1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kayıtsız” kayıpların dramı… - 4 -
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kayıtsız” kayıpların dramı… - 4 -

A+A-

 “Kayıp” İbrahim Latif’in kardeşleri Nazife Abbasoğlu ve Mehmedali İnce anlatıyor… “Annemiz Cemaliye, oğlunu bekleye bekleye göçüp gitti… Annem yatırdı, sonra kalkardı, “Acaba oğlum geldi da duymadım?” derdi… Hep beklerdi…”

 

 “Kayıp” İbrahim Latif’in kardeşleri Nazife Abbasoğlu ve Mehmedali İnce anlatıyor… “Annemiz Cemaliye, oğlunu bekleye bekleye göçüp gitti… Annem yatırdı, sonra kalkardı, “Acaba oğlum geldi da duymadım?” derdi… Hep beklerdi…”

İbrahim Latif’in kardeşleri Nazife Abbasoğlu ve Mehmedali İnce ile sevgili eşi Göksen İnce’yle röportajımızın son bölümü şöyle:

GÖKSEN İNCE: Pazar günleri rahmetlik babam alır götürürdü bizi Yorgoz’a… Bazan adamın işi olurdu, biraz geç giderdik, kapıda, yolda beklerdi… O kadar bir bağlandıydı çocuklara… Şimdi sevmesin, çok severdi… Hepimizi…
GÜLTEN İNCE ERKAN (İbrahim Latif’in kızı): Çeşit çeşit yemekler yapardı… Fırında patatesin kokusu hala burnumdadır… Samsı… Çeşit çeşit yemekler yapardı biz gideceyik diye…

SORU: 74’ten sonra Yorgoz’a döndünüz…
NAZİFE ABBASOĞLU:
74’ten sonra annem Yorgoz’a gitmek istedi. Annem böyle üzüntülüydü diye yalnız bırakmak istemedik. Biz da Yorgoz’a yerleştik, Tepebaşı’na…

SORU: Evleriniz durur muydu?
NAZİFE ABBASOĞLU:
Yıkıktı evlerimiz… Oturulacak durumda değildi… Yıktılardı yani. Çünkü bazı merteklerini – eskiden evler mertekliydi bildiğiniz gibi – merteklerini kullanmak için yıktıydı Rumlar… Çok ev bıraktılar zaten, biz da onlara oturduk.

SORU: Siz nasıl hatırlarınız abiniz İbrahim Latif’i?
MEHMEDALİ İNCE (İbrahim Latif’in kardeşi):
Ben abimi 9-10 yaşlarında hatırlarım çünkü küçüktüm, 63’te doğduğum için… 63’te ben doğduğumda abim yurtdışında tahsildeydi. Aynı evi paylaşmadık yani abimnan…
1969’da babam rahmetlik olduğunda biz Lefkoşa’ya geldik, o zaman daha sık görmeye başladıydım abimi. Ben da büyüdüm, artık tanımaya başladıydım…
Öksüz olduğum için devamlı abimin üstümde bir ağırlığı vardı…

SORU: Babalık ederdi size…
MEHMEDALİ İNCE:
Evet… Hiç unutmam bu lafını, bana devamlı derdi ki “Okursan, seni okutmak benim boynumun borcudur…Baban öldü, ben senin babanım… Babalık yapacam sana… Te da okun, okutmak benim sana boynumun borcudur…”
Bunu bana devamlı vurgulardı böyle…
Devamlı gelirdi bize, her gün gelirdi. Çocukları getirirdi. Motorla gelirdi, motoru vardı mobilet. Ben on yaşıma geldiğimde mobilete merak saldım bir gün, mobileti işletirdim öyle, sürmezdim da evde işletirdim, üstüne binerdim… Bir gün Gülten da arkama bindi, ben işlettim, o da çocuk, ben da çocuk… Gülten’in ayağı arka tekerleğe girdi da yüzdü ayağını falan… Bir heyecan, bir panik yaşadık… Abim geldi ondan sonra, canı sıkıldı. “Ben sana derim motoru sürme, sen gene alın işletin…”

NAZİFE ABBASOĞLU: Mehmedali abisini çok tanımadı… Abim beniminanıdı yani…
MEHMEDALİ İNCE: Beni 20 yaş geçerdi yani… 20 yaş farkı vardı aramızda…
NAZİFE ABBASOĞLU: Abiminan benim ilişkilerimi gerçekten anlatamam. Şimdi öyle bir ilişki hiçbir kardeşte görmedim yani…
Bir şey olursaydı mesela, biri bir şey söylersa, “Kardeşime laf istemem” derdi. “O ne istersa yapar…”
Bir şey istersaydım, “Yapmaycan, etmeycen” dedikleri zaman kendine, “Kardeşimi kıracağıma, başımı kırarım daha iyi” derdi… Yani gerçekten ilişkimiz çok farklıydı…

SORU: Babanız 1969’da vefat ettiydi… Ne olduydu?
NAZİFE ABBASOĞLU:
Şeker hastasıydı babam… Dikkat etmedi. Şekerden dolayı… Babam 55 yaşında vefat etti… Gençti, bayağı gençti… Biraz da üzüntülerden. 63’te göçmen olunca dediğim gibi babamın işi rençberliğidi, arazilerini bıraktı, ekilmiş bıraktı, borçlar kaldı… Başka yere gittin, orada ne kadar tutunacan? Hisarköy’e gittiydik ya… Adam üzüntüsünden gitti biraz da…

SORU: Orada nasıl hayatta kaldıydı?
NAZİFE ABBASOĞLU: 
Babaannem zaten Kambillili’dir, Hisarköylü… Da Tepebaşı’na (Yorgoz – Diorioz) evlendiydi… Babaanemin adı Nazif… Dedemin da İbrahim… “İnce” lakaplarıydı, soyadı olarak aldılar. Çünkü dedemi annesi severken, dedem zayıf, uzun boylu birisiymiş, “İncecik oğlum, incecik oğlum” dermiş… Dedeme lakap olarak kaldıydı bu “İnce”… Ondan sonra soy ismi olarak aldılar.
Dediğim gibi nenem Hisarköylü olduğu için akrabalarımız vardı, onların yanına gittik. Bir süre öyle orada kaldık. Ondan sonra ben Lefkoşa’ya gittim, dikiş kursuna gittim ben Lefkoşa’ya. Annemle babam orada kaldı. Zaten çok uzun bir süre kalmadılar. Babam ömür bıraktıktan sonra annem da Lefkoşa’ya geldi. Yani babamın ölüm nedeni şekerisa, o da üzüntüden yani…

SORU: Ne istersiniz şimdi?
NAZİFE ABBASOĞLU:
Şimdi nesterik? Abimin bulunmasını isterik… Öyle veya böyle abimin bulunmasını, bir mezarının olmasını isterik… Biz da gidelim, bu da abimdir diye duamızı okuyalım. Olmayan bir yere giderik… Giderik ama bir başkasına giderik… Onun için abimin mezarının olmasını isterik… Başka bir isteğimiz yok… Aslında o mezarı lazım açsınlar, içinde kim var…
GÜLTEN İNCE ERKAN: Biz söyledik hala, bizim yazılı başvurumuz var açılsın diye… Kayıplar Komitesi’ne da, Cumhurbaşkanlığı’na da yaptığımız dilekçede vardır bu talebimiz…
GÖKSEN İNCE: Dayım Hüseyin Ruso’nun kemikleri bulundu… İnşallah hayırlısıynan onu defnedeceyik… Bunun yanında bir an önce eşimin da kemiklerinin bulunmasını isterim. Bir kemik dahi olsa isterim yani, bileyim… Çünkü ben kapılar açılana kadar hep ümitliydim… O ümitle yaşadım… Kapılar açıldıktan sonra benim ümitlerim bitti… Evet, bir mezarın üzerine giderim, ismini ben yazdırdım o mezara. İsimsiz bir mezardı, “meçhul” da yazmazlardı o zaman, “isimsiz” diye yazılıydı… Ve ben o “isimsiz” mezara gider, duamı yapardım, sorduğunda orada asker “Müsaade eder misiniz eşinizin ismini yazalım?” diye, “Yazın” dedim… Şimdi ben, o mezarın açılmasını isterim, öncelikle o mezarın açılıp bizim mi, değil mi bilelim… Ve araştırmamıza da devam edelim… Bir an önce bu kemiklerini biz da bulalım… Bir yerimiz olsun… Gidebileceğimiz bir yer olsun… Bir duayı ben havaya okumayım…
GÜLTEN İNCE ERKAN: Benim genç kızlık dönemim, her Cuma mezarlığa gitmekle geçti. Her Cuma genç kızlık dönemimde, her Cuma biz annemle o mezara gittik… Ha bilirdik belki, belki o değildi ama her Cuma biz o mezara gittik… Artık kendi mezarımıza gitmek isteriz. Ve o mezar da açılsın, yazılı başvurumuz vardır, o mezar da açılsın diye… Belki bizimkidir, belki değildir…

SORU: Kimisa, o da ailesine kavuşsun…
GÜLTEN İNCE ERKAN: Kesinlikle öyle. Onun da bir ailesi var…
GÖKSEN İNCE:
Nasıl ki bugün Hüseyin Yalçın’ın ailesi gidip da orada evlatlarını bulmayınca (çünkü o mezardan dayım Hüseyin Ruso’nun kemikleri çıktı), ne hissedecekler? Yani bu hatalar bir an önce düzeltilsin… Herkes bilsin yani. Belki bizden sonraki nesiller bunları hatırlamayacak. İçi yananlar araştıracak gene, bulmaya çalışacak ama gün geçtikçe azalacak. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 2111 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar