1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kayıp milletvekili Cengiz Ratip’in arabasını, onu öldüren katil uzun süre kullanmıştı…” 1
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kayıp milletvekili Cengiz Ratip’in arabasını, onu öldüren katil uzun süre kullanmıştı…” 1

A+A-

Bir Kıbrıslırum okurumuz, şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Kıbrıs’ın tek “kayıp” milletvekili olan Cengiz Ratip’in arabasıyla ilgili olarak geçtiğimiz aylarda yazmış olduğunuz bir yazıyı bana bir Kıbrıslıtürk arkadaşım tercüme etti. Bu yazınızda, arabanın önce Yayla polis karakoluna götürülmüş olduğunu, ondan sonra oradan alındığını yazdıydınız… Bir Kıbrıslırum okurunuz size böyle anlattıydı.

Ben da araştırmalarınıza katkıda bulunmak istiyorum…

O dönem, milletvekili Cengiz Ratip’i vuran katil, onun arabasını uzun süre kullanmıştı. Öğrendiğim kadarıyla o dönem çok rahattılar ve bu işten övünç payı çıkarmaktaydılar… Sonraları bu adam panikledi ve Yunanistan’a gitti – A.’nın oğlu idi bu adam ve Cengiz Ratip’i öldürmeye gönüllü olmuştu çünkü bu işi kimsecikler yapmak istemiyordu… O bölgenin komutanı, Cengiz Ratip’in öldürülmesini emrettiği zaman, kimse buna yanaşmamıştı çünkü Cengiz Ratip sevilen, saygı duyulan, muteber bir şahıstı, bir milletvekiliydi… İki taraf da diğer toplumdan insanları kaçırıyordu – Cengiz Ratip müthiş bir arabulucuydu, bir müzakereciydi ve esir alınanları ister Kıbrıslıtürk, ister Kıbrıslırum olsun, pek çok kez kurtarmış, onları rehin olmaktan kurtararak özgürlüklerine kavuşturmuştu… Onun için kimse böyle bir cinayete bulaşmak istemiyordu. Ancak A.’nın oğlu bu işe gönüllü oldu ve Cengiz Ratip ile yanındaki öğretmen Turgut Sıtkı’yı Poli’nin ortasında vurdu, Cengiz Ratip’in arabasını daha sonra kendine ayırdı ve uzun süre ve açıkça bu arabayı kullandı, öğrendiğim kadarıyla… Zaten o dönemin tetikçilerinin arkasında dönemin İçişleri Bakanlığı vardı, polis teşkilatı vardı, kilise vardı… O nedenle bunlar kendilerini çok rahat hissederler, horozlanırlardı herkese… Ağzını açana hayat hakkı yoktu iki toplumda da… Sade bizim tarafta değil, Türk tarafında da böyleydi bildiğim ve Kıbrıslıtürk arkadaşlarımdan dinlediğim kadarıyla…

Daha sonra bu adam panikleyerek Yunanistan’a gitti ve bir daha da Kıbrıs’a geri dönmedi korkusundan… Bildiğim kadarıyla birkaç sene önce Yunanistan’da öldü…”

 

HAYRİYE CENGİZ NELER ANLATMIŞTI?

Bu okurumuza paylaştığı bu yeni bilgiler nedeniyle teşekkür ederiz.

Cengiz Ratip’e ait olan bu araba mavi renkte bir Fiat idi… Yeni alınmıştı… Kıbrıs’ın tek “kayıp” milletvekili olan Cengiz Ratip’in sevgili eşi Hayriye Ratip ile 18 Haziran 2007’de bu sayfalarda yayımlanan “Kayıp milletvekilini unutan toplum” başlıklı röportajımızda, Cengiz Ratip’in ve Turgut Sıtkı’nın “kayıp” edilişini ve yaşadıklarını anlatmıştı… Bu röportajımızı tekrar yayımlayarak unutkan toplumlarımıza Kıbrıs’ın tek “kayıp” milletvekili Cengiz Ratip’i ve öğretmen Turgut Sıtkı’nın 14 Şubat 1964’ten bu yana hala “kayıp” olduklarını anımsatmak istiyoruz…

Röportajımız ardından, Meclis her sene Cengiz Ratip’i anmaya başlamış, meclis kütüphanesine adını koymuş ancak bunun dışında Cengiz Ratip’le ilgili başka herhangi bir kurum veya örgüt, herhangi başka herhangi bir adım atmamıştı…

107738947_1504463749944402_7761964151415156440_n.jpg

Hayriye Ratip’le 13 sene önce, Haziran 2007’de yapmış olduğumuz ve bu sayfalarda yayımlamış olduğumuz röportajımız şöyledir:

 

SORU: Hayriye hanım, kaç yaşındasın?

