“Kayıplar”ın izinde, Lefkonuk ve Bladan’da…
Kayıplar Komitesi’ne Lefkonuk ve Bladan’da bazı olası gömü yerleri gösterdik…
12 Nisan 2019 Cuma günü, Kayıplar Komitesi araştırma görevlileri Sıla Murat ve Romanos Liritsas’la birlikte sabah erkenden, Lefkonuk’ta (Geçitkale) bir şahidimizi görmeye gidiyoruz…
Bu şahidimiz, yıllardır bize bölgede “kayıplar”la ilgili yardım etmeye çalışıyor…
Yıllar önce bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bir kuyu göstermişti – bu kuyuyu su kuyusu olarak kullanmak istediğinde ve kuyuyu temizlemeye çalıştığında, içinden kemikler çıkmıştı…
Bu kemikleri o dönemin itfaiyesinde ve polisinde çalışan bir kısım Kıbrıslıtürk boşaltarak toprakla birlikte torbalara doldurmuşlar ve bunları başka bir yere götürüp atmışlardı…
Bu kuyuyu birkaç kez Kayıplar Komitesi’ne göstermiştik ancak aradan yıllar geçmesine ve bu bölgede başka kazılar yapılmış olmasına karşın, nedense bu kuyuya sıra gelmemişti…
İşte 12 Nisan Cuma günü, tekrardan bu kuyuyu göstermeye gidiyoruz…
17 Şubat 2011’de hem bu kuyuyu, hem de karşısındaki araziyi o dönemin Kayıplar Komitesi yetkilileri Ksenofon Kallis ve Murat Soysal’a göstermiştik ve o gün göstermiş olduğumuz diğer olası gömü yerleriyle ilgili yazdıklarımız da bu sayfalarda yayımlanmıştı…
Aradan sekiz yıl geçmiş bulunuyor ve bir kez daha Lefkonuk’tayız…
Okurumuzla birlikte yazlık sinemanın yanındaki kuyuyu bulmaya gidiyoruz… Otlar insan boyunu geçmiş, bu yüzden başlangıçta kuyuyu göremiyoruz ama kısa süre sonra şahidimiz, kuyuyu bize gösteriyor…
1974 sonrası Lefkonuk’ta yazlık sinemanın bulunduğu köy girişinde bir mozaik fabrikası kurulunca, mozaik yapmak için çok su gerekmiş… Mozaik fabrikası devletten kiralanan bu arazide 1986 yılında kurulmuş ve su gerekince, sinemanın hemen yanında bulunan bu kuyuyu temizleyerek mozaik işinde suyu kullanmak istemişler. Ancak kuyuyu temizlerken bazı kemiklere rastlamışlar… Bunun üzerine polisi bilgilendirmişler… Polis olaya el atmış ve Lefkonuk’ta itfaiyede çalışan bazı Kıbrıslıtürkler ve bazı polisler kuyuyu temizlemişler… Kuyudan boşalttıkları toprakları torbalara doldurarak, Lefkonuk dışında Çınarlı’ya (Bladan) giden yolda dere yatağındaki kamışlıklara götürmüşler ve torbaları oraya bırakmışlar…
Okurumuz Kayıplar Komitesi yetkililerine bu konuda ayrıntılı bilgi veriyor ve daha sonra da hep birlikte Bladan’a doğru yol alıyoruz…
Ancak ondan önce yazlık sinemanın karşısında bulunan antenin yanındaki alana da dikkat çekiyor okurumuz…
Bu alanla ilgili yıllardır bize burasının bir olası gömü yeri olabileceği hakkında duymuş olduklarını anlatıyor…
Buraya bazı “kayıplar”ın gömülmüş olabileceğini, ardından bölgeden toplanan bazı arabaların buraya yığıldığını, arabaların bu “kayıplar”ın gömü yerini gizlemek üzere buraya yığılmış olduğunu duymuş okurumuz… Bize bu alanı gösteriyor… Sonra birlikte Lefkonuk-Bladan yoluna gidiyoruz…
Lefkonuk’tan Bladan’a giden yol üzerinde, köprüyü geçtikten sonra sola dönülünce, sözkonusu dere yatağını ve kamışlıkları gösteriyor bize okurum… Sola döndüğünüzde toprak bir yol var ve okurum “İçeriye dönüp bu toprak yoldan ilerlediler ve dere yatağına attılar torbalardaki kemikleri, kuyudan çıkarılan” diyor.
İlerliyoruz ve Bladan’daki dere yatağına da bakmaya gidiyoruz – bu bölgeye de üç “kayıp” Kıbrıslırum gömülmüş…
Bunlar traktörün üzerinde Ayguruş’tan (Esentepe) geliyorlarmış – savaştan kaçıyorlarmış belli ki… İki kadın, bir erkek imişler… İkisinin yaşlı insanlar olduğundan emin okurum…
“Onları öldürdüler ve orada bıraktılar… Sonra da derenin içine gömdüler… Bu olası gömü yerini daha önce Kayıplar Komitesi’nde çalışan ama şimdi işten istifa edip ayrılmış olan bir genç kadın araştırma görevlisine bir arkadaşımız gösterdiydi” diyor okurum…
Okuruma teşekkür ederek onu evine bırakıyoruz…
BASINDAN GÜNCEL…
“Taşın ağırlığına yansıyan hakikatin yüzü…”
Ayşegül ÖZBEK
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi'nin Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası kapsamında hayata geçirdiği "Aşikâr Sır" sergisi zorla kaybedilenleri "gündelik hayata tekrar çağırmayı" amaçlıyor.
Sergi, iki senelik bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkmış. Süreç içinde pek çok insan fikirleriyle projeye destek olmuş. Sanatçı Anıl Olcan bu süreci şöyle anlatıyor:
"Çok demokratik ve katılımcı bir şekilde ilerledi. Bu tecrübeyi ortaya çıkan sergi kadar önemli bulduğumu söylemeliyim."
Serginin ilk tohumları da Olcan'ın şu sözleriyle atılmış:
"Zorla kaybetme pratiğinin mağdurun varlığına ve oradalığına yaptığı saldırıya karşı vesikalık temsilleri mermer taşlara basarak kayıpları gündelik hayata tekrar çağırmayı amaçlıyorum."
Bu fikirle zorla kaybedilenlerin vesikalık fotoğraflarının basılı olduğu mermer taşlardan oluşan bir yapıt tasarlıyor Olcan. Her biri farklı uzunluklarda, mekânın ortasına yerleştirilmiş bu mermerler ilk olarak göze çarpıyor.
Asya Leman'ın videosu ise bu mermerler üzerinden İstanbul'daki sıradan yerleri birer hafıza mekânına dönüştürüyor. Vesikalıkların basılı olduğu mermer taşları, kaybedilenlerin alındıkları yerlerde görüyoruz Leman'ın çalışmasında. Kimi Perpa'da, kimi Yeşilköy'deki Çınar Otel'de, kimi de bir otobüs durağında...
"Şiirsel adalet"
Sergide gazeteci ve aktivist Hacer Foggo'nun fotoğraf arşivi de yer alıyor. 90'lı yıllarda zorla kaybedilenlerin mücadele sürecine eşlik ettiği fotoğraflar, 1995-98 yılları arasında önemli anlara odaklanıyor.
Mert Kaya'nın ise Cumartesi Anneleri ile ilgili çok katmanlı videosunun yanı sıra Hafıza Merkezi'nin kayıp yakınlarıyla yaptığı görüşmelerin videoları da sergide izlenebilir.
Bunun yanında Karşı Sanat'ın Aznavur Pasajı'ndaki yeni mekânı da bir "yapıt" olarak sergide dikkat çekiyor.
"Karşı Sanat'ın balkonundan abluka altındaki Galatasaray Meydanı'nı görmeyi de sergiye dahil etmek gerekir. Bu bizim önceden hesaplamadığımız bir şeydi. Leman buna 'şiirsel adalet' diyor."
21 Mayıs'a kadar İstanbul'daki Karşı Sanat'ta açık kalacak sergi ile ilgili Anıl Olcan bianet'in sorularını yanıtladı.
- Aşikâr Sır sergisinin tohumu sizin bir görüşünüzle atılmış; "Kayıpları gündelik hayata tekrar çağırmayı amaçlıyorum..." diyorsunuz. Asya Leman'ın da videosunda üzerine kayıpların basılı olduğu taşları bugünün mekânlarına taşıması bu görüşünüzü destekliyor diyebilir miyiz?
Zorla Kaybedilenlerin hikâyelerine yoğunlaştıkça bazısının sıradan bir kuruyemişçinin önünden veya her gün geçtiğimiz bir sokaktan alındığını görürsünüz. İmkânlarımız ölçüsünde İstanbul'da zorla kaybedilen insanların ilk alıkonuldukları sokaklara bu taşları koyup, kaydettik. Leman'ın videosunu izledikten sonra esasen bu 'sıradan' sokakların artık hafıza mekânı olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Bu sokaklarla bir yüzleşme yaşanmalı. Sergi metnini Yıldırım Türker yazdı ve yazısını şöyle bitiriyor: ''Nisyana direnen taşlar, bunlar. Hatırlıyoruz, biliyoruz, hesabını soracağız diyen taşlar.'' Bence bu sözler o taşları bugünün sokaklarına koyma nedenimizi iyi özetliyor.
- Sergideki yerleştirmenizde genellikle annelerin kucaklarında, göğüslerinde gördüğümüz fotoğraf karelerini, mermer taşların üzerinde görüyoruz bu sefer. Fikir nereden doğdu, mermer taşların anıtsal bir yanı var mı?
Aşikâr Sır sergisine neden olan ilk düşünce 2017'de Hafıza Merkezi'nin düzenlediği bir toplantıda şekillendi. Bu çalıştaydaki hedef zorla kaybedilenlerin hakikatini çağdaş yöntemlerle anlatacak projeler üretmekti. Toplantıda yapılan tartışmalar genellikle zorla kaybedilme pratiğinin insan varlığına yaptığı hoyrat saldırı üzerineydi. Ben ortak insanlık alanının dışına atılma hali üzerine yoğunlaştım.
Cumartesi Annelerinin kucağında taşıdığı vesikalık fotoğraflar varlığa yapılan bu vahşi saldırıya direnen temsiller. Zorla kaybedilenlerin vesikalıkları kişisel ve toplumsal hafızamıza işlemiş suretler. Bu mermer taşları vesikalık fotoğraf boyutlarında üretmemin nedeni, kayıpların hakikatini bize yakınlaştıracağını düşünmemden kaynaklı.
Vesikalık fotoğraf gündelik hayatımız içinde sıkça rastladığımız bir temsil. Cüzdanınızda taşıyabilirsiniz, bir fotoğrafçı vitrininde onlarcasına rastlayabilirsiniz veya sevdiğiniz birine hediye edebilirsiniz... Vesikalık, gündelik hayatımız içinde görmeye alıştığımız ve dışlayamayacağımız bir form. Bu formun ona bakan izleyici için doğrudan kayıpların hakikati ile ilgili bir çarpışma yaşatacağını düşündüm.
Vesikalıklardaki bakış sıradan bir bakış değil. Bir zamanlar varoldukları bir dünyaya doğru bakıyorlar. Bahsettiğim dünya tam da bizim hayatımızın içinde bir yerde. Aşikâr Sır'ın ölçeğinin büyüklüğünden dolayı bir anıt gibi algılanabileceğinin farkındayım. Ama kişisel olarak anıt fikrine kuşkuyla bakıyorum. Anıt fikrinin, bahsettiği şeyi tarihin içine hapseden bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Hâlâ devam etmekte olan Cumartesi Anneleri mücadelesinin anıtlaştırılmasını bu yönden sakıncalı buluyorum.
- Farklı uzunluklarda, kendi içinde bir ritmi olan bir bütünlükte duruyor taşlar. Aynı zamanda aralarda boş taşlar da yer alıyor. Bu tercih eserin geneli içinde ne ifade ediyor?
Mermer taşların uzunlukları 5, 10 ve 15 cm olarak değişiyor. Bu aslında estetik bir tercih. Yapıtın bütününe dışarıdan bakan izleyicinin bir 'hareket' algılamasını istedik. Bunu bir dalgalanma olarak ifade edebilirim. Tekrar yüzeye çıkan bir hareket. Bütün taşları aynı uzunlukla kullandığımızda bu hareket hissini sağlayamıyorduk.
Aşikâr Sır'ın üretim aşamasına geçmeden ve sonrasında aramızda çok tartıştık. Kayıp yakınlarının ve Cumartesi Anneleri etrafındaki toplumsal kesimleri incitmeyecek bir yapıt ortaya koymak temel amacımızdı. Bu yüzden yaptığımız tartışmaların çoğu bu yapıtın ahlaki boyutuyla ilgiliydi. Türkiye'de 1350 civarında zorla kaybedilen vakası olduğu tahmin ediliyor. Hafıza Merkezi'nin veritabanında 500 civarı zorla kaybedilenin doğrulanması var. Bu 500 doğrulanmış kaybedilenin yalnızca 266 tanesinin fotoğrafı arşivlenmişti. Ben bu fotoğraf arşivini kullandım. Bu yüzden elimizde fotoğrafı olmayan kaybedilenleri atlamamak için temsili boş mermerler yerleştirdik. Zaman içinde arşive fotoğraf eklendikçe bu çalışmaya yeni mermerler dahil olacak. Aşikâr Sır bitmiş bir yapıt değil, bir 'safha' aslında.
- Tek tek baktığımızda kaybedilmiş farklı insanlar, bütün olarak baktığımızda ise bir dönemi ifade eden bir hakikat olarak yorumlayabilir miyiz eseri? Hakikatin ağırlığı taşın ağırlığına yansımış gibi...
Çok doğru. Bu ağırlık hissi başlarda benim öngörmediğim bir etkiydi. Aşikâr Sır'ı gören bazı insanlar bu ağırlıktan çokça bahsettiler. Hem mermerin verdiği ağırlık hissinden hem de kayıpların hakikatlerinden dolayı. Zorla kaybedilmelerin yaşandığı bir toplumda herkesin içinde kayıp bir tarafın olduğunu düşünüyorum. Bu söylemin romantik bir tarafının olduğunun farkındayım ama ötelediğimiz bir gerçek aslında bu. Bu taşları üretirken kendim de bu 'kaybı' fark ettim.
*Aşikâr Sır 10 Mayıs-21 Mayıs, Karşı Sanat (Aznavur Pasajı/Beyoğlu)
(BİANET.ORG – Ayşegül ÖZBEK – 14.5.2019)