Kayıplar Komitesi’ne Kondea’da olası bir gömü yeri gösterdik…
Dün, Kıbrıslıtürk okurlarımızın yardımları sonucu toparladığımız bilgilerden hareketle, Kayıplar Komitesi araştırma görevlisi Sıla Murat’a, Kondea (Türkmenköy) kavşağı yanında olası bir gömü yeri gösterdik.
Zeytinliklerin yanından geçen bir hendek varmış ve hendeğin sonuna doğru buraya bir Kıbrıslırum “kayıp” 1974’te öldürülerek gömülmüş…
Okurlarımız, sözkonusu “kayıp” şahsın Nikolas Lingis olduğuna inanıyorlar.
Daha önce de bu noktanın ilerisinde bir başka hendeği bir Kıbrıslıtürk okurumuz Nikolas Lingis’in olası gömü yeri olarak göstermiş ancak uzun yıllar sonra burada yapılan kazılarda herhangi bir bulguya rastlanmamıştı.
Dün göstermiş olduğumuz yerle ilgili olarak Kayıplar Komitesi’nin işi kolay görünüyor çünkü 1974’ten hava fotoğraflarına ulaşabiliyorlar ve bu bölgedeki bütün hendeklerin o günlerdeki şeklini ve tam olarak nereden geçtiğini rahatlıkla bulmaları mümkün…
Yıllar önce bu sayfalarda Ahnalı “kayıp” Nikolas Lingis’in öyküsünü kaleme almış, oğluyla da bir röportajımıza yer vermiştik.
Umarız Kayıplar Komitesi bu yeni ek bilgileri değerlendirir…
Bu konuda bizden yardımlarını esirgemeyen okurlarımıza ve bizimle bu alana gelen Kayıplar Komitesi araştırma görevlisi Sıla Murat’a çok teşekkür ederiz…
*** OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
“Lingis’i gömenlerden biri saatini, biri de yüzüğünü almıştı…”
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Ahnalı Nikolas Lingis’i Kondea (Türkmenköy) civarında bir hendeğe gömen iki şahıstan birisi yüzüğünü, diğeri ise saatini almıştı.
Onu gömen bu iki şahıstan birisi genç yaşta vefat etti ancak diğeri halen ….. köyünde yaşamaktadır. Gömü yerini tam olarak bilmektedir. Ancak kendisini bu konuda ziyarete giden ve gömü yerini soran bir görevliyi yanından kovmuştu işittiğimiz kadarıyla…
Nikolas Lingis’in hikayesini yıllar önce bu sayfalarda yazdıydınız, hatta oğluyla da röportaj yaptıydınız.
Benim da bildiğim kadarıyla olay şöyle olmuştu:
Nikolas Lingis, 1974’te savaştan sonra askeri bölge haline gelen Ahna köyüne kendi evine gidip gelmeye devam etmekteydi… Kendisinin yanında çalışan bir Kıbrıslıtürk vardı civar köylerden birisinde… Bu Kıbrıslıtürk’ü, Lingis’i Ahna’da tutuklayıp Türk tarafına getirmek için oraya göndermişlerdi ancak sözkonusu Kıbrıslıtürk “onu bulamadım” demişti. Sonuçta üçüncüsünde “Ya Nikola’yı bize getirecen, ya da seni vuracayık” diye tehdit alınca Ahna’ya gitmiş ve Lingis’i getirmeye çalışmıştı…
Türk tarafındaki bazı yetkililerin Lingis’i kuzeye getirmek istemelerinin gerekçesi ise “bir iki askeri ayağından vurduğu” gerekçesi idi.
Sonuçta bu Kıbrıslıtürk Lingis’i yaraladı ama canlı olarak kuzeye getirdi.
Ahna’da bulunan Lingis’in oğluna da “Al anneni da git” demiş…
Sonra Lingis öldürüldü ve Kondea civarında bir hendeğe gömüldü.
Onu gömenlerden birisi işte onu kuzeye getiren Kıbrıslıtürk idi ve …. köyünde yaşayan size sözünü ettiğim Kıbrıslıtürk idi ve bunlar kendi aralarında Lingis’in yüzüğünü ve saatini paylaştılardı.
Onu gömdükleri yer de, Lingis’in savaş nedeniyle kendi şirosuyla kazdığı hendeklerden biriydi…
Lingis sağcı bir adamdı – onu savunmak için anlatmadım size bunları… Ama hiç bir insanın – görüşü ne olursa olsun – gelişigüzel biçimde öldürülüp “kayıp” edilmemesi gerektiğine inanırım. Ve “kayıplar” konusundaki çalışmalarınıza bir katkı da ben yapmak istedim çünkü gömü yeri bulunan her bir “kayıp”, başka “kayıplar”ın da bulunmasının yolunu açar… İki taraftan insanlar bildiklerini gizlerlerse, bu yaralar asla kapanmayacak ve bu kanayan yaralar da yurdumuza barışın gelmesinin önünde hep bir duvar gibi dikilecektir… İki toplumun da yaralarının sarılması, geçmişte yaşanmış olanların öğrenilip bunlardan ders çıkarılması ve gelecekte böyle olayların yaşanmaması için gerçeklerin yarım yamalak değil tam olarak bilinmesi gereklidir.”
Bu okurumuza paylaştığı bu bilgiler nedeniyle teşekkür ederiz…
AGOS
“Bir Cumartesi Annesi daha ayrıldı dünyadan: Elmas Eren’in ardından…”
Yetvart Danzikyan
Oğlunun kemiklerine, mezarına kavuşamadan, sorumluların hesap verdiği göremeden ayrıldı bu dünyadan Elmas Eren. Mıh gibi kalbimize işleyen bir ayrılık daha.
Faruk Eren ile uzun yıllar çeşitli haber merkezlerinde birlikte çalıştık. Hala da görüşürüz. Dünya iyisi bir arkadaş oldu hep. Benden biraz büyük. Tanıdıktan biraz sonra 1980 yılında gözaltında kaybedilen ve işkence ile öldürülen Hayrettin Eren’in kardeşi olduğunu öğrenmiştim. Bundan, bazen derinleşen sohbetlerimizde bahsederdi. İçindeki yaranın ne kadar büyük olduğunu ve hiç kapanmayacağını, ama bunu olabildiğince kendi içinde yaşadığını zaman içinde anlamıştım. Faruk zaman zaman ailesinden ve annesi ile ablalarının (ve elbette kendisinin) Cumartesi Anneleri eylemlerine katıldığından da bahsederdi. Faruk’u tanıdıktan sonra annesi Elmas Eren’in oturma eylemlerindeki fotoğraflarına daha bir dikkatle bakmaya başlayıp, kendimce o acıyı daha yakından anlamaya çalıştım hep.
Hayrettin Eren 1980 öncesi devrimcilerinden. 1980 yılında gözaltına alındı ve kaybedildi. Ailesi yıllarca onu aradı. Aynı ya da yan hücrede olanlardan bazıları, onun işkencede ölmüş olabileceğini söylediler. Ama aile, her Cumartesi Ailesi’nin yaptığı gibi onu aramaktan, talep etmekten vazgeçmedi. Devlet almıştı onu ve devlet sağ salim geri vermeliydi.
Devlet direndi. Hala da direniyor. Geri vermediği gibi, mezarlarının yerini bile söylemedi, o gençlerin kemiklerini bile ailelerinden esirgedi. Yargılanmadılar, hesap vermediler. Ve o ilk kuşak Cumartesi Anneleri çocukların mezarlarına, kemiklerine kavuşamadan ne yazık ki yavaş yavaş aramızdan ayrılıyor. 2013 yılında Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Kırbayır’ı kaybetmiştik. Ailesi ve yol arkadaşları 20 Ağustos’ta ise Elmas Eren’i uğurladı. Oğlunun kemiklerine, mezarına kavuşamadan, sorumluların hesap verdiği göremeden ayrıldı bu dünyadan Elmas Eren. Mıh gibi kalbimize işleyen bir ayrılık daha.
Onunla vedalaşmak için en iyi yol belki de oğlu Faruk Eren’in satırları. Faruk bu yılın başlarında bir kitap yazdı. İsmi “Kayıp Bir Devrimin Hikayesi/ Bir Zamanlar Hasköy’de” (İletişim Yayınları) Faruk Eren bu kıymetli kitabında hem 1980 öncesi Hasköy’deki siyasi havayı, hem ağabeyi Hayrettin (Hayri) Eren’in güçlü bir portresini, hem de kendisi ve ailesinin Hayrettin Eren’i arama çabalarını çok içten ama vurucu bir dille anlatıyor. Burada sözü Faruk’a bırakıyorum. Faruk Hayrettin Eren’in kaybolmasından sonraki süreci şu sözlerle anlatmıştı:
“Burada biraz ailemin ruh halinden de bahsetmek gerekiyor. Annem hiç ağlamadı mesela bizim yanımızda. En güçlümüz hep oydu. Hani ‘Kan tükürür, kızılcık şerbeti içtim’ derler ya, öyle güçlü bir kadın. Ve bizim de güçlü durmamızı istiyordu. Bir yandan oğlu için koşturuyor, bir yandan da evi çekip çeviriyordu. Her sabah en erken kalkanımız oydu. Hala öyle. Kendisini oyalamak için örgü yaptı. Harikalar yarattı şişlerle. Babam da ilk gün hariç hiç ağlamadı yanımızda. Çerkes’iz, ‘haynape’ yani ayıp, başkalarının yanında ağlamak. Ama çok sevdiği rakıyı kahır gibi içmeye başladı.”
Yıllar sonra başlayan Cumartesi Anneleri’nin ilk dönemlerini ve Elmas Eren’in bu oturma eylemlerine nasıl katılmaya başladığını da yine Faruk’un satırlarından okuyalım:
“Beşinci haftaydı sanırım ilk kez gittiğimde. Sonra sıkça.. Haklı olarak annemin de gelmesini istiyorlardı. Ama çilekeş annem felçli kayınvalidesine bakıyor ve evden dışarı çıkmıyordu. Annem, abimin gözaltına alınışının yıldönümünde geldi ilk kez. 1995’in Kasım’ında. Yan yana oturduk. Hani yukarıda ‘Annem bizim yanımızda hiç ağlamadı’ dedim ya. Galatasaray’da kendisi gibi evladını kaybetmiş onlarca kadını görünce hüngür hüngür ağlamaya başladı. Çok utandım. Uluorta annemi ağlatan, anneme bu acıları çektirenlerden hesap soramamaktan.
Annem daha sonra fırsat buldukça Galatasaray’a geldi. Bir hafta kilometrelerce öteden, Arjantin’den konuklarımız geldi. Plaza de Mayo Anneleri, bizimle birlikte Galasaray’da oturdu.”
Cumartesi Anneleri/İnsanları polis şiddeti nedeniyle 1999 yılında ara vermişlerdi Galatasaray Meydanı’ndaki oturma eylemlerine. Sonra yeniden başladılar. Ama geçen yıl İçişleri Bakanlığı tekrar yasakladı Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda oturmasını. İyisi, o süreci de Faruk Eren’in kaleminden okuyalım ve öyle veda edelim Elmas Eren’e..
“Bu kitabı yazarken Cumartesi Anneleri 700. Eylemlerine hazırlanıyordu. O Cumartesi günü büyük bir şiddet uygulandı. Alanımız işgal edildi, dövüldük, gözaltına alındık. Artık Galatasaray’da değiliz. İHD İstanbul Şubesi önünde yapılıyor açıklamalar. Ama Cumartesi Anneleri, kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları adalet arayışında ısrarlı. Kayıpların akıbetleri açıklanana, faillerden hesap sorana kadar vazgeçmeyecekler eylemlerinden, Galatasaray’dan da..”
(AGOS - Yetvart Danzikyan – 22.8.2019)
Faruk Eren ve annesi Elmas Eren, Hayrettin'in Eren'in fotoğrafıyla birlikte bir Cumartesi Anneleri eyleminde…