HAYRİYE CENGİZ: 79...

 

SORU: Nerede doğdunuz?

HAYRİYE CENGİZ: Poli’de... Aslen Polili’yim, ben da, annem da, babam da... Annemin adı Emine, babamın Hüsnü... Hasan Ağa’nın torunuyum ben...

 

SORU: Birazcık bahseder misiniz Hasan Ağa sülalesinden? Köyde önde gelen birileri miydiler?

HAYRİYE CENGİZ: Çok zengindiler – bütün etraf köy onlarındı ama sonra gitti... Biz on kardeştik – hepsi öldü, bir tek ben ve benden beş yaş büyük bir kardeşim kaldık...

 

SORU: Poli karma bir köydü... Nasıl bir hayatınız vardı?

HAYRİYE CENGİZ: Karma köydü, Rumlar’la karışıktık – çok güzel yaşardık doğrusu... Çok güzel yaşardık... Bir mahalledeydik Rumlar’la ama Rumlar bizi çok sayardı. Çünkü çok iyilikleri dokunduydu ailemin, zengindiler ya, kaç tane Rum çocuk beslediler... Çok sayarlardı, severlerdi bizi...

 

SORU: Cengiz Ratip’le nasıl evlendiydiniz? Ne iş yapardı?

HAYRİYE CENGİZ: Cengiz Ratip, maden şirketinde çalışırdı, Limni maden şirketinde ambar eminiydi – güzel maaşı vardı. Sonra, evlendik gittik Limni’ye oturduk – bize Limni’de çok güzel bir ev verdiler...

 

SORU: Limni nerededir?

HAYRİYE CENGİZ: Poli’den iki mil uzaktaydı, Lefkoşa’ya giderken...

 

SORU: Gene köyünüze yakındınız...

HAYRİYE CENGİZ: Evet, yürüyerek gidilirdi. Orada çok güzel bir hayatımız vardı – yani kral hayatı yaşardık biz... Çok mesut, çok memnun bir çifttik biz...

 

SORU: Nasıl biriydi Cengiz Ratip?

HAYRİYE CENGİZ: Cengiz, dünyanın iyisiydi... Herkes bilir... Herkese karşı, Rum’a, Türk’e, herkese karşı çok çok iyi bir insandı. Herkese yardım ederdi, çok yardımseverdi... Sonra milletvekili da seçildi...

 

SORU: Hangi seneydi bu?

HAYRİYE CENGİZ: 1961 galiba... Milletvekili da seçildi... Ama o milletvekilliği için her üç ayda, o zaman 50 lira (Kıbrıs Lirası) verirlerdi. Yani her ay vermezlerdi, her üç ayda 50 lira alırdı. Ama bir kuruş almazdı – doğrudan bağışlardı “Teşkilat”a!... “Çünkü” derdi, “bu teşkilatımız zayıftır, güçlendirelim...”

 

SORU: Yani “Teşkilat”taydı daha önceden Cengiz Bey...

HAYRİYE CENGİZ: “Teşkilat”ın o bölgede başkanıydı...

 

SORU: Rumlar da bilirdi bunu?

HAYRİYE CENGİZ: Bilirdi...

 

SORU: Benim duyduğum Cengiz Bey, pek çok olayı yatıştırdı... İşte mesela esir alındığında, gidip kurtardı gibi hikayeler anlatılır... Onlardan biraz bahseder misiniz, hatırladıklarınızdan?

HAYRİYE CENGİZ: Pelatusalı Taner vardı, onu esir aldılar silahıyla... Gitti polise, Yalya polisindeydi galiba, gitti bütün gece bekledi orada. Gitti Kasaba’ya geldi, gitti geldi, te da kurtardı kendini... Geceyarısı baktık borular çalar böyle, Taner gelir evine, kurtuldu! Kurtardı kendini! Kurtardı, getirdi kendini...

Sonra Rumlar’ı Goççina’da, iki otobüs Rum esir aldılar. Onlar daha evvel öldürdü Goççinalılar’ı – yani Rumlar, Goççinalı Türk öldürdüydü. Bu defa bunlar da kesti yolu, o iki otobüsü aldı, öldüreceklerdi.

Cengiz’e haber verdiler – Cengiz’e haber verdiklerinde gitti, kurtardı kendilerini. Rumlar’ı  kurtardı...

 

SORU: Panikos Hrisantu anlattı bana, Cengiz Bey onlara “Bu çözmeyecek sorunu” demiş, ikna etmiş kendilerini...

HAYRİYE CENGİZ: Evet, aldı, kurtardı, geldi... Geldiğinde Poli’ye hep Rumlar kucaklardı, öperdi kendini... Ki kurtardı kendilerine... O istemezdi öyle kargaşalık olsun bizim tarafta... İstemezdi birbirimize düşman olalım...

 

SORU: Milletvekilliği da yaptı...

HAYRİYE CENGİZ: Milletvekiliydi da evet...

 

SORU: Milletvekili olduktan sonra Limni’den ayrıldı mıydınız?

HAYRİYE CENGİZ: Yok, ondaydık hep... Hep ondaydık... Ne zaman bu kargaşalık oldu 1964’te, “Gel hanım” dedi bana, “götüreyim seni Pelatusa’ya...” Hep Türk’tü onda... “Gel götüreyim seni Pelatusa’ya, kalalım onda, ta geçsin bu kargaşalık da gelelim evimize...”

Aldı beni çocuklarla, götürdü...

 

SORU: Kaç çocuğunuz olduydu?

HAYRİYE CENGİZ: Üç oğlum vardı, Emine’yi da hamileydim...

 

SORU: O zaman çocuklarınız kaç yaşındaydı, 64’te?

HAYRİYE CENGİZ: Büyüğü 7 yaşında, Ratip Cengiz... İkincisi Kemal Cengiz, 6 yaşında... Birtan Cengiz da 3 yaşında – Emine’yi da altı aylık hamileydim... Aldı bizi götürdü...

 

SORU: Pelatusa’da nereye yerleştiydiniz?

HAYRİYE CENGİZ: Benim beyim zaten Pelatusalı’ydı – annesinin yanına... Annesinin küçük bir evi vardı... Annesinin adı Hayriye Ratip, babası da Ratip... İkimiz da Hayriye... Aldı götürdü bizi oraya – oraya gittik, oturduk... Kalkardı, sabah karanlığından giderdi Poli’ye... Gelirdi gece...

 

SORU: Poli’de ne yapardı?

HAYRİYE CENGİZ: Bu “Teşkilat”ın içindeydi, bu kargaşalıklar vardı – sonra giderdi işine da. Ne vakit artık çok kızıştı, Limni’deki işine gidemezdi... Gelirdi gece, çocuklar uyurdu. Çocuklarına hasret gitti bu adam... Geceyarısı 1’de filan gelirdi, bana “Hanım, bu çocukları uyutma, bırak...” Sabah onlar uyurken kaçardı... Derdim, “O saate kadar çocuklar durur mu, bekler mi seni? Beklemez...”

Vallahi kızım, otururdu yesin, alırdı, resimciklerini koyardı öyle önüne, yemek yerken görürdü o resimleri... “Özledim çok maskaraları!” derdi...

Derdim, “Gitme, bekle sabah, kalksın çocuklar...”

“Beklemesi yok” derdi bana, “Rum şeydir, duramayık...”

Öyle öyle, öyle öyle, te da aldılar kendini...

Sonra, bütün mücahitler Poli’de Türk mahallelerini beklerdi. Üç dört yerde Türk mahallelerini beklerdi mücahitler. Sonra Limasol çarpışması çıktığında, çağırdılar Cengiz’e... “Sen” dediler kendine, “hep askerini topla bir yere, Türkleri topla bir yere ve mücahitler hepinizi bir beklesin çünkü biz çağrıldık kaçıyoruk, bırakacayık sizi...”

O da aldı, hepsini da taşıdı kendi arabasıyla, silahlarımızı da, doğru Poli’deki okulumuza... Poli’de güzel bir okulumuz vardı, çok büyük. Sineması bile vardı içinde... Poli’yi girerken öyle... Kasaba’dan gelirken Poli’ye, yol kenarında, çok büyük, çok güzel bir sahası da vardı. Hepsini taşıdı oraya. Hiç kimsenin burnu kanamadı, ne da silahlarını... Ondan sonra gece geldi... Sabah öyle hastaydı o gün, öyle hastaydı, dedim “Gitme bugün...”

“Hiç olur gitmeyim? Hasta masta dinlemez” dedi bana, “gidecem...”

Kalktı sabah, gitti... Gittiğinde, demişler kendine sabah kalkmış insanlar ve gitmişler evlerinden birşeyler alsınlar... Gideni yakaladı Rum, gideni yakaladı, silahsız! Zaten Rumlar’ın yoktur ya gücü, hep galleşliğla yaparlar herşeyi... Güçleri yoktur, karşılıklı çarpışamaz bunlar. Buldular Poli’de da birkaç tane Türk’ü...

 

SORU: Kaç kişi yakaladı Rumlar o gün?

HAYRİYE CENGİZ: 22 kişi... Gittiğinde, halk koştu üstüne “Cengiz Bey, gittiler da gelmediler...”

“Gideyim” dedi, “kurtarayım...”

Tabancası vardı, çıkarttı, silah almadı yanına. Pardesüsü vardı, çıkarttı... Yüzü kızarmış sıkıntısından... Çıkarmış pardesüyü, hem tabancasını, odası vardı okulda, yukarıda... “Götürün bunu odama” dedi. Ne silah götürdü, ne da hiç... Silahsız gitti aşağı... Turgut’u da aldı...

 

SORU: Fahri Bey da binmiş arabaya hatta... Ama sonra bir olay olmuş ve inmiş...

HAYRİYE CENGİZ: Onu  bilmem... Turgut Sıtkı öğretmendi... Onu da aldı beraber. Daha doğrusu gidecekti, Menteş Aziz var ya, avukat? Onun kardeşi Taylan’a demiş, “Al bunları götür yukarı da gel gidelim aşağı...” demiş. Almış götürmüş, korktu mu yoksa kısmet idi artık, gelmedi.

“Ne oldu yahu bu Taylan’a da gelmedi?” demiş – o Turgut Bey da, Allah rahmet eylesin, “Gel Cengiz Bey, gidelim biz” dedi kendine. O bindi arabaya... Cengiz’in arabasına... Yeni alınmış...

 

SORU: Neydi arabası?

HAYRİYE CENGİZ: Fiat idi... Yeni çıkan bir Fiat’tı – o zaman yoktu bundan aslında – o zaman sipariş verirlerdi da getirirlerdi. Fiat idi, en son modellerinden... Rengi maviydi öyle, açık mavi, güzel bir renk... Maviyla gri arası... Girdiler arabaya, gittiler, o gidiş... Giderken, onları da öldürdüler...

 

SORU: O 22 kişi ne oldu sonra?

HAYRİYE CENGİZ: Onları öldürmediler. Onları bıraktılar, aldılar götürdüler esir... Bunları öldürdüler... Sonra ben hasta oldum – ben ağlardım, “Noldu Cengiz da gelmez? Noldu? Noldu?” diye... Cengiz’i öldürünca, kapattılar yolları ki düşmesin biri, arasın Cengiz’i... Kapattılar yolları... Bir 10-15 kişi, onlar da kaldı Poli’de, 2-3 gün? Yoksa 5-10 gün? Kaldı, onlar da gelmedi, Cengiz da gelmedi – ben dedim herhalde hepsi beraberdir. Sonra baktım, yollar açıldı, geldi onlar...

 

SORU: Ama Cengiz Bey yok...

HAYRİYE CENGİZ: Cengiz yok... “Noldu Cengiz’e? Noldu?”

Dediler bana “Makarios Poli’ye geldi, aldı Cengiz Bey’i da, muhtarı da, helikoptere bindiler, gezerler köyleri da herkese yerlerinde kalsınlar, birbirlerine bir şey yapmasınlar ki ortalık sakinleşsin...”

 

SORU: Öyle bir şey var mıydı gerçekten?

HAYRİYE CENGİZ: Vardı...

 

SORU: Makarios geldi miydi gerçekten?

HAYRİYE CENGİZ: Geldiydi... Ben da inandım... Bunlar bilirdi... Bir gün geldi bana köyün muhtarı, hem öğretmeni Pelatusa’nın... Dediler bana “Cengiz Bey’den haber var mıdır?”

Dedim, “Gelmedi... Öbürleri geldi, o gelmedi...”

Sonra açtılar radyoyu, dinlerler haberleri... Ve haberlerde söyledi: Makarios geldi, helikopteriyle, aldı muhtarı da ve gitti ve gezerler köyleri... Poli’nin Türk muhtarını da aldı ve gitti, galiba Ahmet Rifat idi o zaman. Ama Cengiz’den bahsetmez... O saat ben, “Nasıl olur?” dedim ben kendilerine “da söylemedi Cengiz’i? Ahmet Rifat’ı, muhtarı söyleyen” dedim, “bir milletvekilini söylemez?”

O saat bir sıkıntı geldi, öksürük geldi bana... Ama öksürük geldiğinde, sıcak bir şey geldi ağzıma... Avucum kan doldu! Kustum dışarı... O zamandan artık, öksürürdüm, kan tükürürdüm, öksürürdüm, kan tükürürdüm... “Herhalde” dedim, “Cengiz’e bir şey oldu!”, başladım ağlamaya... Onlar da seslenmedi.

 

SORU: Demediler “Yoktur öyle bir şey...”

HAYRİYE CENGİZ: Yok... Bilirlerdi... O zaman öğrendim ben...

 

SORU: Sonra, biri söylemedi mi size?

HAYRİYE CENGİZ: Söylemediler... Gizlerlerdi benden... Gizleyinca, herkes susardı, anladım... Ondan sonra, benim hastalığım çoğaldı. Poli’ye gelmiş Birleşmiş Milletler’den doktor. Geldi muhtar gene, yanında da Veli Bey vardı, köyün “Teşkilat” başkanıydı... “Teşkilat”ın içindeydi işte...

 

SORU: Şefleri Cengiz idi...

HAYRİYE CENGİZ: Evet... Ama Cengiz, mücahitler beklerdi ya, maaşını aldı – alırdı 100 liradan fazla... Aldı maaşını, o mevzilerde bekleyen mücahitlere dağıttı... “Çünkü” dedi, “başka yerden yol yok, para gelmez, çocukları aç kalmasın...” Hepsine dağıttı parayı. Ondan sonra iki tane da oğlak aldı. Bayram yakındı – bayramdan bir gün evveldi şu gitti...

 

SORU: Hangi tarihteydi bu?

HAYRİYE CENGİZ: 13-14 Şubat 1964... İki oğlak aldı, yanımızda badem ağaçları vardı, bağladı badem ağaçlarının üstüne. “Yarın” dedi, “bayramdır...”

Söyledi adamlara da, “Yarın kesecen da hep mücahitlere dağıtasın...”

Kendi parasıyla! O milletvekili parasını hep bağışlardı “Teşkilat”a, hiç almazdı. Kendi parasını da vallahi, fakirlere verirdi...

 

SORU: Siz nasıl geçinirdiniz?

HAYRİYE CENGİZ: E işte geçinirdik biz da... Geçinirdik işte... Alırdı avans! Kendi eksilirsa, avans alırdı! Ben bazan derdim, “Aman Cengiz, biraz dikkat et, allahetme bir şey oldu?” Derdi bana, “Hiç korkma! Ölürsam maaş kalacak da bakan çocuklara...” Ben da keserdim bu mevzuyu...

Sonra gitti, gelmedi... O gün gitti işte, öldürdüler kendini, artık gelmedi. Benim hastalığım çoğaldı... Muhtarla Veli, aldılar götürdüler beni Poli’ye, baksın bana doktor diye. Muayene etsin beni, ilaç versin bana... Baktı doktor, “Bu çocuklarına gidemez” dedi, verem zannetti. Sabahlıkla, pabuçlarla böyle... Doğru aldılar beni onlar, götürdüler Kasaba’ya! Kasaba’da da Rumlar zaptetti hastaneyi! Bir evde, böyle bir sündürmede bakarlardı öyle acil... Türkler bakardı yani, ilkyardım... Mart’ın 6’sıydı... Bir karışıklık çıktı...Olaylar çıktı... Aldılar 500 tane esir, Türkler... O yattığımız yerde da, sündürme da boş, getirdiler bir hayle yaralı. Bir yaralı, oturdu öyle sandalyede, koydu elini ve başladı: “Yaonnadumun Muhammedusas” dedi – yani “Muhammedinizin adı için...”

 

SORU: Yani Rum’du...

HAYRİYE CENGİZ: Yaralı Rumlar getirdiydi Türkler... “Karım dul kalacak, çocuklarım öksüz kalacak” derdi o adam. Ben gittim karşısına, “Siz benim kocamı öldürdünüz, ben kaldım hastaneye düştüm, çocuklarım kaldı da siz kalırsanız ne olacak?” dedim.

10-12 yaşlarında bir çocuk vardı, geldi, çekti beni, “Bırak kendini teyze” dedi “da günahtır...”

Orada o zaman bir doktor vardı, Fikret Bey, başdoktor... Yaşlıcaydı, şimdi herhalde öldü... O da meğer Feridun abimin arkadaşıydı... Oktay Feridun’un babası yani... Oktay Feridun, benim abimin oğludur...

Fikret Bey geldi “Ne söylemedin bana Feridun Bey’in kızkardeşi olduğunu?” dedi.

“Ne bileyim?” dedim...

Sonra bir emir geldi, bir hayle yaralıya baktıydılar, hep o yaralıları iade etsinler. Ben gittim dedim Fikret Bey’e, “Aşkolsun size Fikret Bey, onlar bize vermediler, öldürdüler, siz ne aldınız, o kadar da ilaç zayettiniz” dedim.

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 5804 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar