Kayıplar Komitesi’nde yeni dönem…
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyeliğine emekli diplomat Hakkı Müftüzade getirildi…
2021 yılı Kayıplar Komitesi için yeni bir dönem olacak… Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üyesi Gülden Plümer Küçük’ün sözleşmesinin yenilenmemesi ardından bu göreve emekli diplomat Hakkı Müftüzade’nin atanmış olduğu öğrenildi. Böylece Kayıplar Komitesi’nin yeni Kıbrıslıtürk Üyesi, Hakkı Müftüzade olacak. 1996-2001 yılları arasında Londra Temsilcisi olan, daha sonra ise Cumhurbaşkanlığı Siyasi İşler Özel Danışmanlığı görevinde bulunan emekli diplomat Hakkı Müftüzade’yle birlikte, üye asistanlıklarına kimlerin getirileceği de tartışılıyor.
ASİSTANLIK, STRATEJİK BİR GÖREV…
Kayıplar Komitesi’nde üyelerin normalde ikişer asistanı bulunuyor. Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslırum üyesinin halen iki asistanı var ancak Kıbrıslıtürk üyenin uzun zamandan beridir tek bir asistanı vardı, ikinci asistan için ise herhangi bir görevlendirme yapılmamıştı. Sözleşmesi yenilenmeyen Gülden Plümer Küçük’ün asistanlığını yapan Mine Balman’ın da sözleşmesi yenilenmemişti. Dışişleri Bakanlığı’ndan atanan ikinci bir asistanın yeri de uzun zamandan beridir boş bulunmaktaydı. Daha önce bu görevde Dışişleri Bakanlığı’ndan Ahmet Erdengiz, ondan sonra da Murat Soysal bulunmuştu. Dışişleri Bakanlığı’ndan Havva Ülgen de kısa süreliğine bu görevde bulunmuş ancak bu görevden ayrıldıktan sonra, buraya başka herhangi bir atama yapılmamıştı. Bu görevlere de yeni görevlendirmelerin yapılması bekleniyor. Böylelikle Kayıplar Komitesi’nde yeni üye ve yeni asistan veya asistanlarla birlikte yeni bir dönem başlayacak…
Aslında Kayıplar Komitesi’nde asistanlık görevi, son derece önemli bir görev çünkü Kayıplar Komitesi’nde üyelerin tabir yerindeyse “sağ kolu” onlar… Üye asistanları, yapılması gereken işleri koordine ediyorlar, işleri pişirip kotarıp üyelerin önüne götürüyorlar ve ayrıca koordinatörlerden aldıkları bilgileri üyelere, üyelerden veya dıştan gelen bilgileri de koordinatörlere ve diğer çalışanlara aktarıyorlar. O nedenle son derece stratejik bir öneme sahip bir görev bu…
KOORDİNATÖRLER
Kayıplar Komitesi’nde koordinatörler de önemli görevler yapıyorlar. Halen Kayıplar Komitesi’nde sekiz koordinatör bulunuyor – bunlardan dördü Kıbrıslıtürk, dördü de Kıbrıslırum üye tarafından atanıyor.
Halen Kayıplar Komitesi’nde yürütülen kazılar için iki tarafın atadığı, biri Kıbrıslıtürk, biri Kıbrıslırum birer kazılar koordinatörü, araştırmalar için birer araştırma koordinatörü, laboratuvarda yürütülen genetik analizler için birer kimliklendirme koordinatörü ve laboratuvardaki antropolojik analizler için de birer laboratuvar koordinatörü bulunuyor.
Koordinatörler, Kayıplar Komitesi’nin kazı ve kimliklendirme çalışmalarını koordine ediyorlar ve oldukça aktif görevler yürütüyorlar.
EMEKLİ DİPLOMATLAR YÖNETİMDE OLACAK…
Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk Üyesi Hakkı Müftüzade, emekli bir diplomat. Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslırum Üyesi Leonidas Pandelidis de emekli bir diplomat… O da bu göreve iki yıl kadar önce, Nestoras Nestoros’un sözleşmesinin yenilenmemesi sonucunda getirilmişti. Böylece iki emekli diplomat olan Hakkı Müftüzade ile Leonidas Pantelidis, Kayıplar Komitesi’nde yönetimde olacaklar… Kayıplar Komitesi’nde Birleşmiş Milletler kanadını temsilen “Üçüncü Üye” sıfatıyla da Paul Henri Arni bulunuyor… Bu üçüncü üyenin atanması ise Uluslararası Kızılhaç Komitesi tarafından yapılıyor.
KAZILARA 10 OCAK 2021’E KADAR ARA VERİLDİ…
Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde ve güneyinde, iki toplumlu kazı ekipleriyle yürütmekte olduğu ve gerek 1963-64, gerekse 1974’te “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin arandığı kazılara 10 Ocak 2021 tarihine kadar ara verildiği öğrenildi.
Kayıplar Komitesi çevrelerinden edindiğimiz bilgilere göre, bunun nedeni Kıbrıs’ın güneyinde, 10 Ocak 2021 tarihine kadar Kıbrıslırum makamlarının COVID-19 koronavirüsüne karşı aldığı önlemler çerçevesinde kamu görevlilerinin ve özel sektörün de evden çalışmalarının kararlaştırılması. Böylelikle iki toplumlu niteliğe sahip kazı ekiplerindeki arkeologlar ve antroplogların da, laboratuvarda analizleri yürüten bilim insanlarının da kazıları ve analizleri birlikte yürütmeleri mümkün görünmüyor.
Kıbrıs’ın güneyinde COVID-19 vakalarında patlama yaşanıyor olması nedeniyle böyle bir önlem alınarak kamu görevlilerinin 10 Ocak 2021 tarihine kadar evden çalışmaları kararlaştırılmış bulunuyor ve bu durum kazı sürecini de etkiledi.
YILIN SON GÜNLERİNDE BAZI KALINTILARA ULAŞILDI…
Kayıplar Komitesi’nin 2020 yılında gerek koronavirüs nedeniyle kazı sürecinin oldukça aksaması, gerekse kazılarda fazla bir sonuca ulaşılmaması, yılın son günlerinde azıcık değişti ve Lefkoşa-Girne yolunda Boğaz bölgesinde yürütülmekte olan ve daha önce bazı insan kalıntılarının bulunduğu kazıda, yeni bir kalıntıya ulaşıldığı öğrenildi. Yılın son günü gelen bu sevindirici haber, bir araştırma görevlisinin bir vatandaşı ikna ederek, bir zamanlar avlanırken bu bölgeden almış olduğu bir kafatasının tam olarak nereden aldığını göstermesi ardından bu bölgede kazı başlatılmasıyla gerçekleşti. Ancak kazılara 10 Ocak 2021’e kadar ara verilmesi, bu alanda şu an için daha ileri kazıların yapılmayacağı anlamına geliyor. Kazılar yeniden başladığı zaman, buradaki kazıya da devam edileceği anlaşılıyor…
“Lordo’nun un değirmeni...”
Artun Gökşan Lurucinalı
Anneminan babamın kardeşlerinin hepsi İngiltere’ye göç etmiş, köyde bir tek babamın kızkardeşi Meral halam kalmıştı. O da İngiltere’ye okumaya gitmiş, ama eğitimini tamamlayınca geri köye dönmüştü.
Babamın diğer üç kardeşi, annemin de iki kızkardeşi ile beş kardeşinin hepsi İngiltere’ye kaçmışlardı. Köyde kalan bir tek anneminan babam olduğu için, ben de ailenin köyde kalan en büyük torunu olduğum için, işlerin çoğu bana verilirdi.
Ne zaman değirmene gidip buğday öğütmek gerekirse, ben torbayı sırtıma atacak, değirmenin yolunu tutacaktım. Değirmen uzakta değildi. Köyün içinde, Kafa mahallesine doğru giderken Kooperatif Bakkaliyesi’nin yanındaydı.
Değirmene sabah erken gidip sıraya girmek gerekirdi. Değirmen galiba hergün çalıştırılmazdı. Değirmenin sahibi Hasan Lordo amcaydı. Hatırladığım gadar Lordo amca kısaboylu, göbekli, şakacı, konuşkan bir adamıdı. Değirmene gelip un çıkarmaya çalışan müşterilere yardım eder, herkesin sırayla öğütmesine yardımcı olurdu.
Değirmene giriş yan tarafta bulunan büyük garaj kapısı gibi olan koca kapıdan yapılırdı. O kocaman kapıyı büyük bir gürültüyle açan Lordo amca, sırada bekleyenlere günaydın der, kapıları duvara dayayıp taşlarla güvene alırdı. Zaman zaman eşek arabalarına ya da traktör gaşalarına yüklü öğütülmek istenen buğdayları bu büyük girişten içeriye alırlardı.
Değirmen çalışmaya başlayınca, çıkan gürültüden herkes yüksek sesle konuşmak zorunda kalıyordu. Herkes biribirini ancak o şekilde duyabiliyordu. Değirmen motoru çalıştırıldıktan, yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık yarım saat sonra öğütmeye geçilirdi. Motorun ısınması ve değirmenin hazırlanması gerekirdi.
Değirmenin orta kısmında büyük koni şeklinde demir konteyner vardı. Buğdaylar bunun içine dökülür, arkada sanırım lambasuyuynan çalışan motor tarafından döndürülen çarklar, koninin içindeki buğdayları aşağıya çekip öğütür, un koninin çıkış ağzına bağlanan torbalara boşalırdı. Büyük koninin yan alt tarafında bulunan cam pencerecikden içindeki buğdayın bittiği ya da bitmek üzere olduğu görünürdü.
Sanırım büyük koninin yan tarafında ikinci ve daha küçük bir koni daha varıdı. Bir konide sert buğdaylar, obirinde yumuşak buğdaylar mı öğütülürdü, yoksa birinde un, obirinde bulgur mu çıkarılırdı tam hatırlamam.
Lordo amca, herkesin öğüttüğü miktarı büyük bir ustalıkla kontrol ederdi. Ne kadar buğday öğütülecekse, o buğdayı koniye bağlı merdivene çıkıp koninin içine döker, elindeki tahta ile koniyi karıştırır ve cam pencerecikden buğdayın istenen seviyeye indiğini görünce, torbaya dökülen unun kapağını kapatır, bir sonraki müşterinin torbasını ağıza yerleştirip onun buğdayını koniye dökerdi. Böylece herkes sırayla ununu alır, öğütme parasını öder, evinin yolunu tutardı.
Değirmene gitmek hoşuma giderdi. Orada toplanan benden büyüklerin anlattıklarını sessizce dinler, sıram gelince öğütülmüş unumu alır, Lordo amcaya parasını öder, teşekkür edip neneme giderdim.
Lordo amcanın son dönemlerinde hasta olduğunu, sanırım gırtlak kanseri nedeniyle gırtlağından ameliyat olduğunu ve konuşmakta oldukça zorlandığını, sesinin çok farklı çıktığını oldukça iyi hatırlarım. O zaman dediklerine göre, Lordo amcanın boğazına boru takılmıştı.
Lordo amca rahmetli olduktan sonra, sanırım değirmen bir süre evlatları tarafından çalıştırıldı. Ama daha sonra bakkallara hazır un, bulgur ve farina gelmeye başlayınca değirmenin miadı da dolmuş oldu.
Bugün Lurucina’ya giderseniz, 2010 yılında çektiğim bu fotoğrafta görüldüğü gibi, kapalı duran Kooperatif Bakkaliyesi’nin yanındaki yıkılmış, yerle bir olmuş değirmen binasında, sadece değirmen ana mekanizması ile konisinin öylece orada durduğunu görürsünüz.
Evet herşeyin inadına o değirmen kalıntısı orada duruyor. O değirmen konisinin; torbalarca buğdayı una çevirdiğine, yüzlerce insanın anılarına ortak olduğuna, şahitlik ettiğine inanmak zor gelse bile.
(ZİZZİRO MİZAH GAZEDDASI – Artun Gökşan Lurucinalı – 27.12.2020)
“Nefret söylemine karşı söylem geliştirmeliyiz...”
Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ‘Uluslararası Nefret Söylemi ve Ayrımcılık Konferansı’ 11-12 Aralık tarihlerinde, çevrimiçi olarak yapıldı. Konferans aracılığıyla dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde nefret söylemi, medya, ayrımcılık gibi alanlarda çalışan araştırmacılar, sivil toplum çalışanları, avukatlar, öğrenciler ve akademisyenler internet üzerinden bir araya geldi.
Konferansta 11 panelde toplam 26 bildiri sunuldu. Konuşmalarda ağırlıklı alarak nefret söyleminin yaygınlaşmasına vurgu yapıldı ve nefret söylemine karşı, kutuplaştırıcı olmayan güçlü bir karşı söylem oluşturma gerekliliğine dikkat çekildi.
“Ülkenin de toprağın da bereketi kaçıyor”
Konferansın birinci gününde, Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, ayrımcılık, ırkçılık ve nefret söylemiyle mücadelenin önemini vurgulayarak konferansa katılanları karşıladı.
Rakel Dink Hrant Dink’in de nefret söylemine maruz kaldığını hatırlatarak şunları söyledi: “3 yıl boyunca hedef haline getirildi. Nefret söyleminin hedefi olarak yaşadı. Nefret söylemi maalesef dünyada yükseliyor. Kutsal Kitap (Yakup 3: 5-11) der ki ‘İnsan soyu her hayvanı evcilleştirmiştir ama dili hiçbir insan evcilleştiremez. Övgü ve sövgü aynı ağızdan çıkar”
Rakel Dink şöyle devam etti:
“Sanki öldürdüklerini üzerinde tepiniyorlar. Her zaman adalet sistemi onlardan yana oldu. Sivas, Madımak, Suruç, Ankara Garı gibi nice olaylar var. Ülkenin de toprağın da bereketi kaçıyor. Nefret ve ayrımcılık büyük kötülüktür. Devamı şiddet ve cinayettir. Nefret ve şiddetten uzak bir dünyamız olsun. Pandemi, yaşamın kırılganlığını bir kez daha yüzümüze vuruyor.”
Kapanış konuşması: Nefret söylemi bir duygu mudur?
Panelin kapanış konuşmasını, eleştirel söylem analizi kuramcısı ve nefret söylemi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Teun A. van Dijk yaptı
Çalışmalarında tarih boyunca nefret söyleminin ve ayrımcılığın nasıl devam ettiğine baktığını söyleyen van Dijk, insanların nefret söylemlerine nasıl direndiğini ele aldığını belirtti.
Van Dijk “İnsanlar geçmiş boyunca bu söyleme nasıl direnmişler? Bu çok önemli bir konu ve buna da bakıyorum. Umuyorum ki bu çalışmalar dünya çapında nefret söylemine direnişe de katkı sağlar” dedi.
Nefret söylemi kavramının çok popüler bir kavram olduğunu söyleyen van Dijk şöyle konuştu:
“Nefret söylemi bir duygu imiş gibi algılanıyor. Bununla ilgili şu yorumu yapmak istiyorum. Nefreti başka duygular gibi vücuda gelmiş hislerin sosyo-kültürel inşası olarak düşünürsek o zaman burada yorumlamalar neşe, mutluluk gibi duygularla bağdaştırılarak yapılacaktır. Sanki herhangi bir duyguymuş gibi. Aslında hisler vücudumuza bağlıdır. Nefret duygusu vücuda gelmiş bir duygudur.
Ama burada aslında bir kişinin başkasından nefret etmesinden değil, kolektif bir konudan söz ediyoruz. Burada daha çok üstünlükten, tahakkümden bahsediyoruz. Yine kolektif bir şey olarak nefretten bahsedebilir miyiz sorusunu sormak istiyorum. Mesela, kolektif his olabilir mi? Duygu olabilir mi? Bir çok durumda gerçekten birçok kişi aynı hisse sahip olabilir. Ama grup olarak baktığımızda aynı duyguyu taşıyabilirler mi? Ben bunun böyle olamayacağını düşünüyorum. Bir grubun bir vücudu yok ve bu yüzden bir his paylaşılamaz. Paylaşılabilir olan bir inanç olabilir, bilgi olabilir, tutum olabilir. Fakat şu çok tuhaf; tüm bir grup, her bir üyesi aynı hisse sahip!
Pandemiyi düşünecek olursak, karşılaştırma yapacak olursak, birçoğumuzun benzer hastalığı olabilir. Fakat grup olarak hasta mıyız? Bunu söylemek tuhaf olur. Sürekli nefret etmek... Bunu söylemek tuhaf. Bunun olabileceğini düşünmüyorum. Birçok kişi ‘Trump’tan nefret ediyorum’ diyor. Sürekli sabit olarak mı nefret ediyorlar? Vücutlarında bununla ilgili sürekli heyecan mı yaşıyorlar? Nefret, bence biraz daha ortak inançlarla ilgili. Bir grupla ilgili, olumsuz fikirlerle ilgili. Ve fikirler ve görüşler kalıcı olabilir. Nefret söyleminden bahsederken aslında nefret konusundan değil; insanlarla ilgili ortak paylaşılan bir grup görüşünden bahsediyoruz. Tabii ki bahsettiğimiz söylemlerden birçoğu, aslında belli bir durumda duygusal bir şekilde birçok kişi tarafından aynı durumda ifade edilebilir. Fakat, bir grup olarak ‘bu grubun hissi bu’ diyemeyiz.. O yüzden şunu söylemek istiyorum; nefret söylemi konusu aslında kritik bir kavram olarak çok güçlü fakat hislerle ilgili mi, zannetmiyorum.”
(AGOS - 18.12.2020)