıntılarının bir yerden başka bir yere taşınması, “kayıp” yakınları için dediğimiz gibi korkunç bir yıkım yaratıyor… Aşşa-Afanya’dan taşınmış olan “kayıplar”ın kalıntıları yıllardır aranıyor… Yürütülen kazılarda bulunanlar, kuyunun dibinde kalmış ufak tefek kalıntılar – dişler, diz kapakları, ufak kemikler… Durum o kadar vahim ki bazı aileler, bu küçük kemik parçaları veya bir diş DNA’ya gönderilirse alıp gömecek herhangi bir kemik ya da kalıntıya sahip olamıyorlar… Kimi aileler hem bu yüzden, hem de prensip olarak “kayıpları”nın bir bütün olarak bulunması talebiyle, bulunan bu ufak tefek kalıntıları alıp gömmeyi reddediyorlar ve mücadelelerini sürdürüyorlar… Kimileri ufacık bir kalıntı dahi olsa, onu alıp gömüyor ama geride yüzlerce, binlerce yanıtlanmamış soru ve huzursuzluk kalıyor…

Toplumlar olarak bu kadar acımasız olmayalım: Bir şey biliyorsak paylaşalım… Gizlemekten vazgeçelim… “Kayıp” yakınlarının acılarının katmerlenmesine katkıda bulunmayalım… Onların yaralarını iyileştirmeye çalışalım, merhametli olalım… İnsan olalım…

En ufak bir ipucu dahi bir “kayıp” yakını için çok anlamlı bir sonuca yol açabilir…

Konuşalım: isimli veya isimsiz olarak beni arayabilirsiniz. Cep telefonum 0542 853 8436’dır. Bana isminizi söylemek istemiyorsanız, söylemeyiniz. Bildiğiniz bir şey varsa bu konularda, paylaşınız…

Kayıplar Komitesi’ni de aynı şekilde 181 ihbar hattından arayabilirsiniz

 

Pazartesi devam edecek...

Bu yazı toplam 1615 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar