1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Kaymaklılı “kayıp”lar için defin töreni…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Kaymaklılı “kayıp”lar için defin töreni…

A+A-

1963'ten beri “kayıp” olan ve Tekke Bahçesi’ndeki kazılarda kalıntıları bulunan Kaymaklılı Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino, Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino ve Hüseyin Mustafa Vretçalı, aynı gün defnedilecek…

 

sevg-025.jpg

1963’ten beri “kayıp” olan ve Tekke Bahçesi’ndeki kazılarda kalıntıları bulunan Kaymaklılı Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino, Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino ve Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın aynı gün defnedileceği öğrenildi.

“Kayıp” Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino’nun oğlu Ali Azeri, dün akşam sorularımızı yanıtlarken “Babam melek gibi bir adamdı, çok efendiydi, ekmeği olmayana ekmek verirdi… Hayvancılıkla uğraşırdı… 400-500 koyunumuz, davarımız vardı… Çok iyi bir adamdı, böyle bir ölümü hak etmemişti” diye konuştu.

Dokuz çocuğu olan “kayıp” Mehmet Ahmet Hacıfehmi, Emete Mehmet Goççino’yla evliydi… Dört kız, beş oğlan çocuğuyla dul kalan Emete Hanım, evlatlarını binbir zahmetle yetiştirdi ve 23-24 yıl önce, eşinden geride kalanların bulunduğunu göremeden vefat etti. “Kayıp” Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino’nun evlatlarından birisi olan Ahmet Goççino da vefat etti. Geride sekiz kardeş kaldı…

Ali Azeri amcası Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino’nun da hayvancılıkla uğraştığını, atlara meraklı olduğunu, Hipodrom’da atları olduğunu ve bekar olduğunu anlattı. “Amcam da çok iyi bir insandı” diyen Ali Azeri, Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın ise çobanlık yaptığını, 300-400 kadar keçisi ve bir miktar da koyunu olduğunu anlattı, “O da çok iyi bir insandı, hiç kimseye zararı yoktu… Hiçbiri böylesi bir ölümü hak etmemişti” dedi.

Babasının üstünde beş kurşun deliği olduğunu, kurşuna dizilerek öldürüldüğünü, bunu yıllar önce yaptığı araştırmalardan da öğrenmiş olduğunu belirtti.

Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino 1925 doğumluydu ve “kayıp” edildiği zaman 38 yaşındaydı.

Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino 1918 doğumluydu ve “kayıp” edildiği zaman 45 yaşındaydı.

Hüseyin Vretçalı, 1924 doğumluydu, Pembe Hüseyin’le evliydi ve beş çocuğu vardı. “Kayıp” edildiği zaman 39 yaşındaydı.

Ali Azeri, “Hayatta da, ölümde de beraberdiler… Onları yan yana Tekke Bahçesi’ne defnetmek istiyoruz… Şimdi tarih belirlemeye çalışıyoruz” dedi.

NELER OLMUŞTU?

1963 olayları nedeniyle 25 Aralık 1963’te Kaymaklı’dan kaçarak Hamit Mandrez’e sığınan Kıbrıslıtürkler arasında bulunan Mehmet Ahmet “Goççino”, Kemal Ahmet Goççino, Hüseyin Vretçalı, Hasan Hakkı ve Ömer Debreli, ertesi sabah Kaymaklı’ya hayvanlarını yedirmeye gitmişler ve bazı Kıbrıslırumlar tarafından kaçırılarak öldürülmüşler ve “kayıp” edilmişlerdi.

1963 çatışmalarında Lefkoşa’nın çeşitli bölgelerinde öldürülen bazı Kıbrıslıtürkler öldürüldükleri yerlerden alınarak Lefkoşa Genel Hastanesi morguna konmuşlardı. Kıbrıslırum yetkililer daha sonra morgta bulunan Kıbrıslıtürkler’in listesini çıkarmışlar ve 21 kişilik bu listede bazılarının kimliklerini tanımlamışlar, bazılarına da “Adı bilinmeyen Kıbrıslıtürk” diye yazmışlardı. Bu listeyi Kızılhaç aracılığıyla Kıbrıslıtürk yetkililere gönderen Kıbrıslırum makamlar, “Lefkoşa Genel Hastanesi morgunda bulunan 21 Kıbrıslıtürk’ün naaşlarını gelip alınız” diye haber göndermişler ancak Kıbrıslıtürk makamlar morgta tutulan bu Kıbrıslıtürkler’in naaşlarını ya gidip almamışlar ya da alamamışlardı.

