1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Kayıp zamanın boşluğunda
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Kayıp zamanın boşluğunda

A+A-

Kayıp zamanın boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Günler, haftalar ve yıllar geçiyor.

Geçip giden zamana kadeh kaldırıyoruz, gelecek olan zamana dilekler tutuyoruz...

Ne zamanı tutabiliyoruz, ne de delip çıkabiliyoruz bu gösterişli boşluğun içerisinden.

Kayıp zamanın boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa öyle.

*

Kıtaları dağılmış gayri resmi bir geçit törenine dönüşüyor geride bıraktığımız yıllar...

Tüm dağınıklığımızla içinden geçiyoruz, tükettiğimiz zamanın.

Köprü atamıyoruz yaşanacak olana,

İpimizi koparamıyoruz, yaşanandan.

Arzularımız, düşlerimiz, düşüncelerimiz kendi kendisini tekrar eden döngülerin içinde sıkışıp kalıyor...

Sıkışıp kalmışlığımızı unutmak için mala mülke sarılıyoruz, sahte gülücüklerle avunuyoruz ve tekrar eden döngülerimizin birer nesnesi olmaktan kurtaramıyoruz kendimizi.

Atamadığımız köprülerin acizliğinde, ipini koparamadığımız gemilerin sahilinde çürüyoruz.

Kayıp zamanın boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa öyle.

*

Anlamlar sözcüklerden geri çekiliyor.

Kulak cırmalayan bir uğultuya dönüşüyor konuşmalarımız,

apansız yakınmalarımız, bulanık şikayetlerimiz, bencil isteklerimiz, masum taleplerimiz ve iki yüzlü hesaplarımız...

Anlamlar sözcüklerden geri çekiliyor.

Geriye gittikçe yayılan bir kuraklık mevsiminin boğuk gürültüleri kalıyor.

Varlığımız çıldırtan bir laf kalabalığına evriliyor.

Kuru bir kalabalık, kuru bir gürültü...

Anlamını taşıyamadığımız her sözcük bizi hızlıca terk ediyor, anlamını taşıyan her sözcükten ise hızlıca uzaklaşıyoruz.

Sevemiyoruz anlamlı güzeli

Taşıyamıyoruz bir anlam yükünü…

Kayıp zamanın boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa öyle.

*

Öfke sınırını aşıyoruz...

Sıkışıp kaldığımız döngülerin içerisine torba torba korkular, kısa yoldan zenginliler, barem barem artışlar, dirhem dirhem asgari ücretler; dağılan ve kurulan hükümetler, kaza gibi koalisyonlar, ölüm kokan trafikler, MOBESE'li ve MOBESE'siz denetimler, nüfuslu ve nüfussuz iktidarlar, devletsiz ve sermayeli hastaneler, yalandan politikacılar, şakadan liderler, oyuncaktan seçimler, ganimetten Meclisler, çözümlü ve çözümsüz Kıbrıslar, insanlı ve insansız insanlıktan çıkmalar, insafsız çıkar oyunları, zamanlı-zamansız sahtelikler, sahteliklerle barışık yaşamlar ve yaşamsız toplumlar, toplumsuz kalabalıklar;

sıkışıp kaldığımız döngülerin içerisine torba torba boca edilmekte.

Öfke sınırını aşıyoruz da özgürlük yolunu açamıyoruz... 

Hiçliğimizin kapılarını kapıyoruz üzerimize…

Kayıp zamanın boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa öyle.

 *

Her geçen gün yaşam sınırlarımız daha da daralıyor bu coğrafyada.

Takvim sayfaları değişiyor, gelen yıllara kadeh kaldırıyoruz ama

“hoşçakal” diyemiyoruz tükenene ve

“merhaba” diyemiyoruz yaşanacak olana.

Fakat bilmezden geliyoruz aslında “zaman” biziz.

Takvim sayfalarından kesip attığımız, unuttuğumuz, saplanıp kaldığımız veya yaşayamadığımız “zaman” biziz.

Değiştiremediğimiz, var-kılamadığımız, özgürleştiremediğimiz, barıştıramadığımız “zaman” biziz. Hastalıklı bir şekilde tükettiğimiz, azimli bir şekilde ürettiğimiz, tutunacak bir dal bulup çoğalttığımız, ümidi kesip de bıraktığımız “zaman” biziz.

Biziz, ve biz şimdi kayıp giden bir “zamanız.”

Boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa öyle.

*

Ve çıkamadığımız her yolculukta biraz daha azalıyoruz.

Açamadığımız her özgürlük penceresinde, kuramadığımız her düşte, saplanıp kaldığımız kayıp zamanın uçurumunda biraz daha kayboluyoruz...

*

Biraz sonra bir takvim yaprağı daha sökülecek,

Kendimizden bir yaprak daha söküp atacağız…

Kayıp zamanın boşluğunda asılı bir vaziyette salınıp durmaktayız...

Bir saatin sarkacı nasıl gidip geliyorsa öyle.

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1859 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar