Kayıplar Komitesi üyeleri, telekonferansla Strazburg’ta AKPA komite toplantısına katıldı…
Kayıplar Komitesi’nin üç üyesi, telekonferansla, Strazburg’ta Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi AKPA’nın “Göçmenler ve yerlerinden edilenler”le ilgili bir toplantısına katıldı.
YENİDÜZEN’in edindiği bilgilere göre, AKPA (PACE) Komite toplantısına Kayıplar Komitesi üyeleri Gülden Plümer Küçük, Leonidas Pantelidis ve Paul Henri Arni’nin katılarak, parlamenterlerin sorularını yanıtladıkları öğrenildi.
Toplantıda Kayıplar Komitesi üyeleri, Kayıplar Komitesi’nin çalışmalarını, barışın olmadığı bir yerde başarılı bir işbirliği modeli olarak nasıl çalışmakta olduklarını aktarırken, “Göçmenler” konusunda da soruların soruları yanıtladılar. Bir soru üzerine Kıbrıs’ta gerek göçmenlik, gerekse “kayıplar” konusunun 1963-64’te başlayarak 1974’te devam ettiğini ifade ederlerken, 2016 yılında Kayıplar Komitesi’nin aralarında Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Uluslar arası Kızılhaç Komitesi ve başka pek çok ülke ve örgüte mektup yazarak arşivlerini incelemek istediklerini aktardılar.
KIBRIS HABER AJANSI’NIN HABERİ…
Kıbrıs Haber Ajansı’nın aynı konudaki haberine göre, Avrupa’da göçmenler ve yerinden edilmiş insanların insancıl ihtiyaçlarına ilişkin komitenin 2214 sayılı 2018 tarihli kararı tartışılırken, Strazburg’ta delegasyona başkanlık eden Kıbrıslırum milletvekili Stella Kiriakidis, Kayıplar Komitesi’nin çabalarının çok önemli olduğunu aktardı ve Türkiye’nin askeri bölgelere giriş ve askeri arşivlerde incelemeye izin vermesi için çağrıda bulundu. Kiriakidis, Türkiye’nin 1974’te savaş sırasında pek çok Kıbrıslırum’u Türkiye’ye transfer ettiğini ve bunlar arasında hala “kayıplar”ın bulunduğunu da anlattı. Kiriakidis, Kıbrıs sorununun en trajik yönlerinin iki tane olduğunu, birisinin Kıbrıs’ta yerlerinden edilenler, ötekisinin de “kayıplar” konusu olduğunu aktardı ve ilk kuşaktan pek çok göçmenin vefat etmiş olduğuna dikkati çekti.
(YENİDÜZEN ve KIBRIS HABER AJANSI – 24.6.2019)
Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak -16-
“1974’te harekatlar sırasında ne oldu? Kocatepe olayı ve tartışmalar…”
Ulus Irkad
Kocatepe Baf’a gelmeden önce, öğleye doğru Baf Feneri çevresinde Baf’a yüzlerce asker çıkaran “L172” Yunan Savaş gemisi, çıkarmayı gerçekleştirdikten sonra yaklaşık 21 saat bizi denizden bombalarken, çıkarılan Yunan askerleri de gene karadan, aynı sıralarda havanlarla bizi bombalayacaktı (L 172 Yunan Gemisinin çıkarmasını bana verdiğiğ dürbünüyle Şehit Münür Dilaver Teğmen’le birlikte Baf’ın Kasaphane Bölgesi’nden takip etmiştim,. U.I). Aynı anda hem denizden hem de karadan yüzlerce topun ateş kustuğu bir saldırı içinde kalacaktık. Tuhafı şu ki bu zaman zarfında bu Yunan Gemisi hiçbir engelle karşılaşmamıştı. İlginçtir, 21 saat mevzilerimizi bombalayan Yunan gemisi, oradan uzaklaşıp bir koya gizlendikten sonra uçaklar bölgeye gelecek, bu arada Baf’a doğru hareket eden Kocatepe Gemisi de Türk uçakları tarafından bombalanacaktı. Gemiye (Kocatepe) Baf’a hareket etmesi emrini kim vermişti? Niye “L172” Yunan Gemisi hiçbir engelle karşılaşmadan bütün gün bizi bombalamıştı ve niye bu gemiye doğru harekete geçen Kocatepe gemisi derhal batırılmıştı? Türkiye’deki hükümetin Kıbrıs’taki haber alma merkezleriyle teması niye kopuktu? Yoksa Baf düşmeseydi, Taksim de olmayacak mıydı? Bir tarafa Girne sunulurken, diğer tarafa da Baf mı sunulmuştu?
Kemal Yamak, kitabında Kocatepe’nin Baf açıklarında gizemli bir şekilde batırılmasından da söz etmektedir:
“Birinci harekatın üzücü iki olayı önümüze bomba gibi düşmüştü. Birincisi, aynı zamanda sınıf arkadaşım olan ve Harp Okulu’nda subay olarak da beraber çalıştığımız Albay Karaoğlanoğlu’nun şahadetiydi. Çok üzülmüştük. Hala da bu üzüntüyü yaşıyor ve kendisine rahmetler diliyoruz.
İkincisi, Deniz Kuvvetleri komutanı rahmetli Oramiral Kemal Kayacan’ın, Genelkurmay başkanının benim de bulunduğum odasına hışımla girişi ve Hava Kuvvetleri komutanına hitaben, “Nihayet başardık ve Kocatepe’yi batırdık paşam” şeklindeki sözleriyle haberdar olduğumuz anı, şok mu, yoksa irkilme mi diye isimlendirilmesi gerektiğini bilemediğim o meşum anı, hiç unutamıyorum.
Birinci Harekat’ın devamı sırasında, Sayın Başbakan Ecevit’in sık sık Genelkurmay Başkanlığı’na geldiğini, Genelkurmay Başkanı ve komutanlarla beraber olduğunu görüyordum. Bazen bu gelişlerinde kendilerini sık sık arayan ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’le telefon görüşmelerine de şahit oluyordum. Sayın Ecevit’in kişiliğinde sağlanan bu doğrudan görüşme ve diyaloğun, ne kadar önemli ve faydalı olduğunu ifade etmeliyim. Ben bunları duyup gördükçe, ABD temsilcisi Sisco’nun araya girmesi ile aradan çıkmış olmasının garkını düşünüyordum.
Düşündüğüm diğer husus, Henry Kissinger’in “sıcağı sıcağına tanzim teorisi”nin nasıl ve ne yönde uygulanacağıydı. Olay yerinde ısıtılmıştı; şimdi sıcağı sıcağına nasıl tanzim edilecekti?” (Yamak, 2006, 339-340)
ABD, öncelikle Darbeyi ve sonra da Türkiye’nin çıkarma hareketini ve Kıbrıs’a doğru orduların yönlendirilmesini önemsizmiş gibi geçiştirmekteydi:
“Ama ABD Dışişleri, Yuannidis’in Makarios’u devirmeye hazırlandığını gösteren bir dizi kanıtı görmezden gelen tek bir rapora göre davranmayı tercih etmişti. İstihbarat Seçilmiş Komitesine göre, daha sonra hazırlanan durum değerlendirme raporu, verilen güvencenin denenmemiş bir kaynaktan geldiğini gösteriyordu. Ancak analistler, darbenin fiilen ertelendiğine dair güvencenin “bizzat elebaşı olan Yuannidis’den” geldiğini söyleyerek, Washington’un darbenin arkasındaki adamın sözünden hareketle harekete geçmemeyi seçtiğini ima etmişlerdi. Kıbrıs Postası gazetesinde yayınlanan teyit edilmemiş bir haber, CIA’nın Makarios’a darbe planlarını günler öncesinden rapor ettiğini, Kissinger’in bu uyarılar karşısında “aşırı bir kayıtsızlıkla” davrandığını bildiriyordu. Uyarılardan haberdar olan Sovyetler de, ABD Dışişleri ile görüşerek, olası bir darbeyi önlemek için ABD ve İngiltere ile ortak hareket etmeyi önermişler ama teklifleri “sıcak karşılanmamıştı”. Daha sonraları Yuannidis ABD’nin vazgeçirmek bir yana darbeyi yapması için kendisini teşvik ettiğinde ısrar etti. Tasca bir CIA raporunda Yuannidis’in bir arkadaşına “Amerika’ya ve bana göre her şey yolunda “ dediğini görmüştü. Yuannidis’e yakın CIA ajanı olduğu söylenen Peter Koromilas, Yuannidis’le görüşmek üzere 15 Temmuz darbesinden hemen once Yunanistan’a gönderilmişti
(O’Malley & Craig, 2012,266-267).
Türkiye’nin Kıbrıs’taki Operasyonlarında ABD’nin Sessizliği
“…Tasca, doğrudan Kissinger’e gitmiş ve bir işgali önlemesi için 6. Filo’yu Kıbrıs ile Türkiye arasına yerleştirmesi konusunda ısrar etmişti. Ama Kissinger onu histerik davranmakla suçlamış ve susturmuştu. Temsilci Murphy meseleyi, “Türkiye’de hazırlanan işgal planları ve Kıbrıs’taki darbenin ardındaki baş komplocu ile CIA’nın yaptığı görüşmeler ışığında istihbaratımız işgalin geldiğini biliyordu ve bu bilgiyi kasıtlı olarak büyükelçimizden gizledik. Buradan işgali desteklediğimiz sonucuna varılabilir,” diyerek özetlemişti”(O’Malley & Craig, 2012, 285).
Baf açıklarında Türk Uçaklarınca Bombalanıp Batırılan Kocatepe Gemisi’nin batırılışını Tepkiyle Karşılayan Oramiral Niye Öldürüldü?
“Eskiden Cumhuriyet’ten sonra Hürriyet gazetesini de okurdu. Ama yakın dostu Çetin Emeç’in öldürülmesinden sonra gazeteyi eline her aldığında hüzünleniyordu. Hürriyet okumayı bırakmıştı neredeyse… Kahvaltısını tamamladıktan sonra çalışma odasına geçti. Hatıralarını yazmaya karar vermişti. Ama bir türlü başlayamamıştı. Yazmak için motive olamıyordu. Hem Çetin Emeç’in hem de Hiram Abas’ın öldürülmeleri derin izler bırakmıştı onda.
Öldürülmelerinden önce ikisiyle de ayrı ayrı bir araya geliyordu. Özel Harp Dairesi ve gizli ordular hakkında çok şey bildiğini düşünüyordu. Ne de olsa bu yapının varlığını ilk öğrenen isimlerden biriydi. Üstelik 1955’te Pentagon’da görev yaparken öğrenmişti. Ama Hiram Abas’ın anlattıklarından sonra daha derin, daha içeriden bilgilere sahip olmuştu.
En önemlisi devlet içindeki belli güç odakları, Emeç Ailesi’ne “Çetin Emeç’in yanlışlıkla öldürüldüğünü” söylemişlerdi. Üstelik bir de özür dilemişlerdi
Tüm bunları yazmayı düşünüyordu.
Tekrar salona geçtiğinde torunu ve damadı gelmişti. Torunları hiçbir zaman kendisini yalnız bırakmıyordu. Her gün ziyaretine geliyorlardı. Ev her gün kalabalıktı. Genç subayların, hatta üniversite öğrencilerinin kendisini ziyaret etmelerinden ve onlarla sohbet etmekten büyük keyif alıyordu. Bir iyilik yapmış olduğu veya nikah şahidi olduğu gençler gelir otururdu. Denizcilik konusunda da gelip fikir alanlar, danışanlar olurdu. Özellikle gençlere her zaman evi açıktı. Eşi Feriha’yı yormamak için kendi elleriyle misafirlerine kahve yapardı.
O günde yine eve telefon geldi. Telefondaki genç “iki arkadaşımla komutanımızı ziyaret etmek isteriz” diyordu. Telefona bakan torunumun eşi kendisine sorunca da “gelsinler” dedi. Eşi Feriha Hanım, son dönemde Adnan Ersöz, Memduh Ünlütürk gibi komutanların öldürülmeleri nedeniyle eve gelenler konusunda daha dikkatli olmasını istiyordu. Ama o hiç tehdit almamıştı. Hiçbir zaman sol bir örgütün hedef listesinde olabileceğini aklından geçirmemişti. Hatta sol örgütlerin 1970’li yıllardan bugüne kendisine sempatiyle baktığına inanıyordu.
Torunlarıyla birlikte olduğunda zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu. Yine akşam olmuş, karanlık çökmek üzereydi.
Telefon açan gençlerin söyledikleri saat de gelmişti. Eşinin mutfakta olduğu sırada kapı zili çaldı. Bu sırada saate baktı, 19.30’u birkaç dakika geçiyordu.
Kalktı, kapıya yöneldi. Genç konuklarının zamanında geldiklerini düşünerek kapıyı açtı. Açar açmaz da göğsüne yönelmiş silahların namlusuyla burun buruna geldi. Ne yapacağını, ne diyeceğini düşünecek zaman bulamadan, silahların namlusundan çıkan ilk kurşun göğsüne saplandı….Sonra ikincisi ve ardından üçüncüsü…
Kurşunların ikisi göğsüne, biri de omzuna saplanmıştı. Kapıya tutunmaya çalıştı. Başaramadı. Kapının eşiğine yığıldı.
Komutan, düştüğü yerden bir daha kalkamadı.
Eşi mutfaktan koşup geldiğinde son nefesini vermişti.
Saldırganlar üç kişiydi. Birisi apartman kapısında gözcülük yaparken diğer ikisi dördüncü kattaki daireye çıkmıştı. Kapının üzerindeki gemi maketini gördüklerinde Kayacan’ın evinin burası olduğundan emin olmuşlardı.
Kayacan, devlet erkanının katılımıyla Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.
Ama herkesin kafasındaki tek bir soru vardı: “Neden Kemal Kayacan?”
Çünkü hiçbir örgütün, hele de sol örgütün hedefinde olabilecek bir kişi değildi.
Yoksa 1955 yılında Deniz Ataşesi, olarak Pentagon’da görevli olduğu dönemde varlığını öğrendiği, 12 Mart 1971 darbesinin ardından ve Kıbrıs Harekatı sırasında daha çok bilgi sahibi olduğu gizli ordu hakkında bildiklerini yazmasını engellemek için mi öldürmüşlerdi?” (Kılıç, 2007, 13-16).
Oramiral Kayacan gibi 1974 yılında MİT müsteşarlığı yapan Emekli Oramiral Bahattin Özülker’in de, bir otel odasında kalp krizi geçirdiği iddiasıyla ölü olarak bulunması da şüphelerle doludur ve öldürüldüğü şeklinde iddialar da vardır (Kılıç, 2007, 207). Kontrgerilla ekibinin deşifre olduğu dönem 12 Mart 1971 Darbesi sırasında Ziverbey Köşkü’ndeki işkenceler sırasındadır.
TÜRKİYE SAVAŞ HAZIRLIKLARINA GİRERKEN
Kıbrıslırum araştırmacı Makarios Druşotis de aynı konular üzerinde durup, Türkiye’nin daha darbe öncesinden hazırlıklarına başladığını araştırmalarında yansıtmıştır. Ona göre Türkiye savaş hazırlıklarına girişmiş, artık harekata girişmeye hazır duruma gelmişti 39. Tümen çıkarma tatbikatlarını Kıbrıs’a yönlendirmişti. Druşotis şöyle demektedir:
“Bu arada Türkiye savaş hazırlıklarına girdi, artık Kıbrıs’a saldırmaya hazırdı. Girne’deki Yunan KYP’sinin şefi durumundaki teğmen Alexandros Simeoforides’in bir Yunan araştırma komitesinde verdiği ifadedeki gibi, Türkiye-NATO’ya katılmayan ve Türk ulusal ordusunun bir kısmını oluşturan- 39. Tümenin tertiplendiği zamandan beri Kıbrıs’ı hedeflemişti. Simeoforides’e göre, 1974 Nisan ve Haziran arasında aniden üst rütbeli subayların kullandığı savaş uçakları uçmaya başlamış, bunların düşük rütbeli subaylarına uçaklar sadece eğitim amacıyla verilmeye başlanmıştı. Tümen her yaz Mersin’den yola çıkarak Antakya yöresine çıkarma tatbikatları yapıyordu. 39. Tümenin tatbikatları tamamlandığında-sanırım 15 Haziran’da- erlerden generallere kadar tüm izinler kaldırılmıştı (…) Temmuzda (…)sadece 39. Tümen değil bütün ordu alarma geçmişti”
( Druşotis, 2006, 328).
KAYNAKÇA
Yamak, Kemal (2006) Gölgede Kalan; İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, İstanbul.
Kılıç, Ecevit (2007) Özel Harp Dairesi-Türkiye’nin Gizli Tarihi, Güncel Yayıncılık, İstanbul.
O’Malley, B. & Craig, I. (2012) Amerika, Casusluk ve İşgal-Kıbrıs Komplosu, Kalkedon - Khora, İstanbul.
Druşotis, M. (2006) Kıbrıs, 1970-1974-Eoka B, Yunan Darbesi ve Türk İstilası, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa.
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 23.6.2019)