Kazanma ihtimaline inanmak ya da İNANMAK
Geçtiğimiz yılın Mayıs ayında AB üye ülkeleri genelinde geçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde çok düşünmüştüm, oyumu kime vereceğimi.
İşçi Partisi’ne mi, yoksa Yeşiller’e mi?
Gönlüm Yeşiller’deydi ama mantığım İşçi Partisi’nden yana ağır basıyordu.
Hani malum, ‘oyum boşa gitmesin’ endişesi!
Çünkü Yeşiller’in burada oy oranı çok düşük.
650 kişilik Birleşik Krallık Parlamentosu’nda, sadece 1 milletvekilleri var şu anda.
‘Oyumu Yeşiller’e verirsem ve bu dönüp dolaşıp, sağ partilerden birinin kazanmasına yararsa?’ diye ta sandığa gideceğim ana kadar, uzun uzadıya kendimle mücadele ettikten sonra, elime oy pusulasını aldığımda son kararımı verdim ve tercihimi, Yeşiller’den yana kullandım.
Ve birçok insan benim gibi yapmış olacak ki Yeşiller, tarihlerinde ilk defa, Avrupa Parlamentosu’na bizim bölgeden bir milletvekili gönderdiler.
***
Haziran 2015’te, Türkiye’de genel seçimler var.
Murat Belge, Taraf Gazetesi’nde 24 Şubat tarihinde yayınlanan yazısında, bakın şöyle diyor:
“(…) Benim seçimde ne yapacağım kimseyi ilgilendirmeyebilir ama söyleyeyim. Aylar önceden, HDP’ye oy vermeyi gerekli gördüm, öyle yapacağım. Dostlarıma da böyle yapmalarını tavsiye ederim. Nicedir, genel seçim oldu mu, “oyların etkili olması” konusu ortaya çıkar; o ortaya çıkınca da, “en büyük” (ve aynı zamanda “ezelî”) muhalefet partisi CHP olduğu için, “etkili olması için oylar CHP’ye” denir. Bunu doğru bulmuyorum. Verilen bu oylar bunca yıldır CHP’yi iktidara getirmedi; ama CHP’ye demokrasi de getirmedi. Hattâ, “Bu nasıl olsa böyle,” deyip daha da bir rehavete kapılıyorlar sanki (…) Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyumu Demirtaş’a vermiştim. En doğru düzgün konuşan adaydı, güven de veriyordu. İyi ki verdim, iyi ki başkaları da verdi. Gene barajı aşamıyordu ama iyice yaklaşmıştı (…) Baraj konusunda çok iyimser değilim, ama HDP’nin aşması çok iyi olur. Türkiye’de bir şeyleri değiştirebilir, olumlu bir değişime kapı açar. Bu da, “AKP karşısında en büyük olduğuna göre oyumuzu CHP’ye verelim” demekten daha sağlam bir “felsefe” sanıyorum. Çünkü şu aşamada, “AKP karşısında ‘biz kaç kişiyiz’” sorusu değil, “Demokratik değerlerin arkasında ‘biz kaç kişiyiz’” sorusu bana daha önemli görünüyor (…) HDP her şeyin cevabıdır, demiyorum elbette. Ama herhangi birinin öyle “her şeyin cevabı” olmasını beklersek daha çok bekleriz (…)”
***
George Monbiot ise The Guardian’da 28 Ocak tarihini taşıyan köşe yazısında şu satırları kaleme alıyor, tam da aynı konuda, Mayıs 2015’te İngiltere’de yapılacak genel seçimler öncesinde:
“Neoliberal görüş birliğinin ani çöküşüyle birlikte taktiksel oy kullanmayı bir kenara bırakıp istediğimizi seçmenin vakti geldi. Siyasetin ilk kuralı şudur : İstediğine oy vermezsen kazanamazsın. Bize her seçimde bütün olumsuzluklara kulak tıkamamız, yetersizlikleri ve ihanetleri bir kenara bırakıp daha kötünün korkusuyla İşçi Partisi’ne oy vermemiz söylendi. Ve elbette gelecekte de hep daha kötü bir şeyler olacak. Peki biz ne zaman piyasa köktendinciliğinin iki versiyonundan birini seçmekten vazgeçip istediğimize oy vermeliyiz? Bu yüzyılda mı yoksa bir sonrakinde mi? Kulak tıkayıcıların tavsiyelerini dinlersek sonsuza dek Bermuda İşçi Partisi Üçgeni’nde kaybolacağız(…) Güç şu an son derece önemli. Bu seçimleri hangi büyük parti kazanırsa kazansın, kimsenin istemediği politikaları devam ettirerek kendini yok etmesi işten bile değil. Evet, bir beş sıkıntılı yıl daha geçirebiliriz ama hızlı dünyamızda bunun o kadar süreceğinden de şüpheliyim. Ardından önümüz açık. İşte bunun için gayret göstermeliyiz. Mayıs ayında, taktiksel değerlendirmelerden bağımsız olarak, bize samimi bir alternatif sunan partilere oyumuzu vererek başlayacağımız bir süreç bu. Değişim sağlam ve samimi bir inançtan doğar. Korkuyla oy vermeyi bırakın. Umut için oy vermeye başlayın”
***
Nisan 2015’te, biz de sandık başına gideceğiz.
Bütün siyasi unsurlar planlarını/taktiklerini, ikinci tur üzerine kurguluyorlar.
Neredeyse herkese göre, Eroğlu ikinci tura ismini yazdıracak adaylardan biri.
Ve ‘mesele’, Eroğlu’nun karşısında kimin yarışmaya hak kazanacağı!
Tam da bu nedenle diğer adaylar topluma, ‘ikinci en güçlü benim, bana yönelin, oylarınızı bende birleştirin ki boşa gitmesin’ mesajını vermeye çalışıyorlar.
Peki sizce bizim de artık, ‘taktiksel’ oy kullanma alışkanlığımızı, ‘korkuyla’ oy verme eğilimimizi bir kenara bırakıp, sırf kazanma ‘ihtimali’ olduğuna inandığımız değil, ‘inandığımız’ adaya oy verme zamanımız gelmedi mi?