1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kayıp: Kıbrıs Türk Tiyatrosunda Yeni Bir Sayfa
Kayıp: Kıbrıs Türk Tiyatrosunda Yeni Bir Sayfa

Kayıp: Kıbrıs Türk Tiyatrosunda Yeni Bir Sayfa

Kayıp: Kıbrıs Türk Tiyatrosunda Yeni Bir Sayfa

A+A-

 

Tufan Erhürman

Kamuoyunun gündemindeki toplumsal meseleleri, hele de bunlar yakın zamanlarda gündeme geldilerse, bir sanat eserinde ele almak her zaman risklidir. Sanatçı, böyle bir durumda güncele hapsolmak, onu aşamamak ve eserini didaktik bir dile kurban etmek gibi tehlikelerle karşıya karşıyadır.
Didaktiklik, milliyetçilik gibi bir ideolojiyle yakından alakalı bir toplumsal meselede kaçınılması çok daha güç bir risktir. Bu durumda değneğin iki ucu da büyük ölçüde kirlidir. Milliyetçi bir dille mesaj verme kaygısından da, sırf milliyetçilikten uzaklaşacağım diye didaktiklikten kendini kurtaramayan “sanatsal anlamda kaba bir barış dili”ne hapsolmaktan da arınmak kolay değildir.

Söz konusu toplumsal mesele “çok acıklı, feci” anlamlarında trajik bir olayla ilgiliyse sıkıntı daha da büyüktür. Çünkü bu durumda sanatçı, meselenin özünden ve sanatsal yanından uzaklaşarak, okuyucusunu/izleyicisini bol bol ağlatmak suretiyle başarıya ulaşma kolaycılığına sapabilir.
İşte sevgili Aliye Ummanel, “Kayıp” oyununda, bu tip dikenlerle dolu bir tarlada inanılmaz manevralarla, kan revan içinde kalmadan yürümeyi becerdiği gibi, bunun ötesine geçerek Kıbrıs Türk tiyatrosunda yeni bir sayfa açma başarısını da gösterebildiği için olağanüstü bir iş yaptı.

Önce bir tiyatro devine selamı çaktı, Shakespeare’in Hamlet’ini yanına aldı, onunla kurduğu metinlerarası ilişkiyle güncele hapsolmaktan kurtardı kendini. Bu aşamada Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun büyük kazanımı olan üç genç oyuncunun (Erdoğan Kavaz, İzel Seylani, ve Otto Atesh’in) insanı gerçekten gururlandıran ve umutlandıran başarılı performanslarının payını da teslim etmek gerekir.

Yazar/yönetmen, ikinci aşamada, büyük laflar etmekten kurtulmanın belki en doğru yollarından birine yöneldi ve meseleyi toplumlararası düzlemde değil, “küçük insan”ların evreni içerisinden okumayı seçti. Burada da iki büyük usta yardımına koştu. “Anne” rolündeki Hatice Tezcan ve oyunculuğunun önüne yakışan sıfatla “Büyük” rolündeki Erol Refikoğlu, “küçük” insanın yaşamındaki derinliği herhalde ancak bu kadar güzel gösterebilirlerdi.

Benim kulağımdan mı kaçtı bilmem ama oyunda bir kez bile “Türk” ya da “Rum” kelimesi geçmedi. Bu sözcükler faille mağduru ayırmak için kullanılmadığı gibi, alışılagelmiş ve maalesef klişeleşmiş biçimiyle daha büyük bir failin kurbanları olan iki kardeşin adı olarak da kullanılmadı. Mağdur “çocuklar”dı ve onların başka bir ad veya sıfatla anılmasına gerçekten de gerek yoktu.

Ummanel, bence en büyük sınavını, hazin, hatta feci bir olayı sahnede sergilerken izleyiciyi yalnızca ağlatarak değil, özellikle Erol Refikoğlu ve Otto Atesh’in önemli katkılarıyla, ara ara güldürmeyi de becererek verdi. Olay, insanları gözyaşları içinde bırakmaya, ağlatıp zırlatıp rahatlatmaya son derece müsaitti. İnsan sıfatından nasibini zerrece almış bir kişinin böyle bir olay karşısında göz yaşı dökmemesi mümkün değildi. Herhangi bir yazar/yönetmen bunu kolaylıkla başarabilirdi. Ancak Ummanel, herhangi bir yazarın/yönetmenin yapabileceğini değil, ancak ne yaptığını bilen, usta bir yazarın/yönetmenin yapabileceğini yaptı ve seyircisini oyun boyunca ağlamak ve gülmek arasında götürüp getirdi. Mesele, üzerinde göz yaşı dökmeden düşünülebilecek bir mesele olmadığı gibi, yalnızca gözyaşı dökerek rahatlanılacak ve “ben ağladım, insani sorumluluğumu yerine getirdim ve rahatladım. Artık bu rahatlıkla salondan çıkıp evime gidip dizi izleyebilirim” kolaycılığıyla bağdaşabilecek bir mesele de değildi. Ummanel, kurguyu işte bu iki olumsuzu ortadan kaldıracak bir olumlunun üzerine ustalıkla yerleştirdi. Ayrıca yazarın/yönetmenin öyle bir derdi var mıydı bilmem ama seyirciyi ara ara güldürmek, derinlerde, “bu insanlar kaybolduğunda da, yıllar sonra bulunup defnedilirken de aranızdan kimileri gülüp eğlenmeye, gününü gün etmeye devam etti” mesajını da taşıdı ki bence bu son derece önemliydi.

Evet, sevgili Aliye, özelde Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun, genelde Kıbrıs Türk tiyatrosunun sayfaları başarılarla dolu defterine yeni bir sayfa ekledi. Toplumsal, feci ve yakıcı bir meselenin, didaktikliğe, milliyetçiliğe, sanatla ilişkisini koparma riskini taşıyan kaba barışçılığa ve izleyiciyi durmadan ağlatıp rahatlatma kolaycılığına sapmaksızın tiyatronun evrensel diline nasıl tercüme edilebileceğini büyük bir başarıyla ve ustalıkla gösterdi.

Hala izleyememiş olanlara naçizane önerimdir: Asla kaçırmamak gerekir böyle büyük bir tiyatro şölenini.

Bu haber toplam 1296 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 186. Sayısı

Adres Kıbrıs 186. Sayısı