Kıbrıslırum yetkililer de bu naaşları Ayvasıl Kıbrıslıtürk mezarlığı dışına kazdırdıkları toplu mezarlara gömmüşlerdi.

Bir süre sonra Kıbrıslıtürk yetkililer, İngiliz askerleri eşliğinde bu toplu mezarları açmışlar ve buldukları naaşları “Ayvasıl şehidi” diyerek ve çoğu isimsiz olarak Tekke Bahçesi Şehitliği’ne defnetmişler, toplu mezardan çıkarılan Kıbrıslıtürkler’in ailelerine de herhangi bir bilgi vermemişlerdi.

Tekke Bahçesi’nde Ayvasıl’daki toplu mezarlardan çıkarılan bazı Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın olduğunu ilk kez gazetemiz YENİDÜZEN’de biz gündeme getirmiş ve bu sayfalarda araştırma sonuçlarımızı ve röportajlarımızı yayınlamıştık. Ancak askeri makamlar Tekke Bahçesi’nin kazılmasına uzun süre izin vermemiş, Kayıplar Komitesi’nin burada 2009’da başlattığı kazı da aynı gün “İzin yoktur” diyerek kapatılmıştı.

On yıllık bir mücadele ardından Tekke Bahçesi’nde isimsiz mezarlarda ve “Ayvasıl şehidi” diye defnedilenlerin mezarlarında Kayıplar Komitesi nihayet geçen yıl kazı yürütebilmiş ve buradan 35 şahsa ait kalıntıları çıkarmıştı. Bunlardan kaçının “kayıp”, kaçının normal birer ölümle ölmüş Kıbrıslıtürkler olduğu, yapılacak analizler ve DNA testleriyle ortaya çıkacak.

Kıbrıslıtürkler’in Ayvasıl mezarlığı dışındaki toplu mezarlarda kazı yapacağı anlaşılınca, bazı Kıbrıslırum yetkililer bu alanda kazı yürüterek Ayvasıl toplu mezarlarından dokuz kişiyi alıp başka yerlere gömdükleri de yazdıklarımız arasındaydı. 21 kişilik listeyle “sayıyı eşitlemeye” çalışan Kıbrıslırum makamlar böylece Ayvasıl’da gömülü olan en az 30 kişiden dokuzunu bu mezarlardan çıkarıp başka yere gömmüşler… Buradan alınarak başka yere gömülen Kıbrıslıtürkler’in nereye gömüldüğü ise henüz açıklığa kavuşmuş değil. Ayvasıl’da 1963’te dokuz Kıbrıslıtürk’ün öldürülerek bu toplu mezarlara gömülmüş olduğunu da bu sayfalarda yazmıştık…

Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino, Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino ve Hüseyin Vretçalı da işte Tekke Bahçesi’nde bu kazıda kalıntıları bulunanlar arasında… 54 yıl aradan sonra şimdi ailelerine küçük tabutlar içerisinde geri dönüş süreci başlıyor…

Onlardan geride kalan evlatlarının, torunlarının, yakınlarının, sevdiklerinin acısını paylaşıyoruz…

Gömü yerlerinin bulunması için bu konuda yoğun uğraş vermiş olmanın huzuru içerisindeyiz…

Şimdi artık onlar “kayıp” değil, birer mezarları olacak, aileleri onları her zaman ziyaret edebilecek…


BASINDAN GÜNCEL…

“Hafta sonu Baf’taydım…”

Ulus Irkad

2017 Baf Avrupa- Kültür ve Sanat Festivali’nin başlangıç dönemlerinde bazı toplantılarına katılmıştım. Ama hangi, nedenlerdendir bilmiyorum, daha sonra aramızdaki temaslar koptu. Hatta bu konuda bazı projeler de planlanmasına rağmen, maalesef daha sonra aramızdaki temaslar devam etmedi. Tabi daha sonraki aktivitelerde ben bu konuları eleştirel olarak dile getirdim ve sosyal medya ortamında yazdım. Geçen hafta, en nihayet Baf Belediyesi ve Pafos2017 Komitesi beni onur misafiri olarak Baf’a davet etti. Herhalde yaptığım eleştiriler bir bakıma etkili olmuştu. Benimle temasa geçen Baf Festivali Komitesi ve Belediyesi’nde çalışan Pavlina Flevotoma hanımefendi arkadaşımız, benim 3 Kasımda onur misafiri olarak İbrahim Hanında konuşmacı olarak davet edildiğimi, bana sosyal medya kanalıyla bildirdi. İlk etapta Güney’e gitmek için kendi arabamı almak yerine, Lefkoşa’ya geçip Güney Lefkoşa’da otobüs bulmayı düşündüm. Ama galiba bir şeyi gözardı ettim. Orada düzenli otobüs seferleri olmamasını… Veya bizdeki gibi her saat başı otobüs seferleri olmamasını…Tabi araba konusunda da beni düşündüren ve telaşlandıran Güney’de de maalesef bizdeki gibi şehir içinde trafik kurallarına riayet edilmemesiydi. Örneğin 2003 yılında Lefkoşa’dan Larnaka’ya giderken, Güney Lefkoşa’da Elefteria Meydanı’nda bir anda araba kalabalığı içinde kalmamı ve arabaların kırmızı ışıkta bile hala daha geçmeye devam etmeleri, beni oldukça korkutmuş ve bir başka sefere de Güney’de araba kullanmamıştım.

Bu yüzden Güney Lefkoşa’ya geçip otobüs bulup da Baf’a gitmeyi düşünmüştüm ama burada da yanılmışım, çünkü otobüsler Kuzey’deki gibi saat başı değil, iki-üç saat arası hareket etmekte ve sandığınızdan da geç saatlerde  Baf’a varmaktaydılar. Mesela Lefkoşa’dan Baf’a sefer sadece 14:00 veya 16:30’da vardı ki bu saatler benim için çok geçti. Üstelik saat 14:00’de otobüsle ayrılsam, oraya 17:30’dan önce varmak imkansızdı. Bu durumda da oradaki konuşmamı yapamayacaktım. Yani ben dokuzda, Lefkoşa’da olmama rağmen, eğer saat üç’te seferler başlayacaksa, herhalde daha beşte başlayacak olan etkinlikte olamayacaktım. Kafamda bir plan yaptım ve erken saatlerde otobüse atlayıp önce limassol’a, daha sonra da orada gene erken saatlerde, bir otobüs bulursam Baf’a geçmeyi planladım ki gerçekten iyi düşünmüştüm. Öyle de oldu. Dokuzda Limassol arabasına atladım ve on buçukta Limassol’a vardım. Onbir de de Limassol’dan bir başka otobüs buldum ve saat 12.30 sularında Baf merkeze yetiştim. Bu arada beni bekleyecek Pavlina Flevotoma adlı hanımefendi arkadaşım, Kennedy Meydanı’nda yoktu, onu da Belediye Tiyatrosu’ndan birileri vasıtasıyla buldum. Onunla ve benim çevirmenliğimi yapacak yeğeni olan bir başka hanım arkadaşla, oralarda yemeğimizi aldık, sonra da beni o hanım arkadaş Dip Baf’taki Alioton Oteline bıraktı ki tabi pek fazla vaktim olmadığı için hemen yıkanıp, dinlenmeden, takım elbiselerimi giyip derhal hazır oldum ve saat beşe yirmi kala beni alan bu hanım arkadaşla hemen konuşmaların veya panelin yapılacağı yere vardım. Burası Baf’ın Gönelli veya İbrahim Hanıydı. Han’ı bayağı güzel restore etmişlerdi. Restorasyonu yapan da pek tabi AB’ydi. İbrahim Hanı bayağı güzel olmuş modernleşmişti. Hanın açılışı yapıldıktan sonra derhal panele geçtik. Panelde bize Baf hakkında hatırladıklarımız soruldu, İki arkadaştık. Önce o arkadaşımız konuştu ve geçmiş edebiyattan bahsetti.

İkinci olarak mikrofonu elime ben aldım ve onlara annemin Rumcaya çevirdiği, babamın bestesini de yaptığı “Ben Baflıyım Güzelim” şiirini sundum. Rumca olduğu için herkes beni büyük bir dikkatle dinledi. Sonra onlara gene benim çevirdiğim, babamın İngilizce “Son Kapı” adlı şiirini sundum. Daha sonra bana hatırladığım olaylar soruldu. Onlara 1961 yılında başımdan geçmiş bir olayı anlattım. Arminu Köyü’nün  papazı olan Babakroli adlı papazın, her Pazar günü kiliseye gelerek koca bir anahtarı, kapalı bir dolaptan  alarak  çanları çaldığını,  kiliseyi de bu koskocaman anahtarla açtığını, benim daha fazla o koskoca anahtarı oyuncak olarak alıp içimden oynamak geldiği için, birgün gizlice o dolaptan bu anahtarı aldığımı, daha sonra da dolabı açıp çanları çalmaya başladığımı, daha sonra da anahtarı almak için köyün öğrencileri ve öğretmeninin peşime düştüklerini,  benimse bir ağaca çıkarak elimdeki anahtarı vermek istemediğimi anlattım. Sonra da oraya Babakroli’nin gelerek ona anahtarı verdiğimi söyledim. Tabi ona anahtarı verirken de, Babakroli’nin bana bu olayın ikimiz arasında bir sır olarak kalacağına söz verdiğini ve bu sözün hala daha tutulduğunu söyledim. Bu öyküm bayağı beğenildi. Bu arada bugün hayatta olmayan, Baf AKEL milletvekili Mavronikola’nın beni 1975 yılında eğitimime devam etmem için Lefkoşa’ya götürdüğünü, ama bunun olmadığını, bu arada birlikte parlamentoya da girdiğimizi söyledim. Bu arada gene o gün Mavronikola’nın bana”Dünya ve insanlık oluşurken,eğer insanlar bir anadan ve bir babadan geldiklerini takdir etselerdi savaşlar olmazdı” deyişini de hatırladım.

Gene o dönemlerdeki yaşayanlardan çok iyi Türkçe bilen Savagi Hacımarku ve Eczacı Gahicodi’yi anlattım onlara.  Hacımarku’nun çok iyi Türkçe konuştuğunu (90’lı yaşlarda ve hala daha yaşıyor), Gahicodi’nin de elinden hiç kitap düşürmeyen bir aydın olduğunu anlattım.Sonra Baf’ın meşhur doktorlarından Babadopulos’un benim için günün birinde çok iyi bir aydın olacağımı söylediğini de belirttim.

Oturum bittiği zaman yaşlı bir Alman Hanım bana gelerek beni kollarının arasına alarak okuduğum şiirlerden ve de anlattığım olaylardan çok etkilendiğini belirtti.

Oradaki tanıdıkların ilgisi, ölen dede ve ninemin yaşayan dostlarının ilgileri, beni çok mütehassıs etti. Lorega Köyü’nde çok iyi ağırlandım. Cumartesi günü de ulaşım oldukça güç olduğu için ansızın aynı yolu takip ederken  Limassol’da kalma riskim de vardı. Çünkü Limassol tarikiyle yola çıkarken, Kuzey’e geç kalmam, Mağusa’ya yetişmek için Lefkoşa’daki minibüsleri kaçırmam da mevzubahisti.  Güney’de de kalmam riski büyüktü. Bereket Travel Express adlı seyehat şirketi beni altı sularında Ledra Palace’a kadar götürdü. Hafta sonum bu şekilde maceralı ve hareketli geçti. Güney’deki arkadaşlarımın ilgileri, yoldaşlıkları ve misafirperverlikleri de görülmeye değerdi. Makalemin sonunda onlara da teşekkür ediyorum. Baf maceram da bu şekilde noktalanmış oldu…

(YENİÇAĞ – Ulus Irkad – 6.11.2017)

 

 

 

Bu yazı toplam 3057 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar