Kayıplar için kazılarda Akova’da iki, Lapta’da bir kişinin kalıntıları bulundu…
Kayıplar Komitesi kazı ekiplerinin yürütmekte olduğu kazılarda, Akova’da (Gypsou – Yipsu) iki, Lapta’da “Celebrity Otel yanı” diye tabir edilen bölgede ise bir kişinin kalıntıları bulundu.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı’dan aldığımız bilgilere göre, Akova’da (Yipsu) dün ikinci şahsın kalıntılarına kazılarda ulaşılmış bulunuyor. Daha önce Akova’da (Yipsu) Kıbrıslırum mezarlığı alanı içerisinde beş kişilik bir gömü yeri arayan kazı ekipleri, bir şahsın kalıntılarına ulaşmışlardı. Dün de ikinci şahsın kalıntılarına ulaşıldı. Bunların 1974’te savaş esirlerinin tutulduğu ve 500 kadar Kıbrıslırum’un bulunduğu Akova’da (Gypsou-Yipsu) kötü hayat şartları ve bakımsızlık nedeniyle hayatını kaybeden 20 kadar yaşlıdan ikisi olup olmadığı, Kayıplar Komitesi tarafından yapılacak DNA testleri sonucunda anlaşılacak. Akova’daki (Yipsu) kazıda ikinci şahsa ulaşılınca, kazıya elle devam edilmeye başlandı.
“Celebrity Otel yanı” olarak bilinen bir alanda da “minimum bir kişi” olmak üzere kalıntılar bulunmaya devam ediyor. Burada da Kayıplar Komitesi kazı ekibi kazılarını sürdürüyor. Bu bölgede daha önce dört “kayıp” şahıstan pek az kalıntı bulunabilmişti. Bu alana bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın gömülmüş olduğu, ardından etrafının telle çevrildiği yönünde okurlarımızın anlattıklarını yıllar önce bu sayfalarda paylaşmıştık. Okurlarımızdan bazıları bu alanın tellenmesinde çalışırken, bazı insan kalıntılarına rastladıkları yönündeki görgü tanıklıklarını da bizlerle paylaşmışlar ve biz de onların anlattıklarına bu sayfalarda yer vermiştik. Yine bazı okurlarımız, bu bölgenin bir tarihte verilen bir talimat üzerine bazı balıkçılar tarafından boşaltılmış olduğunu, “kayıp” kalıntılarının torbalara doldurularak denize atılmış olduğunu ileri sürmüşler, biz de bu iddialara da bu sayfalarda yer vermiştik.
Lapta’da iki kazı ekibi ve iki makine toprağı kazıyor ve tüm toprağı kontrol ediyor.
Bu alanda bulunan yarım inşaat bir otelin çevresindeki topraklar üzerinde bazı insan kalıntılarına rastlanınca, Kayıplar Komitesi bir kez daha bölgeye giderek yüzey araştırması yapmış ve bu bölgede yeniden kazı başlatmıştı…
Değirmenlik’te (Kythrea-Cirga) başlatılan bir diğer kazı devam ederken, Bostancı (Zodya), Paşaköy (Aşşa) ve Strovulos’taki kazılar da sürdürülüyor. Strovulos’ta 1963-64 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’in gömü yerleri aranıyor.
Kayıplar Komitesi kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.
Devam edecek...
*** BASINDAN GÜNCEL…
AGOS
“Arcoş’un hikâyesinin peşinde...”
Varduhi Balyan
Hollanda’da yaşayan müzisyen Aktaş Erdoğan, köklerindeki Ermeni kimliğine yaptığı keşif yolculuğunu, son çalışmasıyla anlattı. Erdoğan, ‘Nare Nare’ ezgisi için çektiği klibi, büyükninesi Arcoş’un hikâyesi üzerine kurmuş. Bu hikâyenin sanatla anlatılması gerektiğine inanan müzisyen, aynı zamanda büyük babaannesinin adını taşıyan son çalışmasında, bir Ermeni kadının göçünü, düşüşünü ve tekrar doğrulup hayata tutunmasını anlatıyor.
Siyasi sebeplerle Hollanda’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olan Aktaş Erdoğan, babasının babaannesinin hikâyesini çok geç öğrenmiş ve bunu yaptığı müzik çalışmalarına yansıtmaya başlamış. Erdoğan’la, hem Ermeni kimliğiyle tanışması ve Arcoş’un hikâyesi üzerine konuştuk.
*** Müzikle yolunuz nasıl kesişti?
Annem ve babam 12 Eylül Darbesi’nden sonra Avrupa’ya göç etmek zorunda kalmışlar. Ben 1987’de Hollanda’da Rotterdam’da doğdum. Babam o yıl Türkiye’ye dönmüş. Annem, dönme hazırlığı yaparken, beni, iki yaşımdayken babaannem ve dedemin yanına gönderdi. Beni onlar yetiştirdi. Beş-altı yaşlarımdayken annem müziğe ilgim olduğunu keşfetti ve her fırsatta bana şarkılar öğretti. Müzik kulağı çok iyidir. Eskiden akordiyon çalardı. Lise yıllarında beni BEKSAV’da gitar kursuna gitmeye teşvik etti. Bir süre sonra ‘Vardiya’ adlı bir müzik grubunda gitarist olarak yer aldım. Kocaeli Güzel Sanatlar Fakültesi’ne başladım. O senelerde yurtdışında müzik eğitimi alma isteğim vardı. Annem ve babam 2006’da siyasi nedenlerle tutuklandılar. Benim için yüzleşmesi zor bir durumdu. Daha sonra müzik hayatıma Hollanda’da devam ettim. Hollanda Kraliyet Konservatuarı’nın sınavlarını geçip orada okumaya hak kazandım. Hollanda hükümetinin verdiği burs ve akrabalarımın desteğiyle eğitimimi sürdürdüm. 10 yıldan uzun bir süre klasik gitar eğitimi aldım. Yüksek lisansı tamamladıktan sonra hayal ettiğim şeyin, yani müziğin peşine düştüm diyebilirim.
*** Büyükninenizin Ermeni olduğunu ne zaman öğrendiniz? Bu durum sizde nasıl bir kırılma yarattı?
Onun yaşadıklarından çok etkilendim. Hikâyesinin detaylarını ilk kez babaannemle yapılan bir söyleşide okudum. Arcoş, 1915 yılında 10 yaşındaymış. Sivas-Divriği’nin Armutak köyünde yaşarken, annesiyle birlikte köyü terk etmek zorunda kalmış. Babası ve diğer Ermeni komşuları toplu olarak öldürülmüş. Geriye sadece kadınlar ve çocuklar kalmış. Arcoş bir şekilde hayatta kalıp yaşama tutunmayı başarmış. Yaşadıkları, annem Füsun Erdoğan’ın kaleme aldığı, Bianet’te yayımlanan yazıda okunabilir. Arcoş’un hikâyesi sanatla anlatılmalıydı. Kendisi, hikâyenin çok ufak bir kısmını, sadece çocuklarına anlatmıştı. Belki o günlere dönmek istemedi, belki anlatacaklarıyla sevdiklerini üzmek istemedi. Bunun, özellikle bugün, insan olabilmek adına anlatılması gereken bir hikâye olduğuna inanıyorum.
*** ‘Nare Nare’ adlı şarkıyı seçmenizin özel bir nedeni var mı?
‘Nare Nare’ o dönemde dinlediğim ve çok beğendiğim bir Ermenice şarkı. Ne zaman dinlesem hep Arcoş’un hikâyesi canlanıyor kafamda. Onun göçü, düşüşü ve doğrulup hayata tutunması... Klipte, dansçı arkadaşın performansında da bu rahatlıkla hissedilebilir. Arcoş’un yaşadığı kimlik sorununu, yüzündeki pelerini çıkarmaya çalışmasıyla kurguladık klipte. Pelerin, sanki yüzüne zorla geçirilmiş bir kimlikti. Anadolu’da her kimlik bir renktir aslında, renksiz bir hayat düşünülemez. Bazı acılar insanı fiziksel olarak öldürmeyi başaramasa da, ruhen çöküntüye uğratabilir. Hayata devam etmek yeniden doğuşla gerçekleşir. Klipte aslında Arcoş’un yaşamı tercih etmesini ve yeniden doğmasını gösteriyoruz. Çölden yeşile, kurudan yaşa yolculuk yapan bir iradenin ta kendisi... ‘Nare Nare’ ezgisi Ermeni halkının ruhunu yansıtıyor bence.
*** Büyükninenizin Ermeni olduğunu ne zaman öğrendiniz? Bu durum sizde nasıl bir kırılma yarattı?
Evde akrabaların, çocukların, torunların, anne ve babaların fotoğrafları vardı. Bu fotoğraflardaki akrabaların bazılarını hiç tanımıyordum. Lise yıllarına kadar çok sordum ama babaannem hiç anlatmadı. Bir süre sonra babam anlatmaya başladı. Annemin yaptığı röportajı okuduğumda detayları öğrendim. Empati kurma şansım oldu. Yaşadıkları gerçek bir dramdı, insanlık ayıbıydı. Onun hikâyesi bir hakikati yansıtıyor, bilinmesi gerekiyor. Hikâye beni derinden sarstı ama kimliğimle ilgili bir kırılma yaşamama neden olmadı. Türklüğü ya da herhangi bir inancı kimlik olarak edinmiş, benimsemiş biri değilim. Tabii, dünya o kadar saf ve temiz değil. Siz bir kimlik hissiyatı ve aidiyeti içinde olmasanız da birileri bir kimliği size dayatabilir. En nihayetinde, 10 yaşındaki Arcoş çocuk olduğu için değil, Ermeni olduğu için sürgündeydi.
Geleneksel Ermeni müziğiyle ilgili çalışmalarınıza devam edecek misiniz?
*** Beni çok heyecanlandıran, kayıtları yakında tamamlanacak olan, ‘Turna’nın Yolu’ adlı bir single çalışması var. Çok etkilendiğim Ermeni müzisyen Tigran Hamasyan’dan esinlenerek yaptığım bir bestenin kayıtlarını alacağız.
Arcoş’un hikâyesi
Müzisyen, video paylaşım sitesi Youtube’da yayınladığı çalışmasının altında, Arcoş’un hikâyesini şu şekilde anlatıyor:
“Arcoş benim büyükninemin adı. Bu video çalışmasını yaparken ondan ilham aldım. Burada onun hikâyesini babaannemden dinlediğim gibi, hiç değiştirmeden paylaşıyorum:
Arzavat 1915’te 10 yaşındaymış. Ailesi, arkadaşları ona ‘Arcoş’ diyormuş. Bir Türk’le evlendikten sonra ismini ‘Arzu’ olarak değiştirmiş. Ermenice konuşurdu, Türkçe okuyup yazardı. Çocuklarıyla hiçbir zaman Ermenice konuşmamıştır. Ailesi Sivas-Divriği’deki Armutak köyünden. Annesinin adı Anno, babasının adı Hambarsan’mış.
Hambarsan’ın Divriği’de bir dükkânı varmış. 1915’e kadar zengin bir adammış. Arcoş’un doğduğu köyde ve civardaki dört köyde yaşayan bütün Ermeni erkekler hükümet emriyle toplanmış. Yetkililerin emirlerini almak üzere Murat Paşa’ya gittiklerini sanıyorlarmış. Hambarsan dahil, Armutak’ın bütün erkekleri Derin Bahçe denen yerde bir araya getirilmiş. Hepsi o bahçede Osmanlı ordusu tarafından katledilmiş. Diğer dört köy, Odur, Ersin, Hazerkek ve Vartan.
Topal Osman ve adamları, köy sakinlerinin bütün değerli eşyalarını aldıktan sonra, kadınları ve çocukları (Anno ve Arcoş’u da) bir köprüye götürüp, hepsini birer birer nehre atmaya başlamış. Köyden başka bir Ermeni kadın, Zarife Ana önce oğlunu, sonra kendini Fırat Nehri’ne atmış.
Çok az sayıda insan kurtulmuş. Babaannem, Arcoş ve Anno’nun nasıl kurtulduğunu hâlâ bilmiyor. ‘Nasıl olmuşsa, kurtulmuşlar’ diyor. Sarıçiçek adlı bir Kürt köyüne sığınmışlar. Sığındıkları evde Anno hizmetçilik, Arcoş ise çobanlık yapmaya başlamış. Bir süre sonra Hambasan’ın bir arkadaşının evine yerleşmişler. Uzun yıllar orada kaldıktan sonra kendi köylerine, Armutak’a dönmeyi başarmışlar. Evi ve dükkânı yağmalanmış halde bulmuşlar. Arcoş’un mülteci olarak ABD’ye yerleşen akrabaları onu Armutak’ta bulup ABD’ye almak istemişler ama Arcoş bir Türk’le evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş olduğundan, ailesiyle kalmayı tercih etmiş.”
(AGOS - Varduhi Balyan – 25.2.2019)